Bizim toplumumuzda süt annelik, süt kardeşliği gibi konular gayet ciddiye alınır. Düşününce bebek mamalarının olmadığı dönemlerde süt anneliğinin ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu anlamak çok kolay. Geleneksel olarak bu konu o kadar önemsenmiştir ki, dinimizde aile hukuku ile ilgili konular arasında süt annelik de geçmektedir.
Ben birkaç kez, kadınların kendi bebeği ile cinsiyeti farklı bir bebeğe süt annelik yapmaktan kaçındıklarını ve gerekçe olarak da ya ileride bu çocuklar birbirleri ile evlenmeye kalkarlarsa diye düşündüklerini gözlemledim. Tam karşıt olarak ise mesela iki kardeşin eşleri çocukları kuzen evliliği yapmak zorunda kalmasınlar diye bir birlerinin bebeklerini emzirdiklerini biliyorum. Burada aile büyüklerine söylenen hikaye bebeğin annesi yanında yokken çok acıktığı ve beslemeye mecbur kalındığı şeklinde olur. Bir yanlışlık yapılmasın diye de bu hikaye herkese hemen anlatılır. İlginç olarak diğer anne de kendi bebeğini emziren kadının bebeğini emzirip süt kardeşliğinin tamamlar.
Çok sevdiğim ve benim gibi anılarını yazmaya meraklı bir hekim abim, kendisinin bir süt kardeşi olduğunu henüz öğrenmiş ve bu hikayeyi paylaşmış. Bu abimizin hikayesinde de her iki annenin karşılıklı olarak bir birinin bebeklerini emzirdikleri anlatılıyor. Ama nedense yıllarca sır olarak saklamışlar. Kim bilir ne sebeple sır olarak saklanmış bu hikaye bilemedim. Belki de süt akrabalığı her aile içerisinde hoş karşılanmayan bir şeydi.
Bizim aileden ise anneannemizin (Anneler) hemen her sene doğum yaptığını ve sütünün de pek bol olduğunu biliyoruz. Bazen bebekleri öldüğü için, bazen de sadece başka bir annenin sütü yetersiz olduğu için pek çok süt çocuğu vardı, mesela benim annemin de bir süt kardeşi vardı. Üstelik bu süt kardeş genel eğilimin dışında bir erkekti. Demek ki Anneler bu bebekler günün birinde büyür de bir birine gönül düşürür mü acaba gibi bir kaygı taşımıyormuş. Annemin bu süt kardeşinin çocukları ve torunları ile ilişkimiz hala devam ediyor.
Anneler bütün Pazar ahalisinin Sare Hala’sıydı. Kimsenin onu ana diye çağırdığını hatırlamıyorum, ama bir sürü süt çocuğu olduğunu biliyorum.
Biz çocuk hekimleri için anne sütü ne kadar değerlidir, kimse tahmin bile edemez. Bir bebeğin, annesi öldü, ya da sütü yok diye anne sütünden mahrum bırakılmasını engelleyecek bu uygulama bizim için inanılmaz değerlidir. Bir çok kez, sırf tedavi için anne sütü kullandığımız olmuştur. Ancak dini açıdan toplumsal açıdan önemini bildiğimiz için her annenin sütünü kendi bebeğine vermeye özen gösterirdik. Sağılan her sütü mutlaka anne yanında etiketlerdik. Bir kadının sütünü çok mecbur kalmadıkça ve izin almadan asla kendi bebeği olmayan bir bebeğe vermezdik.
Bu hassasiyetimizin ne kadar yerinde olduğunu anlatan bir hikaye anlatacağım.
Hastaneler, kimsenin aklına gelmeyecek sürprizler barındıran mekanlardır. Yıllar önce bir sabah hastaneye gittiğimde beni acele bir şekilde servise çağırdılar. Kim bilir nasıl bir felaketle karşılaşacağımı düşünerek koştum. Gece nöbetinde asistan arkadaş nöbet odasında kimsesiz bir bebek bulmuş. Bu odada daha yarım saat önce yatağın üzerinde uzanıyor olduğu için bu bebeği son yarım saat içerisinde bırakıldığını anlamış. Fakat ilginç olan gecenin bu vaktinde servise giren çıkan birini hiç kimse görmemiş. hastane kapısındaki görevliler de o saatte servis binasına giren kimseyi görmemişler.
Bizim servis ekibi, kadın doğum ekibine sormuş, fakat bebeğin sahibi olabilecek hiç kimseyi bulamamışlar.
Sonuç olarak hastane odamızda terk edilmiş bir bebek vardı. Bu durumda hemen ilgili birimlere haber verilir ve resmi prosedür işlemeye başlar. Görevliler bize, bebeğin sahibi bulunmazsa çocuk esirgeme yuvasına alacaklarını ve nasılsa hastanede olan bu bebeğin işlemleri tamamlanana kadar birkaç günlük bakımını yapmamızı istediler.
Bebek tamamen sağlıklı olduğu için, hastalık kapar endişesiyle normal servise ve yeni doğan yoğun bakıma almak istemedim. Acil serviste uygun imkanlar vardı, küçük bir yatağa yatırdık ve orada bebeği beslemeye başladık. Ne kadar büyük bir hata yaptığımı çok kısa bir sürede anladım, çünkü hikayeyi duyan, elini kolunu sallayarak bebeği görmeye geliyordu. O kadar ki acil serviste kalabalıktan iş yapamaz hale geldik. Bir de çocuksuz birisi acilin yoğun bir anında bebeği çalar endişesi yaşamaya başladım. Bu kez de kapalı kapılar ardında olması için yeni doğan yoğun bakıma devrettim.
Ancak acilde yattığı o kısa sürede bizim hemşire arkadaşlar bebeciğe pek acımışlardı. Başka sebeplerle gözlem için yatan çocukların annelerinden bu bebeği beslemelerini istemişler. Annelerin neredeyse hepsi bu bebeğe süt vermeyi şiddetle ret etmiş. Sadece genç bir anne, o da kendisi bebeğe acıdığı için süt vermeye kalkışmış, fakat bu kadının da kocası bunu görünce servisin ortasında kıyamet kopartmış. Karısına sen bu piçe nasıl süt verirsin diye bas bas bağırmış, yüzü gözü morarmış, kadının üzerine yürümüş, kadıncağızı kocasının elinden zor zahmet almışlar. Adamı bin bir dil döküp yatıştırmışlar. Adam sonunda uykusu gelince karısına Kuran ve ekmek üzerine yemin ettirmiş, eğer bu piçi emzirirsen seni boşarım tehditleri ile evine gitmeye razı olmuş. Bu olayı duyunca bu genç anne ile konuşmak istedim. Kadın da düşününce kocasına hak vermişti, kendi düşüncesizliğine kızıyordu. Ancak bebeğe süt vermesinin neden bu kadar büyük sorun olduğunu bir türlü anlatamadı. Sadece olmaz işte, kim bilir babası kimdi demekle yetindi.
Demek ki, kim bilir babası kim olan bebeğe süt anne olmak doğru değil.