Geçtiğimiz hafta Paris’te, Türkiye’de olsa Laz fıkrası sanılabilecek bir olay oldu. Paris’in ve dünyanın en tanınmış tarihi eserlerinden biri, tadilat yapılırken çıkan yangında yanıp tamamen kül oldu. Bu kaza sonrasında binanın tarihinden, Fransız itfaiyesinin çalışma ilkelerine, hemen bütün tanıdıklarımın Paris anılarından, tarihi eserlerin sanal ortamda üç boyutlu canlandırılışına kadar bir çok şey öğrendim.
Bir UNESCO tarafından dünya mirası olarak tescillenmiş tarihi eserin burduk yerde kaybından üzüntü duydum tabii, ama öte taraftan dünyanın her bir yanından bağışlar yapılmaya başlandı, şimdiden binanın aynı şekliyle yenilenmesi düşünülüyor. Hal böyleyse bu yangın da binanın tarihinde eşsiz bir yer tutarak binanın namını daha da artıracaktır.
Kendi ülkemizdeki tarihi eserlere karşı ne denli duyarsız hatta hoyratça davrandığımız ise içler acısı bir durumdur.
Aslında Notre Dame katedrali cismen tamamen yok olsa bile Victor Hugo’nun, Notre Damın kamburu romanı ile insanlığın ortak bilincinde yaşamaya devam eder. Çünkü bu roman farklı bir hikaye anlatsa da aslında o yıllardaki Paris’in mekanlarını özellikle de Notre Dame kilisesini edebi bir şekilde anlatan bir tapu kaydı gibidir. Bir çok kişi de benim gibi düşünüyor olmalı ki roman, yangından sonra yeniden moda oldu ve yok satmaya başladı.
Kambur Quazimado’nun hikayesi, doğduğu anda annesinden çalınan bir kızın (Esmeralda) yerine koyulan, çok çirkin, hilkat garibesi bir erkeğin hikayesidir.
Bu bebek değiştirme meselesinde, kadının bebeğinin çalınması esas olaydır ama nedense kambur bebeğin de kendi annesinden çalınıp yabancı bir kadının eline verilmesindeki trajedi göz ardı edilir.
Quazimado, romanın yazarı Victor Hugo tarafından bile önemsenmemişti, tabii ki analığı tarafından baş tacı edilmedi. Neredeyse bir hayvan gibi görülen kambur bebek annesi tarafından sırf çirkin diye kiliseye terk edildi.
Bundan sonrasında, Quazimadon’un, kilisenin rahibinin kanatları altında, aslında gözlerden ve insanların kem gözlerinden uzak olmayı başarabileceği bir hayatı varken, sırf dış görünüşü ile toplumsal ve organize bir hoyratlığın kurbanı olması anlatılır. Bir gösteri materyali gibi ortalıkta gezdirilmeye, insanların eziyetine maruz bırakılmaya başlanır. Böyle şehrin sokaklarında gezdirilirken günün birinde, dans eden bir çingene kızı olan Esmeralda’yı görür.
Esmeralda aslında doğumda çalınan esas (!) bebektir. Quazimado insan bile sayılmasa da aslında son derece derin duyguları olan bir gençtir. Ve kıza aşık olur. Şanssızlığa bakın ki kendini büyüten ve ölümüne bağlı olduğu rahip de aynı kıza aşık olur. Bundan sonrası ise akla ziyan entrikalarla geçer. Sonunda Esmeralda öldürülür.
Bu olayda, Quazimado sadece sevdiği kadını kaybetmemiştir, annesi bile onu istememişken, kendini büyüten ve ömür boyu köpek gibi sadakatle bağlı olduğu adamın da katili olur.
Quazimado bundan sonra Esmeralda’nın ölüsüne, aslında hayatına değer katan tek unsur olan kendi coşkun duygularına sarılarak ölüme yatar. Yıllar sonra iskeletleri bir birine sarılı halde bulunur. Bu öyle basit bir aşk masalı değildir, bildiği hayatını yok edip, kendini aşk ile bütünleştirme hikayesidir. Neredeyse bir tasavvuf meselidir.
Romanda insana dair her türlü duygu işlenir, sığ duygular, sadakat, aşk, ihtiras, ihanet, entrika yok yoktur. Mesela, insanoğlunun kendine benzemeyene nasıl organize şekilde, vahşice, bıkmadan usanmadan, duygusal işkence yapabilme, ötekileştirebilme yeteneği vardır. Mektuba değil, zarfa bakarak kişi hakkında karar verme zafiyeti vardır. Kadını cinsel obje gibi görüp, kemik kavgası yapan koca koca adamlar vardır. Ömür boyu süren sadakati bir anda ölümcül hale getiren öfke vardır. Pişmanlık ve hayattan vaz geçiş vardır.
Ama romanda var olan sadece insanlar değildir, aynı zamanda dönemin Paris’i, özellikle de Notre Dame katedrali, yani mekanlar da mevcuttur. Sanırım benim gibi bir çok kişinin, beynindeki hafıza merkezinde de kilise ile kambur ayrılamaz şekilde içi içe geçmiş halde depolanmıştır.
Şimdi bina yandı, kambur kaldı yadigar.
Yazı böyle bir şey işte. Su gibi. Su yumuşaktır ama sabırla şekil veremeyeceği kaya olmaz. Yazı da en narin şeyler üzerine yazılıyor, ama kayalardan daha kalıcı.
Hugo olmak mümkün görünmese de yazmaya devam.