Kıskançlık, az ya da çok hemen herkesin içine düştüğü bir tuzaktır. Ben kıskançlık nedir hiç bilmedim diyen, ya çok özel bir ruhtur, ya hafızası onu yanıltıyor, ya da hadi yalan söylüyor demeyelim de kendi duygularını tanımıyor diyelim.
Kıskançlık, insanın kendini yetersiz ve eksik hissetmesi, kendi eksiğini gördüğü bir başkasının hayatını, ilişkisini, sağlığını, parasını, cazibesini çaresizce istemesidir. Duygusal enerjisini, üstelik de oldukça güçlü bir duygusal enerjiyi boşa akıtmasıdır. Eğer daha da karanlığa dalarsa nefret ve intikam duyguları ile kendi ruhunu zımparalamasıdır.
Herkes bu duyguyu bu kadar uçlarda yaşamıyor olabilir, ama mutlaka bir şekilde yaşar.
Birine bakarsınız, bir sürü parası vardır, iyi bir işi vardır, iyi bir evliliği vardır, ya da ne bileyim işte sizde olmayan bir çok şey, onda vardır. Kendinizi, o kişinin hayatını ya da şansını kendiniz için isterken, ya da o kişinin sizden fazla olduğunu düşündüğünüz şeyi kaybetmesini dilerken bulursunuz.
Kimi, çalışmakla asla elde edilemeyecek gibi görünen bir zenginliğin içine doğmuştur. Bir başkası çok güzeldir, ya da Allah vergisi bir yeteneği vardır. Kimi çok akıllıdır. Ya da ne bileyim işte, üç ömür boyu çalışıp çabalasan elde edemeyeceğin, sana olmayan bir fazlalığı vardır.
Bakalım bu yüzeysel görüntünün içerisinde, o kişiler derinlerinde ne mutsuzluklar, yetersizlikler ya da hayal kırıklıkları yaşıyor, dışarıdan bakıp da tahmin etmek kolay mı? Belki de kendi hayatın onunkinden çok daha tatminkardır.
Eğer benim hayatım daha güzel diye düşünmek mümkün değilse, gözleri, kendinden daha yoksul, daha yoksun, daha az şanslı olana çevirmekte fayda var. Belki böylece kıskançlık duygusunu, sosyal yardım duygusuna devşirmek mümkün olur. Ya da en azından boşuna duygusal yükler yüklemezsin yüreğine.
Bundan birkaç yıl önce çok aydınlatıcı bir an yaşamıştım. Hayatım boyunca varislerimden ve bacaklarımdaki dolaşım yetersizliğinden çok çekmişimdir. Bütün ömrüm boyunca ağrısız bacaklar istemiş, güzel görünen, varisi olmayan bacaklı kadınlara hasetle bakmışımdır.
Dolaşım yetersizliğinin yarattığı rahatsızlık, ödem, yorgunluk ve ağrı hissinin ne kadar bezdirici bir şey olduğunu çekmeyen bilemez. Öyle günler olur ki baldırlarımdaki ağrıyı sanki bir aslan bacağıma pençe atmış ve kendi de bütün ağırlığı ile bacağıma asılıyormuş gibi tarif ederim.
Gene bir gün bacaklarımda dayanılmaz bir ağrı ile muayenehaneme doğru gidiyordum. Bir yandan da, bu ağrı ile daha saatlerce çalışmak ve ayakta kalmak zorunda olduğum için kendime acıyor, içimden söyleniyordum.
Yoldan karşıya geçerken, karşı kaldırımdan, nasıl yürüyebildiğine inanamadığım derecede sakat bacağı ile bir başka yayanın da yoldan geçmeye çalıştığını gördüm. Arabalar adamı görünce duraklayıp ona yol verdiler, adamcağız bin bir güçlükle karşıya geçti. Birden bire az önceki düşüncelerimden utandım. Önce ya bu kadar sakat olsaydım diye düşündüm, bir saniye sonra da bu adam gene kendi kendine yürüyebiliyor, ya hiç yürüyemeseydi diye düşündüm.
Bu aydınlanma anından sonra artık hiç kimsenin benimkinden daha sağlıklı ve güzel bacaklarına özenmiyorum. Benimkiler ağrı sızı içinde de olsa beni taşıyor ya, onları seviyorum. Eskiden, elimde olmadan fetişistler gibi milletin bacaklarına baktığımı fark ettim, o günden sonra kimsenin bacağına baktığımı hatırlamıyorum. Haset, demek ki insanın bakma alışkanlıklarını bile etkiliyor.
Yine benzer bir aydınlanma anını da asistanlığımda yaşamıştım. Asistanlar arasında oldukça ağır kanlı bir arkadaşımız vardı. Doğrusu onun iş yapma hızına kızar, işlerin çoğunu bana bırakmak için özellikle yavaş davrandığını düşünürdüm. Üstelik sanki evren tarafından korunuyormuş gibi de bir hali vardı. Nöbetlerinde, benim nöbetlerin aksine, çok az hasta yatar, nadiren acil iş çıkardı.
Aynı serviste günaşırı nöbetteyiz, ben, nöbetimde en çok 3- saat uyuyabilirken, nöbet ertesi hastaneye geldiğimde, bu arkadaşı gözleri uykudan şişmiş bir halde bulurdum.
Bana bir hafta sonu sabahı, prematüre servisini devrederken, gene gözleri fazla uyumaktan şişmiş, güzelce dinlenmiş bir halde bana nöbetin çok rahat geçtiğini anlattı. Bütün nöbette oturmuş, çay içip, sohbet etmişlerdi, ama az önce ikiz bir prematürenin geleceğini haber almıştı. Ben daha servisi devir alma vizitini bitiremeden 3 bebek daha haber verdiler. Bebekler beni beklermiş gibi yağmur gibi bastırdılar, o bomboş servis doldu, ben kendimi oradan oraya çarparak, hastaları kabul ettim, kan değişimleri yaptım. Ertesi sabah mosmor gözlerimle bütün işi bitirmiş, servisi stabilize etmiştim. Arkadaşım gene rahat bir nöbet günü geçirdi. Gene de birkaç önemsiz işi yetiştirememişti (!).
Baktım içimden kıza karşı hırslanıyorum, kendimi kötü hissediyorum, kıza bağırmak filan istiyorum, içinden kıza sayıp dökeceklerimi kuruyorum. O anda aklıma, ‘’onun da şansını sevmek lazım’’ diye güzel bir ilham doldu. Birden bire rahata kavuştum.
Bundan sonra da benim nöbetlerim zor, onunkiler kolay geçmeye devam etti, ama hiç olmazsa içimi karatmadım. Gülüp geçtik birlikte. Öyle ya kızcağız, hastaları benim nöbetlerime kasıtlı yöneltmiyordu ya, şans işte. Sonra eli de gerçekten yavaştı, o kadar becerebiliyordu, işleri bana yıkmak için yavaş davranmıyordu.
Bu arkadaşım daha sonra kendisi haksızlığa uğradığı halde, ilk kıdemlilik günlerimin acemiliğinde, bana çok destek oldu. İyi ki o kötü duygularımdan arınmış ve arkadaşımla durumu güzelce konuşacak ruh haline gelmişim dedirtti yani.
Başka birinin başarısını kıskanmak da olası. Biraz da bunun üzerinde düşünmek lazım.
Başarı benim için nedir? İyi bir meslek sahibi olmak mı? Daha fazla para kazanmak mı? Dünya çapında bir keman virtiözü olmak mı? Everest’e çıkmak mı? Oskar almak mı? Ne?
Başarı benim için neyse işte ona sahip olduğunu bildiğim insanlar var. O kişi o kıskanılacak başarıya nasıl sahip oldu?
Elbette gelip geçici bir şans parlamasından değil, gerçek ve kalıcı başarıdan söz ediyorum. Çünkü gerçek başarı asla bir tesadüf değildir. Sadece buzdağının sizin göremediğiniz kısmıdır. Denizin altında kalan kısımda ise o kişinin o başarıya ulaşmak için yaptığı maddi ve manevi yatırımlar vardır. Akıl vardır. Kararlılık vardır. Uykusuz geçmiş geceler vardır. Gerçek anlamda emek, cesaret, disiplin, azim, eğitim, deneyim, yenilgiler, planlamalar ve çalışma, çalışma ve çalışma vardır.
Eğer bir başkasının başarısından etkilendiysem, onun alt yapısını da görmeye çalışmalıyım, bakalım bunca emeği verecek gücüm ve azmim var mı? Muhtemelen yok, olsaydı zaten o başarının sahibi ben olurdum.
Bazen ne kadar uğraşırsanız uğraşın bir türlü onun kadar iyi olamazsınız. Bu doğrudur, ama o zaman da acaba hedefimi gerçekçi seçmedim mi diye düşünmek lazım. Öyle ya herkesin kapasitesi ve yetenekleri her şeyi yapmaya uygun değildir. Şimdi ben istesem, ömür boyu bile isteseydim, bu iskelet yapımla bir akrobat olabilir miydim? Eğer hayat hedefim bu olsaydı, muhtemelen çok başarısız ve mutsuz bir hayat sürecektim.
Allah herkesi istekleri, yeteneklerinden büyük olandan korusun.
Eğer ulaşmak istediğiniz başarıda mesela dünya çapında bir ressam olabilmek gibi mutlaka Allah vergisi de gerektiren bir şey varsa, ve olamıyorsan, artık olanın şansını sevmeyi deneyeceksin.
Kıskançlığın olumlu bir tarafı da var elbette, insana eksiklerini fark ettirir, sınırlarını zorlamaya ve başarıya azmettirir. Ama hepimizin bu dünya üzerinde alacağı dersler ve rolleri bir birinden farklı.
Yarıştığın, sınırlarını zorladığın kişi ‘’dünkü kendin’’ olmalısın. Doğru ve ulaşılabilir bir hedefe doğru ilerlemek için kendinle yarış, adım adım ilerle, ağır ağır acele et. Alışkanlıklarının durgunluğuna savaş aç.
Dün olduğun kişiden daha fazlası ol. Bir satır daha okumuş, bir şiir daha dinlemiş, bir sevinç daha yaşamış, bir kişi daha tanımış, bir çalışkan gün daha yaşamış, bir sokak hayvanına daha su vermiş, bir gönül daha almış kişi ol.
Evet.
Bizim Ayşe için geçmişteki kendisiyle yüzleşmek, benim içinse geçmiş beraber yaşadığımız lise yıllarındaki Ayseyi olduğu gibi hatırlama fırsatı.
SONUÇ : Hayat ileri doğru yaşanır geriye doğru okunur herkes tarafından.
Tüm hayat mücadelesi, başarı, öne geçme azmi, güç elde etmek, savaşmak, öldürmek ölümü kovma adina hayatta kalma eylemidir. Ölüm korkusunu baskılara adına tüm hırs ve saldırganlık yetilerimizi öne cikartirız.
Bir başkasına “üç günlük dünya “der geçer eğitimsiz anilmasina rağmen en eğitimli kişi aslında. Selam ve saygılarımı sunarım bizim Ayşe. En azından yine beni eski lose yıllarına tasşıdın.
Benim için zamanda seyehat ve anılarım adına çok önemli. Teşekkürler.
Cok guzel..haset kişiler mutlaka okumali..Gonlune saglik..