Türkiye’nin en kayda değer ilçelerinden biri de hiç kuşkusuz Kemaliye’dir. Kemaliye, bu adı almadan önce Eğin olarak bilinirmiş, 1922 yılında ise Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini almıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca da önce Elazığ, sonra Malatya ve son olarak da Erzincan illerine bağlanmıştır. Nüfusu halen 2500 civarındadır, sanırım bütün tarihi boyunca ciddi ulaşım sorunları çekmiştir. Bu ulaşım sorununun derinliğini hem mağara tünelinin, hem de vali köprüsünün yapılış öykülerinin adeta birer halk hikayesi olarak anlatılışından anlıyorum.
Örneğin Kemaliye ilçesini, Erzincan/Sivas karayoluna bağlayan, sadece 8 kilometre uzunluğundaki muhteşem taş yol, tek tek insanların emeği ile yapılmış ve yapımı tam 132 yıl sürmüş. Bu günlerde sadece turistik amaçlı kullanılan bu yol, taş tüneller ve kanyon duvarındaki yarı açık yollardan oluşuyor. Bu yol, insan emeğinin inanılmaz bir göstergesi ve açıkçası inanılmayacak kadar da korkutucu. Hal böyle olunca da, bir yakın tarih destanı olmayı hak ediyor elbette.
Karanlık kanyon ise eskiden sadece çok deneyimli yerel avcılardan başkasının giremediği bir bölge iken, Keban baraj gölünün tabanını doldurması ile artık içinde teknelerle gezilebilen bir yer haline geldi.
Ben Kemaliye’ye ilk kez Elazığ’da mecburi hizmet yaparken gitmiştim. Son derece farklı coğrafyası ve mimari özellikleri nedeniyle neredeyse olduğu gibi aklımda kalmıştı.
Gerçekten de unutulması oldukça zor, çok farklı bir kasabadır. Şu anda Keban baraj gölü tarafından bir sahil kasabası(!) haline getirilmiş de olsa, oldukça zor bir coğrafyası var. Dimdik bir vadi yamacına kurulmuş bir yerleşke, o kadar ki kasabalılar bir futbol sahası kadar düzlük olmadığını ve çocukların toplarını baraj gölüne düşürdüklerini anlatmışlardı. Oldukça özgün geleneksel mimarisi ve özellikle de gurur duydukları kasabalıların her hallerinden belli olan süslü kapılar çok göz alıcıydı.
Aklımda ayrıca karşı yamaçtaki kırk gözeler, Arapgir’den aldığımız ve bu gözelerin önündeki mesire yerinde yediğimiz tandır kebabı, Kemaliye’nin kendi tepesindeki zincirli kaya ve bu kayanın altından çıkan dere, daha doğrusu çağlayanın, şehrin sokak kenarlarındaki oluklardan akışı, eski Hristiyan mezarlığının mezar taşları, taş yolun tüneli ve elbette Karanlık kanyon kalmış.
Çarpıcı güzelliklerine karşın, Kemaliye adını sanırım merhum Recep Yazıcıoğlu Erzincan valisi olduğunda, Erzincan’ı bir doğa sporları merkezi haline getirmek projesi kapsamında Kemaliye Kanyonunu tanıtmasına kadar, pek az insan biliyordu.
Kanyon tanınmaya başlayınca doğa sporları ve kanyoning sporu için oldukça gözde bir yer haline geldi, festivaller bile yapılmaya başlandı.
Recep Yazıcıoğlu’nun Keban baraj gölü üzerinde, barajın tamamen yolsuz bıraktığı köyler için yaptırmış olduğu köprünün macerası ise Ayşe Kulin roman haline getirdi.
Sonuç olarak Kemaliye adını Kemaliyeliler dışında insanlar da bilir oldu.
Bundan birkaç yıl önce Malatya’ya Prof Dr Ayşehan Akıncı’nın düzenlediği bir toplantıya gitmiştik. Ayşehan toplantı bitişinde, gurubumuza hep birlikte Kemaliye kanyonuna gitmeyi teklif etti. Hiç unutmam, hem Samsun’da görev yapan Doç Dr Cengiz Kara, hem de Tranzon’da görev yapan Prof Dr Gülay Karagüzel bu geziye katılmak için pek gönülsüzdüler. Ben ise Kamaliyeyi daha önceden görmüş olduğum için, gelmeleri için çok ısrar ettim. Gelip gördükten sonra bana teşekkür ettiler. Bu olay bile hala yeterince tanınmadığını gösteriyor.
Kemaliye’ye akşamüzeri varmıştık, güneş batışını kanyon içerisinde deneyimlememiz için bizi derhal kanyon gezisine çıkarttılar. Kanyonda gezerken sadece güneş ışıklarının oyunlarını değil, kanyon duvarlarında akrobasi yapan dağ keçilerini de gördük. Teknede çeşitli yoga hareketleri yaparak gurubu güldürmüştüm.
Kasabalılar zengin yaban hayatı ile ve kanyonda yapılan doğa sporları festivalleri ile haklı bir gurur duyuyorlar.
Ancak ertesi gün gezebildiğimiz kasaba, yolardan akan dereleri, dar sokakları, güzel evleri ile tam da benim hatırladığım gibiydi.
Bu gezide daha önceki geziden hatırlamadığım bir iki şey vardı.
Mesela, lök denilen yerel bir tatlının yapılışını öğrendik. Sadece kurutulmuş dut ve cevizin ağır değirmenlerde ezilerek yapılan lokuma benzer bir tatlı. Meğer hani çok yiyince ‘’lök gibi mideme oturdu’’ deriz ya işte o sözün lökü bu lökmüş. Ben çok sağlıklı ve lezzetli buldum, elbette ölçüyü kaçırmamak kaydıyla.
Benim ilk ziyaretimden daha sonra yapılmış olan vali köprüsünü gördük. Yine o ziyaretten daha sonra yapılmış ve kasabayı yukarıdan seyreden aşıklar yolu diye bir yolda yürüyüş yaptık. Kasabadan erkekler İstanbul’a gurbete gittiklerinde geride kalan eşlerinin yazmış oldukları hiciv ve dörtlükleri tabelalara yazmışlar. Yol boyunca bunları okuyup hem yerel ağız ile ilgili fikir sahibi oluyorsunuz, hem ağlayıp, hem de gülüyorsunuz.
Bir de şimdi Gazi Tıp Fakültesinin dekanı olan Prof Dr Sadık Demirsoy’un abisi olan akademisyen Prof Dr Ali Demirsoy’un ciddi katkıları ile kurulmuş olan ve Anadolu’da bir kasabada beklenmedik derecede güzel ve zengin müzeyi gezdik.
İlk gezimde bana el yapımı halılar göstermişlerdi, daha o zamandan artık çok az evde halı dokunuyordu, şimdi ise artık el dokuması halı yapan kimse kalmamış.
Bu geziye çıktığım zaman sanırım 4 yıl önceydi, çünkü Çanakkale’de yer almış, ancak inşaata başlamamıştık. Kemaliye’den yapacağımız evin kapısı için iki adet klasik kapı tokmağı da aldım. Çünkü geleneksel olarak kapılara her birinin ses tonu diğerinden farklı olan iki ayrı tokmak takılıyor. Bunlardan biri kapıyı çalanın erkek olduğunu, diğeri ise kadın olduğunu gösteriyormuş. Bu tokmakların şekilleri de çok zengin simgelere sahip, kapılar ayrıca bu güzel tokmaklara uygun şekilde kabaralar ve anahtar deliği süsleri ile de bezeniyor. Bütün geleneksel tokmak şekilleri yerel demircilerde yapılmaya devam ediyor. (Ben kuş görünüşünde olan ve devlet, güç vb anlamına gelen bir şekil aldım, yanılmıyorsam bir de anahtar deliği süsü aldım, ama kabaraları almayı ihmal etmişim.)
Bu tokmaklar benim Çanakkale’deki ev için aldığım ilk malzeme idi, hatta artık bir nal buldum, geriye 3 nal ve bir at bulmak kaldı diye gülmüştüm, ama şimdi ev çoktan bitti, her nedense kapımız hala bitmedi, yani henüz tokmaklar takılmadı. Ancak umudum tükenmedi, hala önümüzdeki ay takılabileceğine dair zayıf bir inancım var.