Daily Archives: 25 Ocak 2020

HAYRETTİN KARACA, TOPRAK, YENİ İŞLER, HOBİLER, YENİ OKULLAR, HERKESE HAYIRLI EMEKLİLİK DİLERİM

Geçen hafta Hayrettin Karaca’yı, sevgili toprak dedemizi kaybettik.  Hayrettin Karaca, neredeyse 100 yaşındaydı ama öyle örnek, öyle lider bir ruhtu ki, öldüğünü duyunca hepimiz derin üzüntüye kapıldık. İlaç gibi bir adamdı, toprağın yaralarını sarmak için kolları sıvamış, insanlara doğa bilincini yerleştirebilmek için canla başla uğraşmıştı. Ben, artık arkasından ağlanacak çok da adam kalmadı diye düşündüm, ne yalan söyleyeyim.

Gene de adamın arkasından ağlamayıp, topluma katkısının üzerinde durmalıyız.  Şimdi Kaz Dağlarında, Cerattepe’de, Eğirdir gölünde, İstanbul’da daha adını saymadığım bir çok yerde insanlar, dünyanın geleceğini düşünerek, yapılan doğa kıyımına karşı duruyorlarsa, bütün bunlarda Toprak Dedenin parmak izi yok mu? Hepimizin üzerinde yaşadığımız topraklara karşı görevi var, büyük küçük fark etmez. Önemli olan zarar vermemek, hatta doğa için hiçbir şey yapamayan da, bari şuurlu davransın ve bir şeyler yapana da engel olmasın.

Tabii bir de Hayrettin Karacanın sanayiciliği bırakıp, hayatını bir başka yönde tamamen doldurması meselesi var. Yani ‘iyi emeklilik’ diye tarif ettiğim bir yönü var. Bunu da örnek almak lazım diye düşünüyorum.

Mesela, özellikle de bina içinde uzun süre çalışıp emekli olan insanlar için, emeklilikte toprakla uğraşmak çok güzel ve tatminkar bir şey. Toprak ufak bile olsa, ayağını toprağa basıyor, sırtında güneşi hissediyor ve arada birkaç taze yaprak yiyorsun. Daha ne olsun? Hiçbir şey olmasa bile kemiklerin daha sağlam kalır, depresyon senden uzak durur.

Buraya geldiğimden beri fark ettiğim bir şey var. Mecburi hizmet ya da herhangi bir sebeple buraya tayin olan doktorların pek çoğu başka bir yere gitmiyor, buradan emekli oluyor.

Zaten buralı olanların pek çoğunun aileden kendi arazisi var, dışarıdan gelenler de zaman içerisinde, özellikle de toprak fiyatları çok uygun iken, bir hayli toprak satın almışlar. Bir kısmı bu toprakları yatırım amacı ile almış ve satılığa çıkarmış, diğer kısım ise ciddi ciddi çiftçilik yapıyor. Mesela üzüm bağı yapıp, bayağı güzel şarap imal eden mi ararsın, meyve, sebzecilik yapan mı ararsın, hayvancılık yapan mı? Hepsi var. Bir kısmı ise daha mütevazi boyutlarda toprak almış, üzerine bir konteyner koymuş, ya da bir kulübe yapmış ve hafta sonlarında hobi bahçeciliği yapıyor.

Şimdi gözlerinizi yumup düşünün, meslek hayatınızın son 5/10/20 yılında bir yandan da çiftçilik yapıyorsunuz, ikinci olarak da düşünün, sürekli ve sadece hekimlik yapıyorsunuz. Tahmin edin bakalım kim emekli olunca ne yapacağım endişesi taşımayacak?

İnsanlar çalışırken, zaten işlerinden memnun değilse, tek amaç para kazanmak ise, işe giderken ayak sürüyor, işte mümkün olan her şekilde kaytarıyor, bir emekli olayım diye can atıyor. Eğer kendilerini meslekleri ile tanımlıyorlarsa, bu durumda emekliliği kendilerine hiç yakıştırmıyorlar ve emeklilik kavramına hiç de sıcak bakamıyorlar.

Durum hangisi olursa olsun, hiç kimse emekli olduğunda neler yapacağına, zamanını neyle dolduracağına dair ciddi bir zaman planlaması yapmış olmuyor. Oysa, ömrü yeten herkes bir gün mutlaka emekli olacak. Şimdilik bir ‘İnsanları emekliliğe hazırlama’ eğitimi olmadığına göre her birey kendi başının çaresine bakmalı. Yani bilinçli bir emeklilik hayatı yaşamak için, emekli olmadan mesela 5 yıl öncesinden yavaş yavaş, kafasında planlarını oluşturmalı ve bu planlara uygun hazırlıklarını yapmaya başlamalı.

Bir çok arkadaşım, meslektaşım, maddi olarak ihtiyacı olmamasına karşılık, yeni bir işte çalışmaya başlayarak emeklilik yaşını öteliyor. Bu da bir seçim elbette, özellikle de hayat amacını işinde bulmuş, bu işi yapmayınca kendisini bomboş hissedecek insanlar için, doğru bir seçenek olabilir. Ancak son yıllarda o kadar çok tanıdığım kişinin bir türlü emekli olamayıp, sonunda hastalık nedeniyle iş bırakma zorunda kalmasını üzüntüyle izledim. Sonra yerleri boş kalmadı, dünya dönmeye devam etti. Yani hala eli ayağı tutarken, şöyle birkaç yıl gönlünce yaşamak herkesin hakkı ve hatta kendine karşı görevi bence.

Maddi olarak çalışmak zorunda olan emeklilere ise hiç sözüm yok. İstemediği halde çalışmak mecburiyetinde kalan emekliler konusu beni aşar, burada görev devlete düşüyor. Sosyal devlet emeklisini muhtaç bırakmamalıdır.

Emeklilik sonrası çalışan üçüncü bir gurup daha var ki, onlar benim idolümdür.  Bazıları oldukça genç bir yaşta, çevresindeki herkesi şoke ederek, bazıları da erkence bir emeklilik zamanında asıl mesleğinden çok daha farklı ve özlemini duyduğu yepyeni bir işe keyifle başlayan insanlar var. Bankacılıktan emekli olup, yoga eğitmeni olmak, 40 yaşında bir şirketin CEO’luğundan ayrılıp reklamcılığa başlamak, 10 yıl mimarlık yaptıktan sonra filim yönetmeni olmak. Bunların hepsi çevremden örnekler.

Çok ciddi ve kısıtlayıcı bir işten, daha özgür takılabileceği, ya da çok daha rahat yaşayabileceği bir işe geçmek harika bir şey.

Benim arkadaşlarımın çoğu emekli olduktan sonra ya bir özel hastanede, ya da muayenehanesinde, çalışmaya devam ediyor. Umarım eskisinden daha rahat şartlarda çalışıyorlardır.

Ama herkes çalışmak istemez elbette. Mesela ben tıp alanında çalışmak istemiyorum. Geçtiğimiz yıllarda yepyeni bir şehre, yeni çevreye, toprakla uğraşmaya ve daha pek şeye adapte oldum. Önümüzdeki yıl açık öğretimle merak ettiğim bir okul okumaya başlamayı düşünüyorum. Şimdi üniversite mezunları için açık öğretim fakülteleri sınavsız öğrenci alıyor, pek çok arkadaşım felsefe, sosyoloji, fotoğrafçılık filan okudu. Ben de kültürel miraslar ve turizm okumayı planlıyorum. Böylece merak ettiğim bir konuda derli toplu bilgi alacağım.

Zamanı kaliteli bir şekilde doldurma konusunda herkesin kendine özgü yöntemleri vardır. Ancak herkes için, mutlaka sosyal ilişkileri geliştirmekte fayda var. Buraya geldiğimden beri katılmakta olduğum bir faaliyetten söz etmek istiyorum.

Türk Tabipler Birliğinin önerisiyle ‘Çınarlarla fidanlar buluşması’ adı altında çeşitli illerde bir etkinlik yapılıyor. Çanakkale’de bu işi ÇÖMÜ, Halk Sağlığı Bilim Dalı üstlendi, hatta bu buluşmayı staj programı içerisine aldı. Ben de şehirde olduğum zamanlar kaçırmamaya çalışıyorum.

Şehirdeki emekli hekimler, 2 ayda bir Tıp fakültesindeki, Halk Sağlığı stajı yapan son sınıf öğrencileri ile buluşuyoruz. Biz anılarımızı ve mesleğin tatminkar yönlerini, onlar da beklentilerini ve gelecek planlarını anlatıyorlar.

Genel olarak çocukları, kendisine ya da ailesine ait, büyük hevesler ve beklentilerle fakülteye girmiş, ancak fakültede okurken, hekimlerin uğradığı şiddet ve mesleki zorlukları fark ederek, büyük bir karamsarlık içerisine girmiş olarak buluyoruz.

Biz de gençlerin bu karamsarlığını gördüğümüz için, onlara mesleğin güzel taraflarını göstermeye gayret ediyoruz. Sonuç olarak toplantıdan fidanlar da çınarlar da çok memnun ayrılıyoruz. Hiçbir şey yapamasak gençlere 35/40 yıl sonraki hallerini göstermiş oluyoruz. Eh hiç de fena sayılmayız yani, çocuklar da bize bakıp, evet, 60/70 yaşımda bu abiler, ablalar gibi olmak isterim diyor.

Emekli hekim gurubumuz bir hayli renklidir, kendi aramızda da toplanıyoruz, yemeklere, konserlere, şarap tadımına filan gidiyoruz. Emeklilere en sağlam önerilerimden biri de meslek odalarının, sosyal etkinliklerine karışmalarıdır. Ömrünü kendine benzer şekilde geçirmiş insanlarla birlikte zaman geçirmek oldukça kaliteli zaman geçirmek anlamına geliyor.

Show Buttons
Hide Buttons