Bu yıl Ekim’in 18’i annemin 45’inci ölüm yıldönümüydü. Biz de köyde annem için bir Yasin okutalım, ardından da tatlı ikramı yapalım diye düşünmüştük.
Bir gün önceden kahveye gidip imama haber vermek istedim ama hocamızın izinli olduğunu ve köyde bulunmadığını öğrendim. Kahvede oturan köylüler biz Yukarı Okçular imamına haber veririz dediler. Biraz sonra bizim köyün ‘her eve lazım Muammer’i telefon açarak neden gidip de kahveden yardım istediniz ben size 50 tane imam bulurum diye bizi azarladı. Böylece köyün imamı olmasa bile mutlak dua okuyacak birisinin olacağından emin olduk.
Biz köydeki hayırlara hiç katılmadık, nasıl olsa pek fazla gelen olmaz, gene de bitmeyen ikramlıklar evlere dağıtılır düşüncesi ile 100 kişiye yetecek kadar börek, peynir helvası ve kabak tatlısını kahveye götürdük.
Kahveye gidince bizim imamı camiye girerken gördüm ve kırılmasın diye yanına gidip ‘ biz de sen izinlisin diye başka imam istemiştik’ dedim. Meğer kahvedekiler Yukarı Okçulardan, Muammer ise İğdelik’ten imam çağırmış, bu arada birisi bizim imama haber vermiş o da kalkıp Bursa’dan geri dönmüş. Uzun lafın kısası tam 3 ayrı imam camide anneme dua okumak için bekliyor. Ben mevlüt istemem sadece Kuran okuyun diye ısrar ettim. Tabii bu kadar imam birlikte okuyunca, dua resmen akşam namazının bitiminden yatsı namazının ezanına kadar sürdü. O kadar istemem dememe rağmen araya birkaç ilahi de sıkıştırdılar.
Dua bitip de kafamı dışarı çıkarınca, gözlerime inanamadım, köy meydanı, kahve, tıklım tıklım insan dolu. Meğer 3 köyde birden duamız anons edilmiş, herkes de koşup gelmiş. Delikanlılar bu tür şeylere hazırlıklı, hemen hazırladığımız tabakları tepsilere doldurup fır fır ortada dolanıp dağıttılar. İkramlıklarımız 10 dakikada bitti. İmamlarla namazda kalanlar için birkaç tabak daha hazır edip ayrıldık.
Bir dahaki sefere akıllandım, gene 3 imam çağıracağım ama ikramı 150 kişilik hazırlayacağım. Ne de olsa acemi köylüyüz.
Uzun süreden beri pek gezmemiştik, annemin duasından sonra kendimize bir gezi planı yapmıştım. Bu gezi içerisinde benim uzun süreden beri görmek istediğim iki yer vardı bunlardan biri Kula, diğeri ise Frig vadisiydi. Bizim kızlar da kaplıcaya gitmek istiyorlardı. Bütün isteklerimizi gerçekleştirdik ve bu gezi bize çok daha fazla fırsat sundu.
Geziye katılmak üzere Sermin’in arkadaşı Ayşen Güner de İstanbul’dan gelmişti. Dua ertesi sabah arabama doluştuk ve Salihli’ye gittik. Orijinal gezi planında burası yoktu, ama Kula’daki otellere bir türlü ulaşamayınca gezinin ilk gününü birkaç saatlik yol sonrası, Sardes antik kent gezisi ve Salihli’de kaplıca oteli olarak değiştirmiştik.
Nermin’i araba tutması dışında oldukça rahat bir şekilde Sardes’e vardık. Burası Lidya krallığının baş kenti, oldukça salim bir şekilde kalmış muazzam bir antik şehir. Artemis tapınağını da gezdik. Bizim bu gezide amacımız Frigya’yı gezmekti ama yol boyunca karşımıza Likya çıkınca yok demek olmazdı tabii. Gece otelin doğal çamurlu kaplıcasında yorgunluk attık.
Bir gün sonra Kula volkanizması, kuladokya ve Uşak Ulubey kanyonlarını gezerek Afyonkarahisara gitme niyetiyle yola çıktık.
Yolda bir Yunus Emre türbesi tabelası görünce hemen saptık. Bu Anadolu’da gördüğüm sanırım 5 ya da altıncı Yunus Emre türbesidir. Ama bunun farkı Taptuk Emre türbesi olmasıydı. Yunus’un mezarı ise hocasına saygıdan kapısının eşiğindeydi. Biz oradayken genç bir delikanlı da ziyaretini yapıyordu. Onun kendinden geçmiş hali ve duasına biz diğer ziyaretçileri de katması etkileyiciydi.
Bundan sonra Kula’ya vardık. Manisa’nın Kula ilçesi meşhur coğrafyacı Strabon tarafından katakekaumene ( yanık ülke) olarak isimlendirilmiştir. Bu bölge volkanik faaliyetlerin coğrafya üzerindeki etkilerini görmek açısından çok öğretici bir bölgedir. Çok iyi bilinen Kapadokyada daha genç bir volkanik alandır.
Kula ilçesinin hemen yakınlarında halk tarafından Divlit dağı denilen bölgede bir geopark oluşturulmuş, burada lav akıntılarının üzerinde yürüyerek yanık ülkeyi yakından tanımak mümkün. Çevrede ise onlarca küçük maar şeklinde volkanik tepe mevcut. Birkaç kilometre ötede Gediz vadisinde Kuladokya denilen çok güzel peri bacaları var.
Aynı yoldan Uşak Ulubey kanyonuna gittik ki burası da görülmeye değer bir yerdi. Cam balkona çıkıp aşağı bakınca bayağı korktum, ama gene de cam balkonun ucunda birkaç poz verdim. Öyle ya turistim, evde yapmayı düşünmeyeceğim her şeyi yapmam, almam, yemem gerekiyor. Gene de burada yediğim çevirme denilen ıspanaklı, kabaklı börekler, haşhaşla hazırlanmış kara baklavaları yediğim için hiç pişman değilim.
Tam afyona varmak üzereyken Dumlupınar şehitliğini görünce dayanamadım bir de oraya saptım. Burada 11 yaşındaki bir şehidin mezar taşı yazısını görünce artık şart oldu, bir gezgin olarak iyi bir Kurtuluş savaşı seferi yapmam lazım.
Afyona vardığımızda hava kararmaya yüz tutmuştu, sadece otele giriş yapıp, kaplıca havuzuna dalmayı becerebildik. Bu kaplıca suyundan çamur değil tuz vardı. Daha önce gittiğim Afyon kaplıcalarının aksine hiç kükürt kokusu yoktu.
Ertesi gün Frig vadilerinin Afyon topraklarında kalan kısımlarını gezdik. Frigler, bu coğrafyada yerden yükselen her kayayı oymuşlar, her kayaya yerleşmişler demek hata olmaz. Bazen bu kadar uzun süre merak edip de gittiğim bir yerden hayal kırıklığı ile dönerim, ama Frig vadisi insanın hayal gücünü turbo hız çalıştırıyor. Bir gün ya sadece Frig vadisi diye gelmeyi, ya da Eskişehir ve Kütahya gezileri yapıp görmediğimiz kısımları gezmeyi kararlaştırdık.
Bir gün Afyonun içerisinde gezdik. Muazzam bir kaya bloğunun tepesine konuşlanmış kalenin eteklerinde yerleşmiş tarihi kısımları gezdik. Bu kadar çok tarihi binanın ayakta kalmış olmasından etkilenmemek mümkün değil. Tabii bir de Atatürk’ü, Büyük Taarruzu ve Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye şiirini anmadan.
İnternetten bulduğumuz Bacaksız Aşçı diye bir lokantayı navigasyonla bulamadığımızı sanıp, tam da kapısının dibinde bir adama sormamız çok komikti. Adam bize arkanızda dediği zaman bile başımızı çevirip gösterişsiz kapıyı gördükten ancak bir saniye sonra bacaksıza geldiğimizi idrak edebildik.
Küçücük eski bir mekana girdik. Sadece 5-6 masa ve bir delikanlı vardı. Ne yemekleriniz var diye sorunca dudak ucu ile gülümseyerek anladım siz buraya ilk kez geliyorsunuz bizde sadece kuzu eti olur dedi. Tek tür yemek yapan tarihi mekanı görünce yemeğin güzel olacağından emin bir şekilde oturduk. Çocuk siparişlerimizi aldı, önce bir soğan getirip dörde bölüp masaya koydu, sonra cennetten çıkma bir kuzu tandır, üstüne sanırım bu kez cehennemden çıkma günahkar bir ekmek tatlısı getirdi. Öf ki öf bu kadar güzel yemek olur. Meğer lokanta 1840’lı yıllarda açılmış, o zamanki aşçısı çok kısa boylu olduğundan adı bacaksız imiş, şimdi nesillerden beri aynı aile işletiyormuş. Son olarak da genetik mühendisliği okumuş, şimdi doktora yapmakta olan bu delikanlı burayı babasından devralacakmış. Bu çocuğun hikayesi, bize davranış şekli çok etkileyici geldi. Biraz ilgi gösterince bize lokantanın arkasındaki çıkmaz sokakta çay ikram ettiler.
Bu yemekten sonra tabana kuvvet şehirde gezip alış veriş yaptık. Daha önce birkaç kez Afyonkarahisar’a gelmiştim, ama kaplıcadan çıkıp da şehri gezmek ilk defa nasip oldu.
Afyon’da üç gece kaldık. Otelimizin tuzlu kaplıca havuzlarında epey zaman geçirdik.
Son gün sabahtan yola düşüp Kütahya üzerinden Bursa’ya gitmeyi düşünürken, yolda Kütahya porselencilerinde, İnönü şehitliklerinde, İnegöl köftecilerinde oyalanıp ani bir kararla İznik’e gittik ( İznik orijinal planda bir gün sonra olacaktı). Kütahya’dan, İznik’ten sonra hala alış veriş yapmaya doymamışız ki gece de Bursa çarşını tavaf ettik.
Sonuç olarak giderken arabada rahatça oturuyorduk, dönerken arabamın koca bagajı tıklım tıkloş dolu olduğu gibi ayaklarımızın altı, koltuklar başına kadar poşetlerle kaplıydı. En son etapta ben şoför koltuğunun solundaki kapı ceplerine bile bir şeyler sıkıştırmıştım.
Gezini son durağı olarak Lapseki’de denizin tam kenarındaki bir balıkçıda yemek yedik. Burada yediğim balık sanırım Çanakkale’ye geldiğimden beri dışarıda yediğim en iyi pişirilmiş balıktı. Nihayet balıkçımı da bulmuş oldum.
Bir haftanın içinde aile tarihinden başlayarak, Anadolu topraklarının jeolojik tarihinden, Likyalılardan, Frigyalılardan, Osmanlıdan, Kurtuluş savaşına katman katman zaman yolculuğu yapmış olduk.
Aklımda yediğim birkaç yemek de kaldıysa ne olmuş yani.