Bu hafta sonu bir hemşire arkadaş ile uzunca vakit geçirdim. Her ikimiz de meslek anılarımıza daldık. Sağlık sektöründe birkaç yıl bile olsun çalışmış herkesin birkaç kitap yazacak kadar anısı birikiyor.
Bu anılar sadece hastalarla da ilgili olmuyor. Hastaneler bir çok kişinin çalıştığı kurumlar olduğu için personelle ilgili devasa anılar da birikiyor.
Mesela ben Hacettepe’de hem öğrenciliğimden hem de asistanlığımdan tanıdığım bir Mahmut Amcamız vardı. Mahmut Amca çok uzun yıllar boyunca pediatride ‘posta’lık görevi yapmış bir adamcağız idi.
‘Posta’ deyince bizim aklımıza postacı değil, hastanenin getir götür işlerini yapan kişiler gelir. Postalar, servislerden tetkik kanlarını alır, gereken laboratuvarlara taşırlar, bu iş saatli gibi görünse bile, sürekli aciller, ekstralar çıkar. Elimizde telefon kan bankasından kan, steril depodan lomber ponksiyon, kemik iliği seti, buraya yazmaya üşendiğim sayısız malzeme isteriz. Bu da yetmez, hastaları röntgene, ameliyathaneye, acile, ölüleri morga taşımalarını isteriz. Uzun lafın kısası postaların bütün mesaileri ayakta, oradan oraya yürüyerek geçer. Hastanenin bitmek bilmeyen koridorları boyunca günde kim bilir kaç kilometre yürüdüklerini hesap bile edemiyorum.
Hastanede kaç servis var, kaç asistan, kaç hasta var, işleri bir türlü bitmez. Üstelik her zaman istediğimiz kadar çabuk gelemedikleri için bizden de bir sürü azar, serzeniş duyarlar.
Ben en acil durumlarda ya kendim bir koşu gidip istediğim şeyi alıp getirdiğim ya da eğer o ay yanımda öğrenci varsa onu koşturduğum için biliyorum. Koridorlar bitmek bilmez.
Koridorlar boyunca tam el tutulacak yerde trabzan vardır. Hastalar ya da destek ihtiyacı hissedenler tutarak yürüyebilirler.
Bizim Mahmut Amca, yıllar içerisinde bu trabzanları tamamen ezberlemişti. Gece mesailerinde bir elinde kanlar, sedye, steril setler, ya da her neyse, diğer eli trabzanda, gözlerini hiç açmadan, hatta şahidim zaman zaman da horlayarak, uykusunu hiç bölmeden bütün hastaneyi dolaşabiliyordu.
Demek ki mesela kan bankasından, servis 39’a giden yolda kaç dönemeç, kaç asansör, kaç koridor var, adam yıllar içerisinde bilinç altına yerleştirmiş, hedefini hiç şaşırmadan, uykusunu bozmadan, bütün gece, oradan oraya koşuşabiliyordu. Bütün pediatri hastanesinin planı adamın bilinç altında yazılıydı sanırım.
Bu Mahmut Amca ile herkesin bir sürü anısı olduğundan eminim. Yıllarca pediatride çalışa çalışa hastalıkları da ezberlemiş, hastaların yüzlerine bakıp, tanısını koyabiliyordu. Misal, sedyesinde bir hasta ile acile girip, davudi sesi ve doğulu şivesiyle ‘’ meningogogsemiiii’’ diye bağırdığında, gerçekten bir meninkokok vakası getirdiğini bilirdiniz. Mahmut Amca sadece meningokoksemi değil kronik böbrek, menenjit, kızamık, larenjit, dehidratasyon, acilde görülebilecek ne kadar hasta varsa, hepsini tanırdı. Artık bize de hastanın öyküsünü alıp, muayenesini yapıp, tetkiklerini yaptırıp, Mahmut amcanın tanısını teyit etmek düşerdi.
Mahmut Amcaya bir iş söylediğinde o işin yapılması onun saatine bağlıydı. Biz de yaşlı olduğu için ve işleri çoğu zaman geciktirdiği için onun çalıştığı nöbetlerde çoğu zaman kendimiz postalık yapardık.
Bir gün hastaneden bir bebeğin cesedi kayıp oldu. Ara ara saatlerce bulunamadı. Bebeciği arayan arkadaşlar, son çare olarak Mahmut Amcanın o nöbetteki izini sürdüler. Adamcağız bu bebeğin cesedini morga götürürken, yarı yolda çok acil diye bir iş söylemişler. Mahmut Amca da bebek nasıl olsa ölü, onun aciliyeti yok diye, bebeği daha sonra morga götürmek için bir masanın çekmecesine koymuş, diğer işe koşmuş, oradan başka bir işe daha gitmiş, uzun sözün kısası bebeği morga götürmeyi unutmuş.
Sadece bu kadar olsa yine iyi, her yeri uyuyarak gezdiği için bebeği nerede sakladığını da unutmuş. Düşünüyor düşünüyor, bebeği servisten aldığını hatırlıyor, morga doğru yola çıktığını hatırlıyor, arada başka bir yere gittiğini hatırlıyor, fakat bebeği nerede koyduğunu hatırlamıyor.
Sonunda asistan arkadaşın aklına parlak bir fikir geliyor. Mahmut Amcayı servisten gözleri kapalı olarak yola çıkarıyor. Adamcağız öyle kapalı gözlerle, eliyle trabzanda yolunu bularak ilerleyince şıp diye bebeği koyduğu yeri buluyor.
Morgdaki görevli bebek neden gelmedi, yıkayıp yatacağım diye yaygarayı basmasa nasıl olsa morga gitti diye, kimsenin aklına bebeği aramak gelmeyecek. Aramaya kalksa da kimsenin aklına masanın çekmecesine bakmak gelmez. O nöbet sona ermeden, Mahmut Amcanın, bilinç altından o sefer henüz silinmeden, kriz birkaç saat içerisinde çözülmese, ceset çürüyüp de koku çıkmadan bulmak mümkün olmayacaktı. Allah muhafaza, düşünebiliyor musunuz?
O bebek bulunana kadar çekilen sıkıntıyı, paniği kendim yaşamış gibi içimde hissediyorum.
Yani hastanede çalışmak akla gelmeyecek maceralarla doludur. Başka adrenalin aramaya gerek yok.
Mahmut Amca sanırım artık yaşamıyordur, Allah rahmet eylesin, bende ve eminim dönem arkadaşlarımda unutulmaz izleri var.