Gaziantep’e bazen bir kongre, bazen de bir güney doğu gezisinin parçası olarak defalarca gitmiştim. Hatta bir sınıf gezimiz de orada yapıldı, fakat gideceğim gün yataktan çıkamayacak kadar ağır derecede grip olmuştum.
Daha önceki gezilerde Zeugma antik şehrini, Yesemek açık hava heykel müzesini ve arkeoloji müzesini gezmiştim, ama sınıf gezisine gidemediğim için müzelerin son halini görememiştim. Zeugma’dan çıkan mozaiklerle yapılan ve dünyanın en büyük mozaik müzesi olan müzeyi gezmeyi çok istiyordum.
Geçen hafta, çok sevdiğim asistanlarımdan biri olan Fulya’nın düğünü olduğunu duyunca fırsat bu fırsat deyip, Gaziantep’e gittim. Tabii şehrin tarihi sokaklarını, mozaik ve arkeoloji müzelerini gezdim. Büyük bir sevinçle; son yıllarda ülkemizde yapılan müzelerin, içinde sergilenen eşsiz tarihi zenginliklere yaraşan modern müzeler olduğunu fark ediyorum.
Şehrin klasik çarşıları ise geze geze bitmek bilmiyor. Antep fıstığı, baklava, menengeç kahvesi gibi yöresel ürünlerden hediyeler alırken, mutlaka beyran çorbası, kebap ya da katmer yeme, Tahmis kahvecisinde kahve içme molaları vermek gerekiyor. Ben evde terlik olarak giyilmek üzere bir sürü yemeni (bir tür çarık) aldım. Yemeniler, klasik modellerin yanı sıra bir çok modern şekilde de yapılıyor. Sokakta giyecek olanlar için ince bir topuk da ekliyorlar. Eski adetlerin yaşatıldığını görmek her zaman hoşuma gider.
Bizim gençliğimizde unutulan bazı adetlerin son yıllarda yeniden hatırlandığını fark ediyorum. Özellikle de düğünlerde bu eski adetler bizim zamanımıza göre çok daha sık uygulanıyor. Örnek olarak kendi sınıf arkadaşlarımın düğünlerini ve gençliğimde katıldığım diğer düğünlerde hatırlıyorum. Belediye memurunun kıydığı bir nikah olurdu. Bu nikah bazen farklı bir zaman ve mekanda, bazen de düğünde yapılırdı. Gelinlerin pek çoğu nikaha gelinliği ile katılırdı, ayrı bir nikah elbisesi olan çok nadir gelin olurdu. Bazen, özellikle de geç yaşta evlenenler ya da ikinci evliliğini yapanlar için, evlilik sadece bu nikah ile tamamlanırdı. Ancak ilk kez evlenen çiftler nikahtan sonra kesesine göre ya bir düğün ya da bir düğün yemeği yapardı.
Düğünler köy düğünü ise oldukça şenlikli geçerdi. Mesela Yıldızlı’da bir dut ağacının altına serili bir bezin üzerinde çeşitli ikramlardan yediğimizi ve yara döke oynadığımızı çok net hatırlıyorum, oysa o düğünden ne gelini ne de damadı hatırladığımı söyleyemem. Bu düğünlerin ritüelleri yörelere göre değişirdi. Bizim yörede düğünlerin en önemli özelliği atma türkü atılmasıydı (benim anneannem Pazar’daki her düğüne atma türkü söylemeyi çok iyi becerdiği ve herkesin bütün açıklarını da bilip, bu türkülerde dillendirdiği için, düğünlerin vaz geçilmezi idi). Düğünlerde ayrıca kemençe, tulum gibi mahalli çalgılar eşliğinde horon oynanırdı. Karadeniz bölgesinde bol bol da kurşun sıkılırdı. Bu kötü alışkanlık bazen düğün evini yas evine çevirirdi. Çünkü bizim köylerin hemen hepsi yamaçlarda kuruludur. Havaya ateş ediyorum diye düğün konvoyunun henüz yolun yukarılarında kalan son kısmına ateş etmek çok olasıdır. Bir Akçaabat düğününde gelinin babasının bu şekilde öldüğünü net olarak hatırlıyorum.
Şehir düğünleri ise düğün salonlarında ya da bir otelin salonunda yapılırdı. Oldukça eğlenceli geçen düğünlerde klasik olarak müzik, önce vals (gelin marşı diyebileceğim komparsita) ile başlar, daha sonra batı müziğine, horon ya da halaya, son olarak da göbek havasına dönerdi. Düğünden çıkan herkes kurtlarını dökmüş olurdu.
Bu düğünlerde ikramlar da herkesin kesesine göre olurdu. Genellikle kuru pasta ve meşrubat ikram edilir, ancak zenginler yemekli düğün yapardı. Şehir düğünleri de ya düğün salonlarında yada otellerde yapılırdı.
Elbette hemen herkes bir de evinde imam nikahı kıyardı. Mehir olarak da bir lira belirlenirdi, çünkü benim tanıdığım kızlar okumuş, meslek sahibi kızlardı, yani boşansalar bile koca parasına muhtaç değillerdi.
Ben şehirde büyüdüm, çocukluğumda ve gençliğimdeki düğünlerde kına gecesi yapıldığını hiç hatırlamıyorum.
Son yıllarda şehir düğünlerinde de kına gecesi yapılmaya başlandı. Düğünden bir gün önce kadınlar arasında yapılan bir eğlencedir. Gelin kırmızı kaftan giyer ve kırmızı duvak takar. Ortaya oturtulur. Türküler eşliğinde gelinin ve diğer kadınların ellerine kına yakılır. Kına gecelerinde de bol bol oyun oynanır.
Şimdi kına gecesi için hazır kitler satılıyor. Minik paketler halinde kınalar, kırmızı mendiller süslü bir tepsi içerisinde satılıyor. Kına gecesi gelinin giyeceği gayet şatafatlı kaftanlar ve başlıklar da satılıyor. Öyle ki bu gece birkaç kadın bunlardan giyse ortalık Osmanlı sarayına döner.
Bizim bölgede kına geceleri kadınlar arasında yapılır. Antep’te ise bir müddet kadınlar eğleniyor, ardından damat ve arkadaşları kınayı basıyorlar. Bundan sonra ellere kına yakma töreni başlıyor. Çok eğlenceli bir adet.
Bu düğüne ben de kına gecesine bir kaftan ile katıldım. Eski adetleri yaşatmak çok güzel bir şey.
Düğün de otelde yapıldı, ancak damat Urfalı olduğu için sıra gecesi gibi, davullar vardı, her şey gayet eğlenceli oldu.
Son yıllarda, hem damadın şehrinde hem de gelinin şehrinde olmak üzere 2 düğün yapan bir çok kişi biliyorum.
Hatta bir arkadaşım oğluna hem köy düğünü hem de şehir düğünü yapmıştı. Bu düğünde mevlüdlü bir imam nikahı yapıldı, kına gecesi yapıldı, köy düğünü yapıldı. Sonra kokteyl ve yemekli bir nikah yapıldı, ertesi gün otelde düğün yapıldı. Bitmedi bir de kızın memleketinde düğün yapıldı. Yani bu çocuklar 10 gün boyunca evlene evlene bitiremediler.
Ben geleneklerden yanayım. Yani bekarlığa veda partisi yapılacağına kına gecesi yapılsın tabii, ama sanki diğer seremoniler yeniden sadeleşse daha güzel olacak.