Önceki yazıda 5 yıllık kalkınma planı hazırlayıp, dosya şeklinde yöneticilerimize sunduğumu yazmıştım.
Planlarımızdan bazıları, örneğin eğitim programımızı güncellemek ve güçlendirmek bizim yapabileceğimiz bir işti. Bu konuda gerçekten ciddi çaba sarf ettik diyebilirim. Örneğin asistan eğitimini standardize etmek için eğitim programı hazırladık. Gerçi bu konuda çok da önemli bir gelişme sağlayamadık ama hiç değilse öncelikle asistan ve intörnlerin eğitimine yönelik sabah ve öğlen toplantılarımızı düzene soktuk. Ayda en az bir/iki saat hoca dersi ekledik. Asistanlara kıdemli olmadan önce bir sınav koyarak, ara yerde ders çalışmalarını sağlamak istedik.
Başkanlık dönemimden önce asistanlara 4 yılları bittikten sonra nöbetleri yok denecek kadar azalıyordu. Hal böyle olunca da herkes ya askerden kaçmak ya da mecburi hizmete gitmemek için bir türlü uzmanlık sınavına girmiyordu. Daha da korkuncu bu durumda yeni asistan alamıyorduk. Ben başladığımda toplamda 14 tane asistan vardı. Bir kısmı 8 yıllık filan olmuşlardı, en çömezler ise yemin ederim ki 2,5 yıldır gün aşırı nöbet tutuyorlardı.
Başkan olduğum yıl, bazen uzlaşmayla, bazılarını tehditle zorla sınava soktum bir yılda tam 12 uzman verdik. Erkeklerin çoğunlukta olduğu asistanlar bir de o yaz çıkan kısa dönem askerliğe yazıldılar. Yaz aylarında nöbetler nasıl tutulacak diye uykularım kaçtı ama nihayet yeni kadrolar açıldı. İlk asistan olarak Murat Çakır tek başına geldi, 6 ay sonra 6 kişilik, ondan da 6 ay sonra 4 kişilik bir genç ekip geldi. Bundan sonra düzenli bir şekilde asistan alarak hem sayı artırdık.
Çok iyi yetiştiklerini, gittikleri yerlerdeki başarılarından izliyorum.
Stajımızı da daha iyi bir şekilde biçimlendirdik, hocalarla öğrencilerin daha fazla zaman geçirmelerini sağladık, sözlü sınavları tek kişilerden alıp, jüriler haline getirdik. Probleme dayalı öğrenim modülleri ekledik. Öğrencilere gerçek vakalardan esinlenerek vakalar verdik ve onların sunum yapmalarını istedik. Propödetik saatleri ve sınavları koyduk. Sınav final notlarını yazılı, sözlü, propödetik ve sözel sunum notlarının ortalamasını alarak vermeye başladık.
Hatta pediatrik hastalarda semptomdan teşhise gibi bir de kitap yazmaya kalkıştık. Ancak ne yazık ki bu girişim sadece 15/20 buklet olarak kaldı. Yurt çapında bir hizmet verememiş olduk ama bizim bir hayli işimize yaradı.
Bu arada bir uluslar arası katılımlı onkoloji günleri, bir ulusal pediatrik endokrinoloji kongresi, iki tane de bölgesel katılımlı pediatride sık rastlanan sorunlar kongresi yaptık. Ben daha önce de bir milli pediatri kongresi yapmış olduğum için bu konuda bir hayli deneyimli idim. Bu kongrelere hazırlık ve kongre yapmak işi başlı başına bir meseledir. Özellikle de o ilk milli pediatri kongresi başlı başına yazmaya değer bir anıdır. Muhtemelen günü birinde onları da yazarım.
Bu arada yeni alınan yardımcı doçentlerimizin de doçentlik sınavlarına hazırlık zamanıydı. Yani bizim mesleki, bilimsel yayın yapma konusunda da çok verimli olduğumuz bir dönemdi. Akşama kadar hastane işlerinde çalışır, akşam 18’den sonra da oturur, onların çalışmalarını tartışırdım. Diyorum ya çalışmaktan gözümün akı karası birbirine karışmıştı.
Hastane işlerine gelince, başkan olduğumda yaptığım ilk iş çocukların yanına anneleri refakatçi olarak almak oldu. Daha önce anneler yatırılmazdı, hasta sayımız da bir türlü beklediğim patlamayı yapmıyordu. Anneleri aldığımız duyulur duyulmaz, el yapımı bomba gibi hasta sayısı elimizde patladı. Hata yataklarımız yetmiyor, hastaları ikişer üçer yatırıyorduk. Rezillik diz boyu idi. Ama bu durum benim hoşuma gidiyordu, çünkü daha önce pediatri olarak bir türlü yerimizi genişletemiyorduk. Geldiğimde beri en büyük kazancımız Hilal hocanın bin bir uğraş sonucu aldığı yeni doğan servisi olmuştu. Kadın doğumun karşısı eskiden öğretim üyesi yemekhanesiyken şimdi yeni doğan servisi olmuştu. Ancak bu yeri alırken bile önceden bize ait olup da nedense kullanılmayan birkaç oda göz bölümüne kaptırılmıştı.
Bu dönemde yeni bir hastane yapılıyor, ancak o zamanlar adı ortopedi hastanesi olarak anılıyordu. Hazır yeni hastane açılacakken bizim yer ihtiyacımızı yöneticilere anlatacak daha iyi bir yol bulamamıştım.
Hastalara önce yerimiz yok yatıramayız diyorduk. Hemen dekanı bulup, bize telefon açtırıp kendilerini yatırtıyorlardı. Biz de hastayı mecburen başka bir çocuğun yattığı yatağa yatırıyorduk. Bu sefer de dekan tekrar arayıp, artık insaf et bu çocuğu aynı yatağa üçüncü olarak yatırmışsın, tek yatağa al diyordu. Ben de alamıyordum. Böylece bütün yöneticiler bizim yer darlığımız konusunda gün be gün ikan oluyordu. Gerçi ben de her yıl yeni dosya hazırlayıp, istatistiklerimi sunmaktan hiç vaz geçmiyordum.
Sonuç olarak bunca mücadeleden sonra-ki bu da, günden güne, aydan aya değişen, gelişen, içimi oyan, ayrı bir maceradır-pediatrinin yeri öncekinin sanırım 3 katına çıktı.
İlk kez dosya hazırlayıp da rektörün karşısına çıktığımda gerçekten çok şaşırmıştı. Rektörümüz o zaman Turkay beydi ve bildiğiniz gibi kendisi mühendistir. Bize ‘ siz tıpçılar’ deyip dururdu. Ben dosyamı ilk sunduğum zaman hocam artık bütün tıp fakültelerinde yan dallar var, bir tek biz geride kaldık diye anlattığımda pediatrinin de yan dalları mı varmış diye çok hayret etmişti, ama aklına çok yattı ve bu konuda bize çok da destek oldu.
Önce elbette öğretim üyelerimizin sayısının artması gerekiyordu. Üniversitelere yeni eleman alınması, gerçekten bir türlü aklımın almadığı, çok bilinmeyenli bir denklemdir. Ama emin olduğum bir şey varsa, o da rektörlük seçimleri yaklaşınca aniden bol miktarda yardımcı doçent alındığıdır. Neyse ki böyle bir zaman denk geldik ve 3 yardımcı doçent birden aldık. Daha sonra da birkaç kişi daha aldık. Bir kısmı geldi, gitti, bir kısmı kaldı. Ama sonuç olarak 6 yılın sonunda sayımız 10/12 olmuştu. İşlerin ne kadar hızlı yürüdüğünü anlamanız için şu kadarını söyleyeyim, hani başkan olduğum zaman gelen ilk asistan, Murat vardı ya, başkanlığım bittiğinde uzmanlığı bitmiş, öğretim üyesi olmuş, yan dalını da yarılamıştı.
Hastane elemanı alma konuları da oldukça sancılı süreçlerdi. Poliklinik hemşirelerinden bir gurubu büyük bir curcuna ile değiştirmek durumunda kaldım. Şansıma muhteşem bir ekip geldi. Benim hayatımı en çok kolaylaştıran ise bölüm sekreteri Embiya Gençağa’nın başlaması oldu. Babası zaten bizim poliklinik sekreterimizdi, yıllar içerisinde hastalıkları öğrenmiş, triaj bile yapar olmuştu. Mesela o güne kadar doktorlar tarafından atlanmış hipotiroidileri tanır, bana yönlendirirdi. Embiya, babasında da akıllı çıktı, bir kez söyleneni, bir kez yaptığını unutmaz, her şeyi bir söylenmesinde anlar, üstelik insanlara da iyi davranır.
Şimdi de yan dallarımızı nasıl kurduğumuzun hikayesini özetleyeyim. Bizim bölümde daha önce yan dalların kurulmasına pek sıcak bakılmamıştı. Hatta hocalarımızı kendi aralarında şimdi bunları yan dala gönderirsek başımıza hoca kesilirler diye konuşurken duymuştum. Buna karşılık hepimizi belli konularla ilgilenmemiz için birkaç aylığına bir yerlere göndermişlerdi.
Uzun lafın kısası o sırada bize yan dalını yapmış olarak gelen bir onkologumuz vardı. Bir arkadaşımız da kendi inatçı çabaları ve ana bilim dalının muhalefetine rağmen nöroloji yan dalı yapmaktaydı. Bunun haricinde hepimiz resmi olarak yan dalı uzmanı olmamamıza karşılık, birimiz hematoloji, birimiz yeni doğan, ben de endokrin hastalarına bakıyor, derslerini anlatıyordum.
Resmen yan dalları kurabilmek için, önce YÖK’ten izin alınması gerekiyordu. Nilgün’e önce onkoloji yan dalı için bir gereksinim ve ihtiyaç dosyası hazırlattım. Sağ olsun bu konularda çok azimlidir. Çok güzel bir dosya hazırladı. Ben de hazır işe başlamışken ana dalları kuralım dedim. Nilgün, ben ve Embiya başlangıç olarak toplamda 8 adet yan dal için dosya hazırladık. Onkoloji hariç hepsini ben idare edecekmişim gibi imza attım. Neyse ki YÖK kısa zamanda izin verdi. Böylece tıp fakültemizde fiilen zaten var olan yan dallar da dahil olmak üzere, bu yan dallarda nasıl uzman olunacağına dair yönetim kurulu kararı çıkartıldı.
O zamanlar henüz şimdiki gibi YUS sınavı yoktu. Biz yılların hocaları, kendi üniversitemizde misafir öğretim üyelerinin da olduğu bir sınavla yan dala başladık. Bir yıl boyunca, daha önceden yan dal uzmanı olan bir üniversitede o konuda çalıştık. Daha sonra da tez hazırlayıp, gene kapsamlı bir sınava girerek uzman olduk. Benim bu rotasyonum Atatürk Üniversitesinde, Prof Dr Zerrin Orbak ile geçti, tez danışmanım da İnönü Üniversitesinden Prof Dr Ayşehan Akıncı oldu. Aslında bu hikaye de ayrıca yazacağım kadar ilginçtir.
Yeni aldığımız yardımcı doçentler için önce Hacettepe ile konuşup yerlerini ayarladım ve bir yıl ara ile onları yan dal yapmaya gönderdim. Bu arada geride bıraktıkları işleri de lösemi hastaları hariç (onlara Nilgün baktı) hep ben yaptım.
Canım çıktı desem yalan olmaz. Bütün bu süreç boyunca asistanlar nöbetlerini beğenmez gelir bana ağlar, biri nişanlı kızı sever, sen istesen alırdın diye bana küser, bir asistan yan dal yapacağı hocasını değiştirmek ister, haydi bir sinir, sonunda benim hiç suçum olmadığı halde kabak benim başıma patlar, benden habersiz birileri alınır, vay sen aldın diye bana kızılır, hasta sahipleri tuvalet sırası kavgası yapar, ayırmak bana düşer. Akşamları eve gittiğimde dizlerimden kuşun yemiş gibi oluyordum.
Geceleri de rahat yoktu. Sürekli o yada bu hasta için aranıyordum. Yıllarca süren bir depresyona girmiştim. Kendimden, bedenimden, duygularımdan haberim olmazdı. Öyle ki başımın ağrıdığını bile benden önce yüzüme bakıp da katıldığımı gören Nilgün anlardı. O kadar berbat bir durumdaydım, gene de inatla çalışıyordum, hiçbir şeye yetecek kadar zamanım olmazdı, aynı anda 3 işi birden yapmaya çalışırdım, aniden sinirim tepeme çıkar bağırır çağırırdım.
Yani omuzlarımda aşırı bir yük vardı. Gene de ilk plana sadık kalmış, bilim dallarını kurmuş, eleman sayısını artırmış, hasta sayımızı artırmış, eğitim düzeyimizi biraz daha yukarı çekmiş ve servislerin yerlerini artırmıştık. Henüz poliklinikler dağıtılmamıştı ama şimdikinden çok daha geniş olacağı belli idi.
Artık başkanlığımın ikinci döneminin bitmesine 1,5 ay kalmıştı. En son olarak büyük çocuk yoğun bakım ve ikinci yeni doğan servislerinin kurulmasını sağlayıp, başkanlığı yeni bir arkadaşıma devretmeyi planlamıştım. Bütün her şey hazırdı. Hemşire ekibinin isimlerini bile biliyordum. Ana bilim dalı kurul kararı çıkarttık. Bu hafta artık hasta almaya başlayacağız diye düşünürken, benden habersiz arkamdan işler çevrildi ve bizim hemşireler başka bir yere aktarıldı, servisin açılması belirsiz bir süre ertelendi. Benim bunu duymam da tamamen farklı bir kaynaktan oldu.
Birden bire beynime kurşun yemiş gibi oldum. Bu artık bardağı taşıran son damla oldu. Bu haberi duyduğumda serviste vizit yapıyordum. Saat 11 30du. Ortalıkta çıldırmamak için odama koştum, kapıyı kilitleyip aynaya bakmaya başladım. Aynadan yüzüm kapkara, saçlarım diken diken halime bir yabancıya bakar gibi baktım baktım baktım. Sonunda ona seni seviyorum Ayşenur, sen benim biriciğimsin diyerek kapıdan dışarı fırladım. Soluğu dekanlıkta aldım. O zamanlar eski dekanımız İbrahim bey rektör, şimdiki rektör Süleyman bey ise dekandı.
Süleyman bey, yaşı benden küçük olmasına rağmen son derece klasik, muhafazakar bir adamdır. Adamcağızı odasında yakaladım. Hürmetle ayağa kalktı ve buyurun hocam dedi. Ben hiç giriş miriş yapmaya zahmet etmedim. Direk ‘ben menapoza giriyorum’ dedim. Zavallı adam, şok tabancası ile vurulmuş gibi oldu, yüzü gözü kıpkırmızı oldu, elini ayağını koyacağı yeri şaşırdı, ağzından ‘normal şeyle bunlar’ gibi bir söz çıktı. Ben de normal olduğunu biliyorum ama bak nasıl terliyorum diyerek elimi yırtacak gibi yakama attım. Süleyman beyin kendine gelmesine fırsat vermeden ‘’çok darlandım beni çabuk, hemen şu dakikada ana bilim dalı başkanlığından al, bak buralarda bayılırım’’ dedim. Dekan ne alakası var bile diyemedi, alı al moru mor beni yolcu etti.
Öğleden önce üzerine buzlu su dökülmüş kedi sinir içindeyken, öğleden sonra saat birdeki derse ciğer yemiş de bıyıklarında hala kanlar kalmış bir kedi gibi tatmin olmuş bir halde girdim.
Benim de böyle bir huyum var işte. Bardağıma o son damlayı damlatmayacaksın. Kendimden haberim olmazdı. İsteyen deli desin, hiç çekinmem, ben zaten deliyim.
İlham verici… Yeni hayatınızda mutluluklar dilerim.