Herkes Trabzon’daki Uzun Gölü bilir, ancak ondan birkaç km içerde, küçük ama çok güzel bir kanyonu geçerek gidilen Demirkapı (Haldızen) yaylasını çok az kişi bilir. Burayı Trabzonlular dışında pek kimse bilmez, dolayısı ile turist hemen hemen hiç olmaz, kamp yapmak için çok hoş bir seçimdir.
Uzun Göl, jeolojik olarak bir baraj gölüdür, ama baraj insan eliyle yapılmamıştır, heyelan sonucu Haldızen deresinin önünün kapanması ile göl oluşmuştur (Trabzon’daki Sera gölü de benzer şekilde meydana gelmiştir).
Son yıllarda Uzun Göl resimleri, Trabzon’un hatta Türkiye’nin en bilindik turistik karelerinden biri haline geldi. Ne yazık ki, en son yıllarda da doğal erezyonla göl iyice dolarak ufaldı, pek çok noktası sazlar altında kaldı. Çevresine koca, koca oteller, lokantalar yapıldı, o güzelim havası tamamen yok oldu, göl adeta bir havuza döndü.
Ben Uzun Göle ilk kez giderken, yol boyunca yolun yanından deli deli akan dereye bayılmış, gölü gördüğümde ise biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Bu ilk gidişten sonra, artık iyice meşhur olmuş olan göle, Trabzon dışından gelen bütün misafirlerimi götürmeye başlamıştım, ta ki bence eski tadı tuzu kalmayana dek. Ancak gene de özellikle kış aylarında kar altında iken pek hoş olur.
Artık sayısız kez gitmiş olduğum Uzun Göl gezilerinden biri oldukça farklıdır. Bu geziye galiba birkaç araba ile Uzun Göle kadar gidip, sonra Mukaddes ve ben, Haldızen’de kamp yapmıştık.
Mukaddes Kalyoncu (KTÜ pediatride hoca) o zamanlar soyadı Doğan’dı ve KTÜ’de pediatri asistanı idi. Dağlarda, yürüyüş yapmaktan inanılmaz derecede zevk alırdı, o kadar ki dağlar kızı Reyhan diye anılır olmuştu. Birlikte bir kızlar yürüyüş timi oluşturmuştuk, her hafta sonu yürüyüşe çıkar, senede bir kaç kez de doğada kamp yapardık.
Mukaddes, Trabzonluların isim verme konusunda çok ilginç olduklarını düşünür, ‘’hocam burada uzun sokak diyorlar, kısacık bir yol, uzun kum diyorlar, ufacık bir plaj, uzun göl diyorlar, havuz kadar bir göl, neye uzun diyorlar anlamıyorum’’ diyerek şaşkınlığını belirtirdi.
Yılda birkaç kez kamp yaptığımız için çadırdan, ayakkabıya, kar uyku tulumundan, mataraya, her türlü malzememiz vardı. Hatta ikimiz de Türk kahvesine meraklı olduğumuzdan kahve fincanları, cezve filan da taşırdık. Fincanların tabaklarını ise ağırlık yapmasınlar diye götürmezdik, sonra çalı çırpı toplayıp, ateş yakar, kahve pişirir, falp bakmak için de fincanları büyük yapraklara kapatırdık.
Ancak o hafta sonu yaptığımız bu kamp çok farklı idi, çünkü sadece ikimiz vardık, diğer kamplarımız ise genellikle daha kalabalık olurdu. Bir yazı okumuştum; doğa gezilerinde iki kişi olmakla 5-6 kişi olmak arasında, duygusal olarak pek fark olmadığını yazıyordu. Daha kalabalık geziler, daha fazla sorumluluk ve organizasyon yükü gerektiriyordu. Ancak yazarın en keyif aldığı ve duygu olarak eşsiz bulduğu şey ise doğada yalnız başına olmaktı. Bu yazıyı okuduktan sonra gene de tek başına gitmeye cesaret edemeyip, iki kişi gitmeye karar vermiştik.
İkimiz, o gece Uzun Göle yakın bir yerde kamp yaparak, ertesi sabah erkenden yola düştük, doğruca gölden yukarıya, yolu ve dolayısı ile dereyi takip ederek, çok hoş bir kanyonun içinden geçerek Demirkapı (Haldızen) yaylasına vardık. Arabayı kanyonun hemen bittiği noktada yayla evlerine yakın bir yerde bırakıp, sırt çantalarımızla zirveye doğru yürümeye başladık.
Bu yayla Karadeniz’in muhteşem yaylalarından biridir. Güney tarafı Doğu Karadeniz sıradağları ile çevrilidir. Bu zirvelere yakın pek çok buzul gölü bulunur. Bu göller Balık gölü, Aygır gölü, Küçük göl, Sarı (Birömerin) gölü, Karagöl, Çift göller ve İkiz göller diye sıralanır.
Doğu Karadeniz Dağlarında bulunan diğer buzul gölleri gibi bunlar da birer doğa harikasıdır.
Yayla muhteşemdi. Tam çiçekli zamandı. Göllerin, her biri birer mücevher gibiydi. Önümüze çıkan ilk göl Karagöl’dü. Karadeniz dağlarında dikkat çekecek kadar çok Karagöl isimli buzul gölü vardır, ancak bunlardan hiçbiri kara değil, resmen masmavidir.
Bu muhteşem buzul gölünün çapı 100×50 metre, derinliği ancak 1-2 metreydi, ama çevresinde minik çakıllardan oluşan, 20-30 santim genişliğinde kıyıcığı vardı. Suyu tertemiz, buz gibi soğuk, berrak ve maviydi, dibindeki çakıllar tamamen görünüyordu. Dayanamayıp suyundan bile içtik, neden mayomuzu götürmediğimize dövündük.
Bu gölün kıyısından geçerek, Doğu Karadeniz sıra dağlarının o bölgedeki zirvesine doğru yürüdük. Zirveye çıkınca çok ilginç bir manzara vardı. Önünüzde Karadeniz’in yeşil doğası, masmavi parlayan göller, güney yamaçta ise orta Anadolu’nun bozkırı, siz o isimsiz noktada dururken, çok farklı duygular içerisinde oluyorsunuz. Ben Mukaddese bak Türkiye’nin coğrafi bölgeleri öyle hayali çizgiler değilmiş, meğer gerçekten coğrafya değişikmiş diye entelektüel bir nutuk bile attığımı hatırlıyorum.
Göz alabildiğine manzara uzanan yerimizden bakarak diğer gölleri de bulduk, bütün gölleri gezdik, sonunda güle oynaya geri dönerken köyde bir kadınla karşılaşıp konuştuk.
Bize çok şanslı olduğumuzu ve bütün yıl, 3 gün üst üste sis olmayan zamanda orada bulunduğumuzu söyledi, sonra tazı gibi burnunu havaya kaldırıp bir iki nefes çekti ve ‘’tam da zamanında gidiyorsunuz birazdan sis basacak’’ dedi.
Biz önce inanmadık, çünkü oraları gezdiğimiz 2 gün boyunca bir bulut bile görmemiş, bir damla terlememiştik. Kadınla konuştuğumuz sırada arabamızı terk ettiğimiz yere 15 metre uzakta idik. İyi ki de öyle imiş, yoksa kadının konuşması biter bitmez bastıran sisten arabayı da göremez hale gelebilirdik.
Sonradan kadının sisi koklayarak tanıması çok ilgimizi çekti ve bir hayli bu konuda konuştuk. Daha sonraları yıllar içinde ben de sis kokusunu tanımaya başladım.
Merhaba.önümüzdeki hafta uzungolde kamp yapacağız ailece.haldizen yaylasina normal binek araba ile cikilabiliyormu yoksa 4×4 gibi arabamı olması lazım.haldizende kamp yapabilirmiyiz?