Ben Kalandar Ana olduğumdan beri zamandan etkilenmek benim asli görevlerimden biri haline geldi. İtiraf edeyim, ben de herkes gibi cep telefonumun dijital saatini ve takvimini kullanıyorum. Ama evde bir saatli maarif takvimi bulundurmayı hiç ihmal etmem. Kasım/ hızır/ erbain/ pastırma yazı/ bahur gibi zaman dilimlerini, yüzyılların hafızası ile oluşturulmuş özel isimli fırtınaları, eski ayları, aşure gününü, gün/tün eşitliğini, gün dönümlerini filan hep bu takvimden takip ederim. Son yıllarda zaman bilgilerime ay döngülerini,ay ve güneş tutulmalarını, gezegen hareketlerini, meteor yağmurlarını filan da ekledim.
Eskiden muvakkitlik denilen meslek varmış. Muvakkitlerin işi namaz vakitlerini doğru belirlemekmiş, bu da güneş saati kullanmayı bilmek gerektiren ciddi bir uzmanlık işi imiş. Eğer o dönemlerde yaşasaydım bu iş benim idealimdeki meslek olurdu.
Dünya üzerinde yaygın olarak kullanılan takvimde yılbaşı kabul edilen gün evren için, güneş sistemi için , hatta dünya gezegeninin kendisi için hiçbir özelliği olan bir gün değil aslında. Ne mevsim değişimine, ne de başka bir göksel olaya karşılık gelen bir gün değil, sadece ocak ayının başlangıç günü. Aylar da zaten insan icadı, yapay bir zaman birimi.
Gene de yılbaşına, kişisel bir anlam katarak, en azından belli bir zaman süreci hakkında öz eleştiri yapıp, önümüzdeki zaman için bir zihinsel hazırlık için geçirmekte fayda var.
Klasik olarak yeni yıldan bir takım dileklerde bulunulur. Tabii ki, ben de herkese sağlık ve huzur diliyorum. Her şeyden çok da ülkemiz ve dünya için barış diliyorum. Ama bütün bunlar için sadece benim dileklerimin yeterli olmayacağını da biliyorum.
Gezegende yaşayan insanlar hepsi üzerinde yaşadıkları gezegen için hayırlar dilese. Bu kollektif bilinç ile insanlar üzerinde yaşadıkları gezegene zarar vermemeye çalışsa, çevre kirliliği azalmaya başlasa. İnsanlar birbirlerine de zarar vermemeye çalışsa, hor görünün, saldırganlığın, hak tanımazlığın, savaşların önü kapansa.
Temiz bir gökyüzü altında temiz suların suladığı temiz denizlerle çevrili temiz topraklar üzerinde huzur içerisinde yaşasak. Barış, adalet, eşitlik, esenlik içerisinde geleceğe güvenle baksak.
Peki; dünya, dünya olalı, fırtınanın, boranın, sel baskınların olmadığı, yanardağların patlamadığı, depremlerin yer yüzünü yarmadığı, kuraklığın ve bunun gibi doğal afetlerin olmadığı peş peşe 365 gün, 6 saat geçmiş midir?
Peki; insan, insan olalı, haset etmediği, gıybet yapmadığı, yalan söylemediği, başkalarına ve dünyaya zarar vermediği, kaza yapmadığı, cinayet işlemediği, kimsenin hastalanmadığı, ölmediği, hiçbir savaşın çıkmadığı ardışık 365 gün, 6 saat var mıdır?
Doğrusu ben pek sanmıyorum. O halde önümüzdeki 365 güne böyle bir beklenti yüklemek ne kadar gerçekçidir?
Belki de dilekleri daha küçük ölçekli tutmakta fayda var. Mesela şiir okuyup keyif almayı dilemek gibi.
Orhan Veli’den bir ZİLLİ ŞİİR
Biz memurlar
Saat dokuzda, saat on ikide, saat beşte,
Biz bizeyizdir caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;
Ya paydos zilini bekleriz,
Ya aybaşını.
Bana, hiç böyle saatlere sığan devlet memurluğu yapmak nasip olamadı. Hiç öğlen arası dışarıya çıkma, saat beş dedi mi işimin bitmiş olması lüksüne sahip olamadım. Aksine işim, mesai saati dışında kalması beklenen her anıma dahildi. Her gece en az 3-4 defa, bir hastayı danışmak üzere asistanlarımdan telefonlar alırdım.
Bir de bunlardan tamamen bağımsız olmak üzere, gece yarısı aniden bir hastanın reçetesinde hata yaptığımızı, ya da eksik bir şey yaptığımızı görüp sabaha kadar sıkıntı çekerdim. Bu rüyalar ilk kez kıdemli asistanlığımın son aylarında başlamıştı.
Sorumlu olduğum bir servise larenjitli bir hasta yatmış, ben hemşire hanımın telefonuna cevap vermemişim ve hasta herhangi bir tedavi almadığı için, serviste ölmüş.
Bu rüyadan sonra, ya bu rüya gerçek olursa diye mi, yoksa tekrar böyle korkunç bir rüya daha görürsem diye mi bilmiyorum, ama nöbetlerimde asla yatağa yatamadım, işler bittikten sonra da mecnun gibi, servisler arasında dolaşıp durdum.
Daha sonraları bu rüyalar oldukça uyarıcı olmaya başlamışlardı. Mesela bir gece durduk yerde bir ay kadar önce büyüme hormonu başladığımız bir hasta rüyama girdi. Reçetesinde hata yaptığım duygusuyla sabaha kadar uyumadım. Sabah gidip çocuğun dosyasını incelediğimde gerçekten de çocuğun ilaç dozunu yanlış hesapladığımız ortaya çıkmıştı. Çok şükür çocuk henüz ilaca başlayamadan, bütün bu hatayı düzeltme imkanım olmuştu. Yani çalışırken bu rüyalar bir gece beni rahatsız etseler de, onlara şükran duyardım. Çünkü rüyada gördüğüm hastalar, gerçek hastalarımdı. Bu rüyalar bir çeşit erken uyarı sistemi gibiydiler.
Hala rüyalarımda, gerçekte var olmayan bir hastaya yanlış ya da yetersiz işlem yaptığımı görüp, ter içinde uyandığım oluyor. Şimdi emekliyim, bu rüyalara artık gerek yok yani.
Önümüzdeki yılda, bu karabasan ile uyandığım geceler, bu şiiri ve emekli olduğumu hatırlamayı diliyorum.
Mutlu yıllar ve sağlıklı bir emeklilik temenni ederim.
Size ilk yorumu gönderdikten sonra yakın zamanda bir yazı girmiş misiniz diye bakarken bu yazıyı açıp da “muvakkit olmak isterdim” dediğinizi görünce de tabii bir fena oldum yine. Böyle böyle şizofren olunuyor galiba:) Şaka şaka. Rastlantıların güzelliği:) Heyecana kapılıp daha yazınızın tamamını okuyamadan buraya notumu düşüyorum. Umarım bir saygısızlık etmiyorumdur.
Sevgili Pelin,
Senden haber almış olmaktan ve heyecanını hissetmekten çok memnun oldum. Umarım bir gün görüşmek kısmet olur.
Sevgiyle ve anlamlı eş zamanlılıklarla kal. Bu eş zamanlılıklar Tanrının insanlara selamıdır diyen bir arkadaşım oldu geçenlerde.
Ayşenur
Cevabınızı sizi bugün yine bir vesileyle hatırlayıp sayfanızı o günden beri ilk kez ziyaret ettiğim için ancak şimdi okudum. Selamınız için gecikmiş bir teşekkür ediyorum. Eşzamanlılık güzel bir konu. Ortak akıl ve kaos kadar güzel 🙂 Bir gün görüşmek dileğiyle.