İlginçtir, 2019 Şubat ayı bir haftası ilkbahar bir haftası kış olarak geçti. İlk hafta artık bahar geldi derken ikinci hafta kar yağdı, üçüncü hafta gene bahar, bu hafta gene kara kış.
Geçen hafta bademler çiçek açmaya başlamıştı. Bir gün içerisinde ısı 15 derece birden düştü. Bütün bir hafta sonu süren aralıksız kar yağdı. Hiç durmadan, fırtına derecesinde rüzgar esti. Her yerde buzlanma oldu. Sis ve fırtına deniz ulaşımını sekteye uğrattı.
Biz gene evde mahsur kaldık. Artık buna alıştık. Oturup bol kalorili tarifler deniyorum. Yalnız merak ediyorum, bu cemreler nerede kaldılar?
Bu sene Çanakkale ilini biraz daha yakından tanıma derdine düştüm. Geçen hafta mevsim ilk baharken Truva şehrine su taşıyan kemerleri görmeye gittik. Bu kemerler kuş uçuşu olarak Truva’ya 10 kilometre uzaklıkta imiş, ancak giderken uzak. Çanakkale’den İzmir’e doğru yola çıkınca Truva yolun sağında kalıyor, kemerler ise sol tarafında, her iki noktaya ulaşabilmek için ayrılan yolların kavşakları arasında sanırım en az 5 kilometre mesafe var.
Bu kemerlere ulaşmak için oldukça hedefe yönelik ve bilinçli bir çaba gerekiyor. çünkü öyle kahverengi tabelalarla işaretli rhatça bulunan bir yolu yok. Sora sora ilerliyorsun. Akçapınar ve Civler köylerinden geçerek Kemerdere köyüne ulaşılıyor. Giriş tabelasında köy olduğu yazıyor, ancak Çanakkele ili merkez köyleri arasında ismi geçmiyor. Google maps’te de gösterilmemiş. Ben de buranın bir köy olduğundan kuşkuluyum, Civler köyünün bir mahallesi olmalı. (Bizim köyün de 5 kilometre uzak bir mahallesi var, girişinde İğdelik köyü yazıyor, ama bizim köyde oy kullanıyorlar. )
Bir gün yola düştük, önce soruşturmuş olduğum için ana yoldan ayrılmayı kolayca yaptım. Zaten yol ayırımında Kemerdere kemerleri diye kahverengi bir tabela vardı. Macera daha sonra başladı, çünkü yol tekrar Çanakkale yönüne kıvrılarak ilerledi ve oldukça büyük bir köy olan Akçapınar köyünün içine girdi. Burada mutlaka birilerini bulup kemerlere nasıl gidiliyor diye sormak lazım, çünkü köy oldukça büyük ve iç yolları da bilmeyenler için karışık. Yalnız buradaki insanların dosdoğru, dümdüz gitmek kavramları sizinkiyle örtüşmüyor olabilir, çünkü dümdüz giden bir yol hiç görmedim. En iyisi her köşe başında gördüğünüz birkaç kişiye yol sormak. Yoksa o düz gidilecek yolu bulamıyorsunuz. Kahvedeki adamlara da sorduk, gene düz gidin dediler, yukarı doğru mu aşağı doğru mu düz gidelim deyip yukarı (sağa) doğru düz gideceğimizi öğrendik. Neyse sonunda Civler köyüne vardık. Bu köyün girişindeki okul binasının daha önce dış cephe boyaması olarak hiç rastlamadığım bir mavi tonuna boyanmış olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Civler köyünde akıllanmış olduğumuz için Kemerdere yolunu gene birkaç kişiye sorduk.
Sonunda Kemerdere köyüne geldiğimizde tarihi kemerlerin yolunu 3 kişiye daha sorduk.
Çanakkale İzmir yoluna saptığımız andan itibaren manzara çok güzel. İlk köyden sonra giderek daha da el değmemiş bir hal alıyor. Civler köyünden sonra ise sağ tarafınızda Kemerdere baraj gölünü alarak, bakir bir orman içerisinde ilerliyorsunuz. Kemerdere köyüne gelince artık terk edilmeye yüz tutmuş bir yerleşim yeri, evlerin çoğu harabe halde, içinde çok az bir nüfus yaşıyor.
Köye kadar bozuk bir asfalt yol gelse de, köyün içindeki yol toprak. Bu toprak yoldan ilerleyip yine zemin toprak bir alana varıyorsunuz. Buraya gelene kadar yoksa kayıp mı olduk endişesi yaşamış olmamıza rağmen bu toprak alanda birkaç şehirli aracın park edilmiş olduğunu görünce doğru yolda olduğumuza ikna olduk.
Bu köyün bir tarafında baraj gölü manzarası diğer tarafında da tarihi kemerlerin manzarası var. Kemerlere gitmek için de en az 500 metrelik orman içi bir patikadan inmek gerekiyor. Aşağıya indiğimizde dere kenarında kurulu bir piknik masası bulduk, piknik yapan gençler ise kemerlerin üzerindeydiler.
Minik ve güzel bir kanyonun içerisinde akan, doğal minik göletlerle bezeli çok güzel bir derenin üzerinde neredeyse sapasağlam kalmış bu kemerleri görmek çok etkileyici.
Derenin karşısına geçip tekrar yukarıya tırmanıp kemerlerin üzerinden yürüyerek tekrar bizim indiğimiz patikaya ulaşan dik iniş çıkışları olan bir yürüyüş parkuru var. Mevsim itibarıyla derede ve göletlerde oldukça fazla su vardı, biz bu yürüyüşü yapmadık, ama gençler yaptılar. Yazın gölette yüzmek bile mümkünmüş, sanırım birkaç ay sonra tekrar gitmek, bu yürüyüşü yapmak belki bir de piknik/mangal, pek güzel olur.
Şimdilik bakir görünüyor, ama birkaç yıl içerisinde ne olur bilinmez, hazır böyle güzelken biraz güzel doğanın tadını çıkartmak isterim.
Bu kemerlere bakınca, hemen her yıl beşik gibi sallanan bu deprem bölgesinde yüzyıllarca sağlam kalacak böyle bir mühendislik, mimarlık ve inşaat ustalığı yapabilecek bir medeniyet görüyorsun. Sonra şu anda bu kemerlere bakan evlerde yaşayan insanların yaşadıkları hayatı görüyorsun.
Şu andaki köyde sanırım en çok 10/20 yıl önce terk edilmiş evler harabe halde. Peki, bu inşaat bilgisi nereye kayboldu?
Ben, böyle bir medeniyetin izlerini bölgesinde ama o medeniyetin çok daha gerisinde yaşayan günümüz insanları ile karşılaştığım her yerde hep aynı soruyu sordum kendime. Mesela Mısır’da sordum, Peru’da, Meksika’da, Hindistan’da sordum. Ama en çok da Van, Çavuştepe kalesinde sordum.
Bu insanlar nerede? Neden şimdi aynı yerde yaşayan insanlar, onların seviyesinden bu denli geride kaldı? Bilgiler kuşaktan kuşağa neden aktarılamadı? Nasıl oldu da zaman ilerlerken, tam tersini umarken uygarlık geriye doğru aktı?