Çöl iklimi ölülerin doğal olarak mumyalaşması için oldukça uygundur, dolayısıyla antik Mısır uygarlığı zamanında doğal yollarla mumyalaşmış bir çok ceset bulunmaktadır. Bu durumun o zaman yaşayan insanlar tarafından saptanmamış olması düşünülemez. Belki de sırf bu yüzden, ya da kim bilir neden, kadim Mısır uygarlığında geliştirilen oldukça karmaşık inanç sisteminde ölüler dünyası çok önemli bir yer tutar. Öldükten sonra dirilmek de bu inanç sisteminin temel direklerinden biridir.
Muhtemelen tekrar dirildiklerinde eksik parçalarının kalmaması için, ya da ölümsüzlüğü yakalamak adına, ölüleri insan eliyle mumyalama işlemi de oldukça sık olarak yapılırdı. Ölümden sonraki yaşama o kadar inanılır ki, mumyalanan kişi yaşarken ihtiyaç duyacağı bir çok malzeme, hizmetliler, yiyecek, içecek ve hazine ile gömülür.
Antik Mısır uygarlığında çeşitli simgelerden oluşan ve hiyeroglif denilen, bir yazı sistemini bulunmuş ve yazı, heykel, duvar kabartması gibi yöntemlerle tarihe kayıt düşülmesine son derece önem verilmiştir. Bütün mezarların, yapıların, tapınakların duvarları, çeşitli yazılar ve resimlerden oluşan kabartmalarla donatılmıştır.
İnanç sistemlerinde, ölümden sonraki dünya o kadar önemli bir yer tutar ki, bu gün bile hemen tamamı Müslüman olan Mısır’da mezarlıklar, neredeyse içinde yaşanan şehir kadar görkemlidir.
Sonuç olarak; antik Mısır uygarlığı sözüm ona hırsızlık olmasın diye sıkıca saklanmış, ama çok azı hırsızın uzun elinden kaçabilmiş mezarlarla tarihe kayıt edilmiş bir uygarlıktır demek eksik ancak pek de yanlış olmayan bir tanım olur.
Antik Mısır uygarlığı, hem doğal hem de insan eliyle mumyalama bu denli yaygın olduğu için en fazla ve en güzel korunmuş iskeletlerin bulunduğu uygarlık olma özelliğini de taşır. Ayrıca kayıt tutma konusundaki kararlılıkları nedeniyle bir çok insan heykel ve duvar kabartması da mevcuttur.
Sonuç olarak bu heykellerde, duvar kabartmalarında ya da bizzat mumya iskeletlerinde yüzlerce iskelet displazisine sahip birey bulunur. O zamanlarda da şimdi olduğu gibi en sık görülen iskelet displazisinin, çok özel fiziksel bulguları olan ve boy kısalığı ile karakterize olan, akondroplazi olduğu saptanmıştır.
Antik Mısır’lılar boy kısalığını bir hastalık olarak değil de bir özellik olarak görmüşlerdir. Bu kişileri üretken bireyler olarak yapabilecekleri işlerde istihdam da etmişlerdir. Elbette o zamanlar sıradan insanların bir çoğu, antik Mısır uygarlığının bitmek tükenmek bilmeyen inşaatlarında işçi olarak çalışırdı. Oysa iskelet displazisi olan kişiler, evlerde bir çeşit dolap kahyası, dansçı, ya da kişisel yardımcı olarak çalıştırıldıkları düşünülmektedir.
Antik Mısır uygarlığının bol tanrılı dininde kısa boylu birkaç tanrı bile mevcuttur.
Elit bir kaç akondroplazili birey ise oldukça özeldir.
Khnumhotep; eski krallık döneminde yaşamış olan bu bireyin ismi, çok ayrıntılı işlenmiş heykelinin üzerinde yazılıdır. Bu küçük heykel akondroplazi ile uyumlu çok belirgin fiziksel özellikler taşır. Örneğin kol ve özellikle de bacakları oldukça kısadır. Kollarda kısalık olan asıl kol kısmının gövdeye en yakın (proksimal) kısım olduğu çok belirgindir. Bu durum rizomelik dwarfizm olarak adlandırılır ve akondroplazi ile oldukça uyumludur. Heykelciğin kafa şeklindeki orantısız büyüklük ve şekil bozukluğu da akondroplazi ile uyumlu olduğu halde yüzü oldukça normal betimlenmiştir. Khnumhotep’in ‘elbise koruyucusu’’ olarak, daha önemli bir şahsın evinde istihdam edildiği küçük heykelcikte yazılıdır.
Pereniankh; bu şahıs da eski krallık döneminde yaşayan önemli bir kişidir. Mezarında yine küçük bir heykelciği bulunmuştur. Bu heykelcikte de daha önce sözü edilen rizomelik dwarfizmin fiziksel bulguları, yüz belirtileri hariç ayrıntılarla betimlenmiştir. Bu kişinin büyük sarayda dansçı olarak istihdam edildiğini biliyoruz. Bu şahsın önemli özelliği aynı zamanda iskeletinin bulunmuş olup gerçekten akondroplazik olduğunun teşhis edilmiş olmasıdır.
Ayrıca dansçı olduğunu bildiğimiz bu kişinin, heykelinin otururken betimlenmiş olması ve bir bacağının orantısız bir şekilde şiş olması, muhtemelen bu şahsın hayatının son dönemlerinde o zamanlar Nil vadisinde çok sık rastlanan filariyazis hastalığından muzdarip olduğunu da gösteriyor.
Seneb; muhtemelen Pereniankh’ın oğlu olan Seneb ailesi ile resmedilmiştir. Bu heykelin iki önemli özelliği var. Bunlardan birincisi hastanın babasının da akondroplazik olması, fakat çocuklarının normal görünmesidir. Burada tam olmayan otozomal dominant genetik geçişin çok hoş bir örneğini görüyoruz. İkinci önemli özellik ise son derece sanatsal bir şekilde şahsın kısa boyunun ailesi ile dengelenmiş olmasıdır. Seneb, fazladan bir yastığa daha oturtularak normal olan eşi ile aynı kafa hizasına getirilmiştir. Bu da yetmezmiş gibi hepsi de normal olan 3 çocuğundan ikisi, bacaklarının kısalığını telafi eder gibi Seneb’in bacakları pozisyonunda yerleştirilmiştir. Bu muhteşem sanatsal destek bana o zamanlarda dahi kısa boyluluğun pek de tercih edilmeyen, bir şey olduğunu düşündürüyor.
Djeho; şu anda Kahire müzesinde bulunan granit bir lahit kapağı üzerinde gerçek boyunda (120cm) olarak son derece gerçekçi betimlenmiş kabartma resimdir. Şahıs profilden resmedilmiştir ve akondroplazinin yüzü dahil bütün fiziksel özellikleri son derece gerçekçi olarak betimlenmiştir. O denli gerçekçi bir betimdir ki uzun yıllar kemik displazileri derslerini anlatırken bu lahit kapağını ders materyali olarak kullandım.