Ben nereden bileyim, ne de olsa şehir kızıyım, meğer bahçede yapılması gereken ne çok iş varmış.
Geçen yıl, Nisan sonunda taşındığımız zaman, çevremizdeki çam ormanlarının dışında da, köydeki bütün bahçeler, tarlalar, asfaltların kenarları yemyeşil iken, bizim bahçemiz sapsarı üzerinde tek bir ot tanesi bile bulunmayan kupkuru bir yerdi. Bir saat pencere açık kalsa masaların üzerinde Sahra çölünün kumlarına benzeyen, sarı kalın bir toz, toprakla kaplanıyordu.
Buna rağmen komşunun tavukları gün boyu azimle bizim bahçede eşiniyordu. Ben de zavallı hayvanlar, hiçbir şey bitmeyen bu çorak toprakta ne bulup da otlanıyorlar diye düşünüyordum. Meğer bahçenin bu çorak hali zaten bu zamane dinozorlarının marifetiymiş. Mayısın başında bahçenin etrafını tellerle çevirince tavuklar dışarıda kaldı. Bundan sonraki birkaç gün içinde bahçenin içinde de etraftaki yabani otlardan fışkırdı. Fışkırdı derken abartmıyorum, tavuklar bütün bu süre boyunca her otu yedikleri gibi, toprağın altını üstüne getirmişler ve üstelik de güzelce gübrelemişler. Yol kenarlarındaki otlar mesela bel hizasındayken, bizim bahçenin otları boyumuza kadar büyüdüler.
Nermin bahçeye, bostana çok meraklıdır. Normal fidan dikme, bostan yapma mevsimini geçirmiş olduğumuz halde, bahçenin bu vahşi haline tahammül edemeyip, arka bahçeye birkaç çiçek, ağaç dikti. Pazardan birkaç domates, biber, kavun, karpuz fidesi alıp, mütevazi bir bostan da yaptı. Bütün bunlar evin arka bahçesinde yapıldı, bahçenin o kısmı oldukça düzlük olduğu halde, inşaat yapılırken, ağır araçların tekerlekleri tarafından ezilmiş, sert ve sarı bir topraktı. Fidanları dikmek, bostanı yapmak için, üzerine biraz toprak dökmek ve bol bol gübrelemek gerekti. Neyse ki köy hayvanların bol olduğu bir köy olduğu için gübre bulmak çok kolay. Şimdi bir yıllık bakım sonrasında bile toprağın rengi koyulaştı, daha güzel görünmeye başladı. Üzerine dikilen fidancıkların çoğu da tuttu, kışın yaprak dökmüşlerdi, şimdi üzerlerinde minik minik canlanmalar başladı. Kışın avluya diktiğimiz soğanlı çiçekler de gayet güzel çiçek açtılar.
Geçen gün yolun kenarlarında tarlalar dolusu, doğal flora anemon çiçeği gördüm, hemen kürekleri kapıp arabaya atladık ve bir sürü çiçeği köküyle birlikte alıp, bahçenin düzgün bir köşesine diktik, sanırım tuttular, çünkü orijinal talaşındaki çiçekler kadar uzun süre canlı kaldılar. Nermin’e sorarsan bunlar tohum dökecekler ve seneye aynı alanda daha fazla çıkacaklar. Zaten niyetimiz de bu, çevredeki doğal çiçeklerden toplayıp, bahçenin büyük kısmını doğal flora ile doldurmak. Çünkü çevremizde 6-7 ay boyunca iki üç haftada bir farklı çiçekler açıyor, umarım bir iki sene içerisinde bizim bahçe de öyle olur. Umarım seneye bu yıl diktiğimiz anemonlar yeniden açarlar da bahçe için çevreden yabani çiçek toplama projesi gerçekleşir.
Evin ön tarafında, yani bahçenin geri kalan kısmında ise durum çok vahim. Her şeyden önce, ön tarafta oldukça dik bir eğim ve bol bol da inşaat artığı var. Araba yolu, yaya merdiveni, limonluk, su direnaj kanalları, sarnıç inşaatı filan nihayet bitti, sıra geldi boşlukları toprakla doldurup, yokuşları taraçalandırmaya.
Derken arka bahçeyi yeniden ot bastı. Şimdi birkaç günden beri iki adam sabahtan akşama kadar çalışıyorlar. Otlar biçildi, toprak düzleştiriliyor. Sanırım ön tarafa da birkaç traktör dolusu toprak doldurulduktan sonra, artık baharat bahçemi yapmaya başlayabilirim.
Bir de köyün dışında, ormanın bitişiğinde, iki dönümünde 10 adet zeytin olan 6,5 dönüm bir arazi almıştım. Bu ağaçlar yıllarca hiç bakım görmemiş ve meyve de vermeyen kısır ağaçlardı. Bu yıl, arazinin etrafını çevirip, keçileri sokmayınca ve ağaçları da usulüne uygun budayıp, ilaçlayıp, sulayınca bayağı zeytin verdiler.
Bu arazinin zeytinlik olan kısmı biraz ıslah edilmişti, ama geri kalan kısmı kayalık bir alandı. Nermin burayı ıslah edip, meyvelik yapmaya karar verdi. Köyde yaz aylarında su problemi olduğu için, meyveliği yapabilmek için bir kuyu açtırmamız lazımdı. Su deposunu da yaptırdık.
Arazide su aratmak için benim ziraat odasına kayıt yaptırmam ve çiftçilik belgesi almam gerekti. Daha sonra arazide su aratmak için başvurduk. Bayağı ciddi işler bunlar, direkt mühendisler gelip, işin başında duruyorlar. O alanda bir çınar ağacı vardı, altı da sazlık olduğu için köylüler, orada su olduğunu düşünüyorlardı. Ancak mühendis çok daha farklı 3 yerde su aradı, ikisinde bize yetecek kadar su vardı, ama kuyu için bize bir noktayı önerdi.
Suyun varlığını kanıtlayınca, bir kuyu açtırdık. Bu öyle kolay bir iş olmadı, önce kuyucuları bulacaksın, adamların işleri başlarından aşkın, bize bir tarih verdiler. Söyledikleri tarihte köye özel aletler, kamyonlar, sondaj cihazları geldi, ama adamlar ortada yoklar. Meğer uzun zamandır evlerine gidemeyen işçilere birkaç gün izin vermişler. Sonunda işçiler gelince, arazide kendilerine küçük bir konteyner kulübe kondurdular. Sondaj makinesinin kullanması için bir havuz oluşturdular, havuz betonlandı. Buraya bir sürü su taşınıp ( 100 arazöz dolusu), havuz suyla dolduruldu. Zaten pek zavallı görünen arazinin altını üstüne getirdiler, yüzüne bakılacak hali kalmadı.
Sondaja başladıktan sonra birkaç kademede su çıktı ama mühendis ruhsat alabilmemiz için her şeyin usulüne uygun olmasını istedi. Suyun alınabilmesi için bir takım şartlar var. İlk 40-50 metrede çıkan su, ormanın hakkı imiş, böylece daha derine inildi. İkinci bir katmandaki suyu, mühendis uygun bulmadı, her katmanda çıkan suyun etrafı güzelce betonlandı. Köylüler ise kaçak kuyu açmaya alışmışlar, işçileri bize şikayet ediyorlar, su var ama sizden fazla para almak için daha derin kazı yapıyorlar diye araya nifak sokmaya çalışıyorlar. Ben ise mühendisler ne diyorsa öyle yapalım, sonuç olarak ruhsat isteyeceğiz diye düşündüm. Uzun lafın kısası kuyunun açılması tam bir ay sürdü, ama sonunda içilebilir kalitede suyumuz oldu. Bundan sonra nihayet kuyumuza ruhsat aldık.
Ancak işler henüz bitmedi. Bu sefer de kuyunun motoru için elektrik ruhsatı almamız lazım. Eminim ki kaçak yapsam bunların hiç biri başıma gelmeyecekti, ama bakanlık 6,5 dönüm arazi için en az 65 fidan dikilmiş olarak görmek istiyor. Hem gelip gözle sayım yapıyorlar, hem de uydudan bakıyorlarmış.
Biz zaten orada inşaat yapacak değiliz, elbette fidan dikeceğiz, ama illa ki dikilmiş fidan görecekler. Tamam dikelim dedik ama bir yağmur, çamur bastırdı, haftalarca dikim işi olamadı. Çünkü zaten kayalık olan arazi bir de kuyu falan açılıp berbat hale gelmiş, fidanlardan önce özel bir traktör gelip, toprağı düzeltmesi, kayaları temizlemesi gerekli. Bunun için de toprağın çamur, batak halde olmaması lazım. Her neyse sonunda havalar izin verdi de dikim vakti geçmeden, bakanlığın istediğinden de fazla fidan diktik.
Nermin’in istediği fidanları bulmak için de artık yanı başımızdaki Kangırlı köyünden, ta Edremit’teki köylere kadar, o fidanlık senin, bu sera benim dört döndük. Bu hengamede, arkadaşım Prof. Dr. Elif Dağlı da, onca işinin arasında, verdiği sözü unutmamış, bize bahçesindeki kokulu üzümden çubuklar gönderdi.
Elif büyük bir ciddiyetle, üzüm çubuklarını kongrelere giderken, posterleri koyduğumuz, yuvarlak kutuya koyarak göndermiş. Bize kargo ile bir şey gönderildiği zaman, kargo eve kadar gelmiyor, telefona mesaj çekip, geldik sizi bulamadık, kargonuzu merkezden alın diyorlar. Ben şehre inip de, kolumda poster kutusu ile dönünce Nermin, kıza bak doçentlik tezi gönderir gibi üzüm çubuğu göndermiş diye çok şaşırdı.
Bütün bu süreç içerisinde, araçlarımız şehir arabası olmaktan çıktı, birer çiftlik aracına döndü. Biraz paradan yana belimi doğrultunca, bahçe işlerinde kullanmak için adam akıllı bir araç almaya karar verdim.
Şimdi artık sıra elektrik ruhsatında. Sanırım önümüzdeki hafta artık ruhsat çıkar ve sonunda arsaya elektrik çekilir. Bundan sonra da kuyudan suyu çıkarıp depoya pompalayacak motoru taktıracağız.
Haziran ayına kadar, yani yağmurlar durana kadar damla sulama hortumlarını yerleştireceğiz.
Her iki taraftaki toprak doldurma, taş temizleme işleri bitince evin önündeki yokuşu artistik bir şekilde taraçalandıracağız. Niyetim bu işlemi yaparken, bahçeye kendi dokunuşumu katabilmek için işçi gibi çalışmak. Belki bu sayede biraz kol kaslarımı da geliştiririm.
Galiba ağır işleri bir iki ay içerisinde bayağı tamamlayabileceğiz. Ondan sonra artık, bitkileri dikme ve onlara bakma aşamaları.
Bu sene artık bostan ürünlerimizden fazla olanları pazarda sattırmaya karar verdim. Birkaç yıl sonra meyve bile pazarlayabilirim. Ne de olsa boşuna çiftçi belgesi almadım.
Şimdi yazarken bile yoruldum, ama bu işler çok tatmin edici işler. Bahçede harcadığımız emek, zaman ve paraya değiyor. Bir fidancığın üzerinde yeşeren bir yaprağı gördüğümüzde, bahçeden kopardığımız bir sebzeden yemek yaptığımızda, ya da kendi diktiğimiz bir çiçeğin açtığını gördüğümüzde kendimizi çok mutlu hissediyoruz.
Buraya geldiğimden beri ev stüdyosunda yoga dersine katıldığım bir arkadaşım var. O da Çanakkale’ye benden daha da yakın bir köye taşındı ve doğal olarak stüdyosu da artık bu köyde. Ben de kızcağızı, yemeklerini ben yaparım, hadi sana bir açılış yapalım diyerek kızı coşturdum. Güzel bir açılış yaptık. Ben de Hint yemekleri yaptım. Yaptığım pilava koyduğum defne yaprağını, geçen yıl bahçeye diktiğimiz defne fidanından koparttım. Acı biberler, biberiyeler, naneler ve kişnişler de bahçemizin ürünüydü.
Yıllar içerisinde, elimden geldiği kadar, daha kapsamlı bir baharat bahçesi oluşturmayı düşünüyorum.