Ben Trabzon’da doğdum. Trabzon havaalanı 1957 yılında yani ben doğmadan önce açılmış. Yıllar geçtikçe havaalanının giderek trafiğinin artmasına, gümrüklü havaalanı olmasına, yeni halinin açılması şahit oldum. Hatta Farabi Hastanesinde çalıştığım çeyrek asır boyunca, uçakların iniş kalkışlarını izledim. Doğal olarak yüzlerce belki de binlerce kez bu havaalanında uçağa bindim, uçaktan indim.
Geçen günlerde Trabzon havaalanında inanılması güç bir uçak kazası yaşandı. İnanılması oldukça güç, çünkü uçak piste konduktan sonra kaza oldu. Uçak havaalanı pistinden çıktı, pist kenarından denize uçmak üzereyken, uçurumun kenarında asılı kaldı. Bu uçağın içinden hiç kimse sıyrık bile almadan kurtuldu. Olay dünyanın sayılı bütün televizyon kanallarının ana haber bültenlerinde yer aldı. Hatta bu kanallardan birinde, bir bilir kişi, Türkler çok şanslı, çok ucuz atlattılar gibi bir yorum yaptı.
Resimlere bakınca, kuyruğu pist hizasında olan uçağın denize düşmekten son anda kurtulduğu, uçurumdaki çamura saplanarak baş aşağı asılı kaldığı açıkça görülüyor. Kopan motor ise denizi boylamış.
Neyse ki galiba iyi yağmur yağmış da uçurum tamamen balçık haldeydi. Yolcular dizlerine kadar çamura batmış olarak kurtuldular. O kadar çamur olmasaydı, uçağın o pozisyonda durabileceğini düşünmek çok zor.
Gerçekten mucize gibi ucuz atlatılmış bir kaza olduğunu söylemek için bilir kişi olmaya gerek yok. Deyim yerindeyse yolcuların ‘’Verilmiş sadakaları varmış’’.
Bundan birkaç yıl önce öğrendim ki uçaklar öyle kendi kafalarına göre takılarak uçmuyorlar. Dünya üzerinde genel kabul gören uçuş rotaları, yani bir çeşit gök yüzü oto yolları var. Bu yollar anladığım kadarı ile havaalanlarının olduğu noktalardan geçiyor ve bütün uçaklar, bir havaalanının radarından diğerine giriyorlar. Böylece hiç gözden kaybolmuyor, olağan üstü koşullarda acil iniş yapabiliyorlar.
Trabzon havaalanı aslında oldukça önemli bir hava yolu üzerinde bulunuyor. Irak ve Afganistan savaşları sırasında açıkça fark edildiği gibi Doğu’ya giden bu yol üzerinde NATO toprakları üzerinde son havaalanı gibi şanssız konumu da var.
Irak savaşı sırasında günlerce, İstanbul istikametinden gelen ve tam da Trabzon şehri üzerinden yön değiştiren savaş jetleri, 15 dakikada bir tepemizden geçmişti. Savaştan kilometrelerce uzakta olduğumuz halde bu hava trafiği bize o savaşın olanca eşitsizliğini, adaletsizliğini, acımasızlığını göstermişti.
Sonra, 2003 yılında sanırım Afganistan’dan dönen ve İspanyol askerlerini taşıyan bir Ukrayna uçağı Trabzon Havaalanına yakıt ikmali yapacaktı. Muhtemelen hava şartlarından, pisti 3 kez pas geçmek zorunda kalmış, bundan sonrası nasıl oldu bilen yok. Ama belli ki pilot uçağı kara tarafına yöneltmiş ve denizden aniden yükselen Karadeniz coğrafyasını bilemediği için ilk dağ silsilesine çarpmış, uçak ve içindekiler paramparça olmuştu.
O gün ölü sayısı 74 olarak belirlenmişti. Ama cesetleri toplamak ve bir araya getirmek günler sürmüştü.
Bana göre Trabzon havaalanının gerçekten zorlu bir takım özellikleri vardır.
Havaalanı neredeyse denizin içinde bir uçak gemisi gibi konumlanır. Karadeniz’in hırçınlığı malum, hava birkaç saat içerisinde 4 mevsimin yaşanabildiği değişken bir havadır, havaalanı da denizin bütün rüzgarlarına açıktır. Uçaklar pek çok seferde yan rüzgarlar, hatta alttan esen rüzgarlarla boğuşarak oldukça tehlikeli iniş, kalkışlar yapar.
Havaalanının kara tarafında arazi denizden hemen yükselerek, birkaç kilometre sonra rakım bin metrenin üzerine çıkar. İspanyol uçağı pisti pas geçtikten hemen sonra dağa çarpana kadar bu durumun farkında bile değildim.
Bölgede özellikle ilkbahar aylarında denizden yükselen ve şehri de havaalanını da bazen günler boyunca işlevsiz bırakan yoğun bir sis olur. Yıllar önce yurt dışında bir kongreye gitmiştim. Dönerken İstanbul havaalanında bizim seferimize rötar verdiler, ama Trabzon havaalanının günlerdir sis altında olduğunu ve hiçbir uçağın konup kalkmadığını öğrendim. Gene de umutla beklerken bir yabancı adam da telaşla bizimle birlikte bekliyordu, meğer bizim fakülteye konuşmacı olarak davet edilmiş. Adamı da sahiplendik elimiz mecbur. Neyse ki bizim uçak kalktı. Bizden sonra iki gün daha yoğun sis vardı. Adamcağız konuşması yapmış ama bu sefer de geri dönemiyordu. Elbette ona misafirperverlik gösteriyoruz, aradan oraya taşıyıp rehberlik ediyoruz. Artık hava açıldı, adamın uçağına birkaç saat var. Hastanenin o zamanlar 11’inci katta olan yemekhanesinde karşılıklı yemek yiyoruz. Tabii havaalanı tabak gibi görünüyor. Adamcağız havaalanını görünce rengi benzi attı. Ben buranın ‘’uçak gemisi’’ olduğunu bilseydim, İstanbul’dan geri dönerdim dedi, iyi ki o gün denize uçmamışız dedi.
Son olarak da havaalanı, bölgenin ana arteri olan, yoğun trafikli sahil yoluna paralel yapılmıştır. Yolun hemen üzerinde Üniversite kampüsü olduğundan havaalanı artık iyice yerleşim yeri içerisinde kalmıştır. Havaalanının batı ucunda, havaalanı ile deniz arasında Üniversitenin Sahil tesisleri ile, Trabzonspor tesisleri vardır. Yani havaalanı neredeyse dört tarafından binalarla sarılıdır.
Bunun bir çaresi var mı bilemiyorum. Ama bana havaalanlarının şehirden biraz uzak olması daha doğru gibi geliyor. Yani uçak, Trabzon’da, denizde kayıkla çarpıştı, yolda otobüse bindirdi, sahil tesislerinde çay içen insanların üzerine düştü, fakültelerden, otellerden, apartmanlardan birine daldı diye duyarsam şaşırmam.
Ben bu kadar çok uçağa binmiş ve hiç uçma korkusu olmayan biri olarak açıkça itiraf etmem gerekirse, hayatımda sadece iki kez uçağın düşeceği korkusuna kapıldım. Her ikisi de Trabzon havaalanına inmek üzere iken oldu.
Sanırım atmışların sonu ya da yetmişlerin başında Trabzon havaalanına inerken düşen bir başka uçağı daha hatırlıyorum. Bu uçağın enkazını Ofluoğlu ailesi almış ve artık ne yapmayı düşündülerse yıllarca Yıldızlıda doktor evlerinin oradaki arsalarında muhafaza etmişlerdi. Biz de, yaz tatillerimizi, bu uçağın ev, köfteci, otel vs yapılacağına dair şehir efsanelerini dinleyerek geçirirdik. Bildiğim kadarı ile, bu uçak enkazı ailenin gençlerinden birinin bu arazi üzerinde kamp kurmaları dışında bir işe yaramadı.
Bu eski kaza ile ilgili bir başka anım da, tam o sırada Trabzon’un hekimlerinden birinin kızı pencereden düşüp, ciddi yaralar almış, neredeyse bütün kemikleri kırılmış ve komaya girmişti. O düşen uçakla çocuğu Ankara’ya götüreceklerdi, uçak düşünce helikopter ile götürmüşlerdi.
Yıllar içerisine yayıldığı için gözden kaçabilir ama aynı havaalanına üç uçağın, hepsi de inerken (ya da inemezken) düşmesi doğal mıdır?