Yıllar önce Trabzon’da yeni açılmış bir dükkanda çok hoş bir elbise denemiştim. Elbisenin eteği bir çok kumaşın yama işi birbirine dikilmesi ile yapılmıştı. Elbiseyi giyince de çok beğenmiştim, ancak eteği oluşturan kumaşların kalınlıkları birbirinden çok farklı olduğu için satın alma konusunda çok kararsız kalmıştım.
Tezgahtar kadın da yanılmıyorsam iş yerinin sahibi olan kişiydi, ilk günlerin hevesiyle bin bir çeşit dil dökerek illa bana bu elbiseyi satmaya çalışıyordu.
Benim tuhaf bir huyum vardır, bana ısrar edilmesinden hiç hoşlanmam, açlıktan midem ağırsa, oturduğum sofrada en sevdiğim yemek olsa, illa biraz daha al, bundan da ye illa ye diye ısrar edilse, iştahım kaçar, karnımı doyuramam.
Kadın bu huyumu nereden bilsin, o elbiseyi övmeye devam ettikçe benim elbiseden hevesim geçiyor. Tabii kadın da kararsızlığımı anladı ve son bir hamle daha yaparak, ağır bir Trabzon şivesiyle, eleri yaya yaya ‘ habı elbiselan var ya, aynı oldun entel’ dedi.
Madem ki sıra dışı bir elbise beni entelektüel yapmaya yetiyordu, ben kafamı gözümü şişire şişire, bunca okulu, kitabı boşa okumuşum. Derhal elbiseyi çıkarıp, dükkandan çıktım, bir daha da vitrinine bile bakmadım. Kadının densizlikleri devam etmiş olmalı ki, en çok 2 ay içinde dükkan kapandı.
Emekli olduktan sonra daha çok kitap okuyacağımı sanıyordum, ama yanılmışım, sosyal medyaya takıldım ve daha az okumaya başladım. Aslında yazmayı ve okumayı çok değerli bulurum. Öğrencilerim beni muhtemelen ‘söz uçar, yazı kalır’ sözümle hatırlıyordur. Zaten bu bloğu da sivil tarih bırakma amacıyla yazıyorum. Yazılarımı okuyan bir çok kişi benden kitap yazmamı istiyor, şimdilik öyle bir niyetim yok.
Ancak son günlerde hiç ummadığım kitaplarla karşılaştım.
Bu kitaplardan ilki ile geçen ay İstanbul’a gittiğimde, benim fakülteden arkadaşım Gülçin’de kalmıştım. Konuşurken annesi Leman teyzenin yıllar önce bir yemek kitabı yazmış olduğunu söyledi ve bana da bir kitap hediye etti. Leman Gökseyitoğlu, ‘Sivas Yemekleri ve Mutfağımda Pişirdiklerim’ isimli, 163 sayfalık bir yemek kitabı yazmış. İçerisinde yüzlerce yemek tarifi var, elbette ki bu tariflerden hiç birinde malzemelerin miktarları, pişirme süresi gibi şeyler yok. Bunun dışında muhteşem bir kitap, yukarıdaki eksikler nedeniyle sadece yemek yapmayı bilenler için kullanılabilecek çok güzel bir kitap. Leman teyzeyi bu gayretinden ve milli servet anlamına gelen yöresel yemekleri muhafaza etme isteğinden ötürü tebrik ediyorum. Kitabı bir hazine gibi saklayacağım.
Bu günlerde birkaç arkadaş bir araya gelerek bir kitap kulübü oluşturduk. On beş günde bir, herkesin okuduğu bir kitabı tartışıyoruz. Bu kulüpte de beyin cerrahı olan bir arkadaşımızın yazmış olduğu bir hikaye kitabı olduğunu öğrendim. Önümüzdeki toplantıda tartışmak için onun kitabını seçtik. Sadece bir kitap tartışmayacağız, içimizden birinin ruhuna kendi bakış açımızdan bir göz atacağız. Bakalım neler olacak?
Tabii bir de Mart ayına girdik, havalardan fırsat buldukça toprakla ilgilenmek zamanıdır. Geçen ay, zeytinlere ve meyve ağaçlarına ilaçlama, ağaç budama gibi işleri tamamladık.
Burada bir orman köyünde yaşadığımız için, hayalimde küçük çalı meyveleri ve orman açıklıklarında yetişen ve yaban hayvanlarının beslendiği orman meyvelerinden yetiştirme düşüncesi var.
Geçen zaman içerisinde Gelibolu yarımadasına, şehitliklere defalarca gittim. Aslen buralı olan Ali Çan isimli arkadaşım, mutlaka Fransız Mezarlığına gidin, görülmesi gereken bir yer diyerek beni uyarmıştı. Burası normalde herhangi bir turist gezisinde gidilemeyen, biraz sapa bir yer. Bir gün bu uyarıyı göze alarak, sadece Fransız mezarlığını ziyaret etmek için karşıya geçtik. İyi ki gitmişiz, bütün mezarlık ayı çileği denilen küçük kırmızı meyveleri olan, ağaççıklarla bezeli. Bu ağacın muhteşem bir şekli olduğunu, yaz kış yeşil kaldığını, biri küçük yapraklı, büyük meyveli, diğeri büyük yapraklı, küçük meyveli iki cinsi olduğunu görmüş olduk. Burada bu kadar çok ağacı diktiklerine göre bakımı kolay olmalı ve endemik bir tür olmalı diye düşündük.
Bu farkındalıkla geri dönerken yol boyunca önceden çalılık diyerek kör gözlerle önünden geçtiğimiz ağaççıkların aslında bu orman meyvesi olduğunu fark ettik. Köye döndüğümüzde keşfettiğimiz meyvenin ve ağacın resimlerini köylülere gösterdiğimizde, bizim köyün ormanında da bu ağaççıktan bir sürü olduğunu öğrendik.
Sonuç olarak bizim köyün Hızır’ı bir gün ormandan bize köküyle birlikte birkaç çalı getirdi. Bu çalıları da bahçeye diktik, umarım ve sabırsızlıkla beklerim ki yerlerini beğensin ve bahçeye kök salsınlar. Bu güzel meyveli, her dem yeşil ağaççıkları çok sevdim.
Önümüzdeki günlerde iki yıllık olan ve artık biraz fazla yayılmış, aromatik bitkilerimi ve sarmaşıklarımı budayacak, yabani otlardan tohum atmasını istediğim bir kaçını bırakıp, diğerlerini kökten çıkaracağım.
Geçen hafta Ege otlarını tanıyan bir arkadaşı davet ettim ve bana bir sürü yenilebilen ot gösterdi. Bunların hepsini deneyeceğimi sanmıyorum, ancak yabani maruldan salata yaptım ve gayet başarılı oldu. Yabani marul ve pazının artmasını istediğim için onları korumayı düşünüyorum. Gelincikleri de muhafaza edeceğim.
Şimdiden badem ağaçları çiçeklenmeye başladı, yakında endemik çiçekler de ortaya çıkmaya başlar. Anemonlar çıkınca birkaç adet daha bahçeye getireceğim. Bu yıl asıl hedefim, zahter ve sarı kantaronu bahçeye taşıyabilmek, bakalım başarılı olabilecek miyim?