Trabzon’dayken Devlet Tiyatrosu sanatçılarının pek çoğunu tanırdım, bazıları ile dostluğum hala devam ediyor. Sanatla uğraşan insanların iç dünyaları sıradan insanlara göre daha renkli ve daha zengin oluyor.
Benim tanıdığım tiyatrocu sanatçılarının her biri kamu yararına olan projelerde, hele de çocuklarla ilişkili projelerde rol almaya çok hevesliydi. Sağ olsunlar, ne zaman çocuk yuvasında ya da hastanede bir faaliyet yapmak istesem, beni hiç kırmadılar, emekleri karşılığında tek bir kuruş bile talep etmeden, hatta yol masraflarını filan kendileri karşılayıp, büyük bir hevesle talebimi yerine getirdiler.
Bu faaliyetlerden biri, planlanan faaliyetin çok ötesine geçtiği için yazmaya değer buldum. Yanılmıyorsam 2000’li yılların başlarıydı, çünkü ben henüz Ana Bilim dalı başkanı olmuştum.
O zamanlarda bizim yeni doğan servisi hariç 18 yataklı süt çocuğu servisi ve yine 18 yataklı daha büyük çocukların yattığı adolesan servisimiz vardı.
Bazen serviste çok ağır hastalar yatar, oldukça karamsar günler yaşanırdı. Tiyatrocu arkadaşlarıma güvenerek bir moral günü yapmayı düşündüm. Elbette hemen destek buldum. Benden yaş gurubumu öğrendiler, sonra müzik aleti çalabilen iki arkadaşlarını palyaço kıyafeti ile göndermeye karar verdiler. Çocukların genel havasına göre, serviste odadan odaya geçerek, hasta yataklarının başında, okul şarkıları söyleyecekler, canlandırarak masal anlatacaklar, biz de servisi balonlarla süsleyecek ve çocuklara hazırladığımız hediyeleri dağıtacaktık. Eğlence tarihini de yanılmıyorsam bir Cuma öğleden sonra olarak belirledik.
O hafta Salı günüydü galiba, bir hastayı taburcu etmek istedim, çocuk ağlayarak yatak örtüsünü yüzüne kapattı, ne yaptıysak çocuğu mutlu edemedik. Bu oldukça garipti çünkü daha önce eve gideceği için ağlayan çocuk görmemiştim. Sonunda derdini anladık, palyaçolar gelince hastanede olmak istiyordu. Bu olay üzerine ağzımdan, bu hafta taburcu olan çocuklar da eğlenceye katılsınlar diye o anda çok mantıklı gelen, talihsiz olduğunu sonradan anladığım bir söz çıktı.
Sonuç olarak toplamda 40 değil de hadi bilemedin 60/70 oyuncak alıp bu işi toparlarız diye düşündüm.
O tarihte henüz yuvarlak hastane binasının inşaatı devam ediyordu, bütün birimler eski binalardaydı. Şimdi yuvarlak bina ile 11 katlı yüksek binanın arasında uzanan yassı bina genellikle polikliniklerin, laboratuvarların, idari birimlerin olduğu kısımdı. Zemin katta ve birinci katta iki bina arasında asansörlerin olduğu koridordan geçişler vardı. Uzun binada ise servisler bulunuyordu.
Pediatrinin mevcut polikliniklerinin hepsi birinci kattaydı. Aynı katta, bizim polikliniklerle, uzun binanın birinci katında olan servisimizin arasında, diğer birkaç bölümün daha poliklinikleri ve şimdiki Gastroenterolojinin yerinde bulunan başhekimlik vardı.
Cuma günü, gelecek olan tiyatrocu arkadaşları benden başka tanıyan olmadığı için, eğlence saatinden biraz daha önce servise yöneldim. Ancak ortada bir sorun olduğu görünüyordu, koridorlar insan kaynıyordu. Önce başhekimlerin başı dertte diye düşündüm. Çünkü daha önce de bir kez sosyal sigortalar kanununda bir değişiklik yapılıp da, bir çok hastanın paraları ödenmesinde problem çıktığı zaman, başhekimlik önünde böyle bir mahşeri kalabalığın toplandığını görmüştüm. Kim bilir gene başlarında nasıl bir dert var diye düşünerek, asansörlere doğru yürümeye çalıştım.
Sadece yürümeye çalıştım diyorum, çünkü kalabalıktan yol almam mümkün değildi. Neyse ki kalabalıktan, hastaneden çalışan ve beni tanıyan birkaç kişi çıkıp bana yol açtı da servisin kapısına varabildim. Servisin içi başka bir hikaye, çünkü ortalık insan kaynıyor. Ne oluyor demem kalmadı, servisin sorumlu hemşiresi bütün bu kalabalığın birim eğlence için toplandığını söyledi. Meğer başı dertte olan bizmişiz.
Bu kadar kalabalık nasıl toplandı diye sorunca, ben hani bu hafta taburcu olan çocuklar da gelebilir demiştim ya, bunu bu güne kadar bizim servisten taburcu olan herkes gelebilir diye algılamışlar. Bizim eski hastalar da yetmemiş, komşular duymuş, Kalkınma mahallesinde ne kadar çocuk varsa, anneleriyle birlikte, soluğu hastanede almış. Sadece onlar da değil, hastaneden çalışan ne kadar temizlik işçisi varsa, çocuğunu kapıp getirmiş, çocuğu olmayan da merakından gelmiş.
Üstelik de her çocuk bayrama gelir gibi giyinip, süslenip gelmiş. Ortalık hevesle bekleyen çocuk ve daha da fazla yetişkinle insan kaynıyor. Hiç saymadım ama çoluk çocuk en az 500 kişi var. Benim servise girdiğimi gören koridorlardaki herkes de servise hücum edince serviste adım atacak, nefes alacak yer kalmadı.
Oysa ben hiç böyle bir şey düşünmemiştim. Bu kalabalığı görünce çok tedirgin oldum, çünkü günlerden beri solunum cihazında yatan bir hastamız vardı. Şu sırada çocuğa bir şey olsa, insanları yarıp yanına bile gidemeyiz. Bende bu şans varken kesin tam da bu karmaşada çocuk can verir diye paniğe kapıldım. Eğlenceyi iptal etmeye karar verip, tiyatrocu arkadaşlara telefon açtım, ki telefon kulağımın dibinde çınladı. Meğer tam da o anda, onlar da kalabalığı yarıp yanıma ulaşmayı başarmışlar.
Üzerlerinde palyaço kıyafeti olmadığı halde, çalgıları ve kıyafet çantalarını görüp gelenlerin, beklenen tiyatrocular olduğu anlaşılmıştı. Kalabalıktan inanılmaz bir heyecan yükseldi.
Artık geri dönüş yoktu.
Mecburen gençlere kıyafetlerini değiştirecekleri odayı gösterdim. Bir tarafım da çok huzursuz, öyle ya solunum cihazındaki çocuğa o anda bir şey olmasa bile, ben o çocuğun ailesi olsam, benim çocuğum ölürken, serviste eğlence yaptılar diye ömür boyu unutamam.
Palyaçolarımız odadan çıkarken ellerimi kaldırıp, kalabalığı susturdum ve çok da bağırmadığım halde, servisin her yerinden duyulabilen bir sesle, servisimizde yatan çok ağır bir hastamız var, şimdi sizden izin istiyorum, sessizce bekleyin, çünkü önce o hastanın yanına gideceğiz, daha sonra odadan çıkıp sizin için eğlenceye devam edeceğiz dedim.
Kollarımı kaldırarak bu sözleri söyleyince, asasını kaldıran Musa Peygamberin denizi yarması gibi, kalabalık önümde yarıldı, bana ve arkamdan gelen palyaçolara bir kişinin geçebileceği kadar yol açtılar ve biz hastamızın odasına görkemli bir giriş yaptık. Cihazda yatan çocuk 10 yaş civarında şu anda hastalığını hatırlamadığım ama günlerdir, bilinci kapalı bir şekilde yatan hiçbir ümidimizin kalmadığı bir hastaydı. O anda yanında 20 yaş civarında olduğunu düşündüğüm ablası refakatçi kalıyordu. Palyaçolardan birinin elinde bir gitar, diğerinde de flüt vardı. Gençler, sanki günleri hastalar arasında geçiyormuş gibi, hiçbir tedirginlik göstermeden çok yumuşak ve güzel bir ezgi çalmaya başladılar.
Bu sırada inanılmaz bir şey oldu, günlerden beri hiçbir hayat belirtisi göstermeyen çocuk, müziği duyunca, soluk borusundaki boruyu sabit tutan bantların arasından açıkça görülecek şekilde gülümsemeye başladı. Çocuğun güldüğünü görünce ablası ağlamaya başladı. Servis sorumlu hemşire arkadaşımla ben de önce gizlice sonra artık açıktan açığa ağlamaya başladık.
Dışarıdaki kalabalıktan da bir sabırsızlık belirtisi gelmediği için, gençler yarım saat kadar bu çocuğun başında çaldılar.
Daha sonra dışarı çıktılar. Aman ki aman, sanki serviste en meşhur bir pop yıldızı konser veriyor. Meğer herkes ne kadar eğlence meraklısıymış, hastanedeki temizlik personeli, mahalleli kadınlar, çocuklarla birlikte okul şarkılarına eşlik ediyor, el çırpıyorlar. Bu coşkuyu gören tiyatrocular da coştukça coştu, istek almaya bile başladılar, türküler, şarkılar söylemeye başladılar. Millet ayağa kalkıp yer bulamadıkları için oldukları yerde horon bile tepmeye başladı. Ortalık yıkılıyor, resmen kıyamet kopuyor.
Biz, bir hemşire arkadaşla, solunum cihazındaki çocuğun odasında nöbet tutarken, çocuğun ablası da dışarı çıkıp coşkuya katıldı.
Eğlence saatler boyu sürdü. Sonunda nihayet palyaçolar gitti, herkes istemeden de olsa dağıldı. Bize gelince gözlerimiz kıpkırmızı, başımız ağrıyarak, şükür bitti diyerek ayrıldık.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra çocuğumuz vefat etti. Aradan bir ay filan geçmişti ki bir gün ablası beni ziyarete geldi. Elinde çocuğun palyaçolarla birlikte çekilmiş resimleri vardı. Kardeşimi son anda güldürdünüz diyerek, ağlayarak teşekkür etti. Onu düşündükçe hep o son gülüşünü hatırlayacakmış.
O gün iyi ki eğlenceyi o çocuğun yatağının başında başlatmışım.
Bundan sonra akıllandık, bu tür eğlenceleri amfide yapmaya başladık. Ancak bir daha ne bu kadar kalabalık toplandı, ne de bu kadar eğlenceli oldu.