Tam da Çanakkale’ye taşındığım günlerdi. Trabzon’dayken tanıdığım Malatyalı bir arkadaşım yaz tatili için gittiği memleketinden resimler paylaşmıştı. Ben de Malatya’yı iyi bildiğimi sanıyordum, ama paylaşmış olduğu resimlerden biri çok dikkatimi çekmişti. Neresi olduğunu sorduğumda da Darende, Kudret havuzu diye cevap almıştım. O günden itibaren buraya gitmek benim için şart oldu.
Bizim Sermin gezmeyi sever, ama nereye gitmek istediğini düşünmek istemez, onun gezmekten kastı, benim gittiğim yere onu da götürmemdir. Ben de bir kez olsun sen beni bir yere götür, bu Darende işini sen ayarla demiştim, ben de Brezilya işini ayarlayayım dedim. Böyle sözleşmiştik ama Brezilya’ya gitmemizin üzerinden 1,5 yıl geçti, Darende’ye gitmeyi başarmamız ise 2 yıl sürdü.
Her neyse sonunda bu ay gitmek kısmetmiş. Çanakkale’den hava yoluyla bir yere gitmek oldukça sıkıntılı. Çok erken bir saatte Ankara’ya uçup, daha sonra özellikle doğudaki iller için uzun saatler Esen Boğa havalimanında bekliyorsun. Dönüş ise genellikle daha az beklemeli olmasına karşılık, çok geç saatte eve varıyorsun. Her iki durumda da o gece uykusuz kalıyorsun.
Pazartesi günü sabahın dördünde evden çıkıp, akşam saatlerinde salimen ama yorgunluktan perişan şekilde Malatya’ya vardık. Sermin’in Çaykur bayisi olan arkadaşı, bir çalışanını üç günlüğüne bize eşlik etmesi için tahsis etmişti, bu kızcağız bizi havalanında karşıladı ve sonra hep onunla gezdik.
Asıl amacımız Darende’ye gitmekti, ama havuz sadece Çarşamba günleri kadınlar içindi. Biz de ancak Pazartesi gününe bilet bulmuştuk. Böylece Salı günü Malatya’da daha önceden görmediğim Levent Kanyonuna gitmek istedim.
Kanyon bu bölgede benzerleri sıkça görülen, çok güzel kaya oluşumları gösteriyor. Muhtemelen erezyon sonucu oluşmuş bir kanyon, çünkü içinde sadece kuru bir çay ya da sel yatağı görünüyordu. Bu kanyona bir seyir terası ve kafeterya yapılmış olduğu için son yıllarda bayağı turist çekmeye başlamış. Biz de cam terasın üzerine çıkmaya cesaret edemeden bir kahve içip, oradan ayrıldık.
Buradan yolumuz çok da değiştirmeden Sultansuyu harasına uğradık ve Sermin’le ben ata bindik. Daha önce ata binerken çok zorlanmıştım, burada ise bir merdivenli platformdan atın üzerine çıkıyorsun. Böylece hayvana rahatça binebildim, çok da keyif aldım. Atın adı Pakize’ydi. Pakize’ciğime beni büyük bir fedakarlıkla taşıdığı ve üzerinden atmadığı için şükranlarımı sunuyorum.
Yıllar önce, arkadaşım Ayşehan bizi bu haraya götürmüştü. O zaman çok daha fazla at görmüş ve resimlerini çekmiştim. Hatta bu resimlerden birini yağlı boya tablo haline getirmiştim. Bu tablo şimdi Trabzon tabip odasının duvarında asılıyor.
Burası çok güzel bir alan, içinde özürlü çocuklara hidroterapi yapılan ve çocuklarla atların etkileşim bulunduğu bir çeşit terapi merkezi varmış. Tabii bu merkezi gezmedik, ama biz oradayken bir ana okulunun pikniğine denk geldik. Ufacık çocukların da ata bindirildiklerine şahit olduk. Eğlenceliydi.
Geri dönüşte Ayşehan’ın bizi defalarca götürmüş olduğu ve çeşitli outlet dükkanlarından oluşan (geniş bir alış veriş merkezi demeyeyim de artık alış veriş mahallesi diyeyim) bir bölgeye de uğradık, normalde bizim evin alış veriş bakanı Sermin’dir, ancak her nasılsa ben 2 elbise alırken, o sadece bakındı ve hiçbir şey almadan dışarı çıktı. Sadece bu olay bile başımıza ters bir şeylerin geleceğine dair bir işaret olmalıydı, ama o anda bir anlam veremedim.
Derken bize eşlik eden Deniz, bölgede bir de Zeynel Abidin türbesi olduğunu söylemişti, orayı da ziyaret etmeye karar verdik. Burası Anadolu’da bulunan 3 Zeynel Abidin türbesinden biri. Asıl türbe Karakaya baraj gölünün suları altında kaldığı için şimdi bulunduğu yere taşınmış. Biz oradayken, bir kurban lokmasına denk geldik. Kurban eti ile pişirilmiş bulgur pilavından bize de ikram ettiler.
Daha sonra eski Malatya denilen bölgede Sermin’in arkadaşının kayınpederinin bahçesine giderek, kayısı ve erik yedik. Bütün bunlar yetmezmiş gibi de akşam yemeğinde tabelasında ‘sadece karınları değil nefisleri de doyuran kasap’ yazan bir yerde et yedik. Biz de karnımızı ve nefsimizi sıkıca doyurduk.
Ertesi gün soluğu Darende’de aldık. Burada Tohma çayı, çok güzel bir kanyondan akarak, bütün kasabaya inanılmaz bir mesire alanı oluşturuyor. Somuncu Baba türbesi ve külliyesi de bu kanyonun içerisinde. Türbenin önünde ise Urfa’nın balıklı gölünün minyatürü var. Bu havuzdaki balıkları da yemiyorlar. Burayı hızlıca gezip, kanyonda biraz zaman geçirdik, çay içip, gözleme yedik. Asıl buraya gelme sebebimiz olan Kudret havuzuna girdik.
Tohma çayı oldukça bol akan ve garip bir metalik rengi olan güzel bir çay. Bu çay, Darende’de güzel bir kanyonun içerisinden akıyor. Kanyonun duvarlarından bazıları parmak kalınlığında, bazıları kol kalınlığında, bazıları da tek başına dere sayılabilecek boyutlarda göze suları çıkıp asıl dereye katılıyor. Bu güzel kanyonun bir yerinde kanyonu boylamasına bir tretuarla ayırıp, bir bölümüne havuzları yapmışlar. Bütün kompleks, derinlikleri giderek artan ardışık 3 havuzdan oluşuyor. Havuzların bir tarafı kanyonun kaya duvarı, diğer tarafı ise insan eliyle yapılmış tretuardan oluşuyor. Hemen yanında ise hızla akan çay var.
Havuzların en derin olanında, duvardaki bir mağaradan gerçekten oldukça bol suyu olan bir göze fışkırıyor. Buraya birkaç metre girmek mümkün, biraz daha içerisini de görüyorsunuz, ama sadece belli bir noktaya kadar girebiliyorsunuz. Çünkü mağara bayağı daralıyor. Bu noktada su hızla akarak size doğal bir jakuzi keyfi yaşatıyor. İçeriye güvercinler yuva yapmış. Hayvanlar daha içeriye giremeyeceğinizden o kadar emin ki, başınızın sadece birkaç santim uzağında güvenle oturuyorlar.
Havuzların suyu bu kaynaktan sağlanıyor, içine hiçbir kimyasal katılmıyor, çünkü sürekli bir şekilde gelen su Tohma çayına akıtılıyor. Havuzun suyu sürekli 22 santigrat derece imiş, ilk anda soğuk gibi gelse de bir kez girince asla bir daha üşümüyorsunuz.
Bu kadar kalabalık olmasaydı, daha çok zevk alırdım. Sadece Çarşamba günleri kadınlar giriyor. Hafta sonlarında mahşeri kalabalık oluyormuş.
İçeriye girerken resim çekilmemesi için resmen havaalanındaki gibi arandık ve telefonlarımızı elimizden aldılar. Ne yazık ki içeride bone takmayan çok kişi vardı. İçeride bikinili, mayolu, haşemalı, taytlı, hatta sadece peştemallı bir çok kişi vardı. Güya iç çamaşırı ile girmek yasaktı, ama Sermin’in deyimiyle çıplak girmek yasak değildi ya! Peştamal altından, epey frikik gördük, telefon yanımda olsaydı da resim çekmek istemezdim.
Ancak gittiğime değdi diye düşünüyorum, gerçekten çok güzeldi.
Perşembe günü de geri döndük. Uçağımız akşam saatinde olduğu için biraz şehirde eğlendik. Ama sabahtan beri işler ters gitti. Sabah saatlerinde benim tansiyonum düştü, saatlerce gözümün akı karası birbirine karışık dolandım, ancak uzunca bir süre yatarak kendime gelebildim.
Sermin ise havaalanında hastalandı. Meğer sabah saatlerinde ishal olmuş, ama biraz uzanınca kendine geldiği için bana söylememiş. Ama her nedense bol buzlu vişne içeceğini de afiyetle içmişti. Bekleme salonuna girdiğimiz andan itibaren keyfi kaçtı. Birkaç kez tuvalete gitti. Baktım ki yüzü gözü solmaya başladı, bu sıcakta uçağa kadar yürümesin diye personelden tekerlekli sandalye istedim. Ben de yanında gittim. Bunca yıldır, binlerce kez uçağa bindim, ilk kez yan taraftaki acil kapısından, tuhaf bir asansör ile uçağa bindim. Bu sefer de Sermin üşümeye başladı. Yanımızda sadece birer adet sıcakça tutabilecek giysi vardı, ikisini de giymesine rağmen tırnakları morarıncaya kadar üşüdü. Bir bardak sıcak çay alıp eline verdim, elinde tutunca elleri ısındı, bu sefer de terlemeye başladı. Biraz olsun kendine geldi.
Sonunda Esen Boğa havalanına gidebildik. Birkaç saat beklememiz gerekiyordu. Bu arada havaalanı aciline haber verdim, gelip bizi aldılar, Sermin’ serum takıldı. Aslında ben de hiç iyi durumda değildim. Bir sedyede Sermin, bir sedyede ben yatarak birkaç saat geçirdik. Neyse Sermin’in dehidratasyonu düzeldi, bayağı kendine geldi.
Bu maceralı yolculuğun Çanakkale ayağı normal geçti. Eve sabaha karşı 2 gibi düşebildik. Sermin bütün gece tuvalette idi, ama genel durumu gayet düzgün. Artık ne dokunduysa bilemedik.
Umarım ben de benzer bir şey çıkartmam çünkü 2 gün sonra kendi arabamla Fethiye’ye yoga kampına gideceğim.