Son birkaç aydan beri dünyada oldukça ölümcül bir salgın var. Bu salgına sebep olan virus aslında son yıllarda, MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu), SARS (Ciddi Ani Solunum Sendromu) gibi salgınlarla adını sıkça duyurmaya başlamıştı.
Bu son salgın, corona virusların 2019 yılı sonunda yeni bir mutasyon geçirerek meydana getirdikleri bir salgın. Virusa, COVID 19 (co=corona, Vi= virüs, 19=2019 yılı) adını verdiler. Sadece bu isim bile bundan sonrası da geliyor, artık özel isim vermiyoruz, salgın meydana geldikçe sonundaki rakamı değiştireceğiz gibi bir çağrışım yaratarak can sıkıyor.
Aslında virusların 10/12 yılda bir ufak bir mutasyon, 50/100 yılda bir ise büyük bir mutasyon geçirerek, her 10 yılda bir ufak salgınlara, 50/100 yılda bir ise büyük salgınlara neden olduğu biliniyor. Zaten insanlık tarihinde vebadan, çiçekten, koleradan ölenlerin sayısı her zaman savaşlarda ölenlerden fazladır. Elbette bu salgınlara ait istatistiksel veriler yok, ancak mesela Avrupa’da veba kurbanlarına adanmış, pek çok kilise ve katedral vardır. Eski savaşlarda ölen insanlardan bir çoğu da ya cephedeki ya da yaralandıktan sonra yattıkları hastanelerdeki koşullardan ötürü enfeksiyondan öldüler. Cephe gerisindekiler de ekonomik sıkıntılardan, beslenme yetersizliğinden ve yine enfeksiyonlardan öldü.
Çarpıcı bir örnek olarak dün 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşları zaferinin 105’inci yıl dönümüydü. Çanakkale Savaşında, kalabalık yaşam ve siperlerde hijyen koşullarını sağlayamamaktan ötürü, bir çok bulaşıcı hastalık çıktığını ve özellikle de dizanteri gibi ishalle giden enfeksyon hastalıklarından ötürü bir çok can kaybı olduğunu biliyoruz. Tetanoz ve anaerob mikroplarla da ölümlerin sayısını bilemiyoruz.
Bu yılın salgını, klasik griplerin pek çoğu gibi bir solunum yolları salgını, hastalık solunum yolları ile alınıyor ve en büyük tahribatı da solunum yollarında yapıyor. Bu tip salgınların genel karakteristiği, enfeksiyon etkenini alan pek çok kişinin hiç belirti vermeden, bazılarının grip belirtileriyle geçirmesi, ufak bir bölümünün ise hayatını kaybedecek derecede hasta olmasıdır.
Genellikle en büyük risk altında olan küçük çocuklar, yaşlılar, hamileler ve kronik hastalığı olan kişilerdir. Bu salgının birkaç özelliği var. Bunlardan en önemlisi sanırım, bu gribi çocuklar kolay atlatıyor ama yaşlılar ve kronik hastalar büyük risk taşıyor.
İkinci özellik ise bulaştırıcılık oranı çok yüksek. Normal grip olan her insan ortalama 3/4 kişiye bulaştırabilirken, bu salgında bu sayı çok daha yüksek. Çünkü virüsü aldıktan sonra hastalık olarak ortaya çıkma süresi ve hastalık süresi, yani bulaştırma süresi çok uzun.
Yüksek bulaştırıcılığın farklı sebepleri de var, çünkü dünya nüfusu hiç olmadığı kadar kalabalık. Örnek olarak bundan önce 1918 yılında (tam da Birinci Dünya Savaşı) ortaya çıkan ve İspanyol Gribi olarak bilinen salgın sırasında dünya nüfusu bir milyar civarındaydı. Şimdi bu sayının neredeyse 8 katına ulaştık.
Bir başka sebep de, artık dünyanın uzak bir noktası kalmadı, dünyanın her yeri birbiri ile bağlantılı, insanlar tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sık ve çok seyahat ediyorlar.
Ne kadar fazla nüfus, o kadar kalabalık yaşam ve viruslar için o kadar müsait bir ortam, ne kadar seyahat virusa o kadar serbest dolaşım.
Çünkü viruslar tabiri caizse ‘yarı canlı’ yaratıklardır, çoğalmak için mutlaka canlı bir hücrenin içine girmeleri gerekir. Kendi varlıkları aşağı yukarı bir DNA ( hatta corona virusta olduğu gibi sadece RNA) ve bu genetik materyali saran ve canlı bir hücreye girmeyi sağlayacak bilgiye sahip bir zardan ibarettir. Corona virusun adı da dış zarındaki çıkıntıların taca (corona latince taç demek) benzetilmesi nedeniyle verildi.
Viruslar, canlı bir hücreye girdikten sonra dış zarından kurtulur ve hücrenin rezervlerini kullanarak kendini çoğaltır. Tabii bu arada hücreyi, bazen de bütün canlıyı öldürür.
Bu salgın, Çin’de başlayıp, büyük bir hızla bütün dünyaya yayıldı. Şu anda özellikle İtalya ve İran oldukça kötü durumda.
Yoğun bakım gerektiren hastaların çokluğu şu anda hiçbir dünya ülkesinin bu salgına hazır olmadığını gösterdi. Bu durumda da bir çok ülke bulaşma hızını yavaşlatmak için oldukça alışılmadık yöntemlere baş vurdu. Bütün amaç insanların bir biri ile temasını azaltarak bu salgının ülke sağlık sitemini çökertecek kadar hızlı bir şekilde toplumun üzerine çökmemesi.
Bu nedenle bu hafta Türkiye’de okullar, ibadethaneler, köy kahveleri dahil toplu bulunulan yerler kapatıldı. Bir çok ülkeye uçak seferleri iptal edildi. İnsanların sosyal izolasyon sağlamak için evlerinde kalmaları önerildi.
Bu önlemler dünyanın pek çok ülkesinde alınırken İngiltere gibi bazı ülkeler, biz salgını doğal yollardan geçirerek atlatacağız dediler.
Bir yandan da aşı ve ilaç çalışmaları son hızla devam ediyor. Son yıllarda, yukarıda anlattığım salgınlardan hiç haberi olmayan, aşı karşıtı büyük bir gurup peyda oldu. Corona aşısı çıkınca bakalım onarın tavrı ne olacak?
Bu salgında en büyük risk altında olanlar ise sağlık çalışanları. Bizim ülkemizde son yıllarda giderek yükselen ve artık vahşet boyutlarına varan bir doktor düşmanlığı gelişti. Öldürülen hekimler için öfkelenen bir çok arkadaşım sosyal medya hesaplarından ‘doktorsuz kalın’ diyerek beddua ettiler. Galiba ne dediğine dikkat etmek lazım, şimdi şu durumda en büyük risk altında olan gene doktorlar ve diğer sağlık çalışanları. Umarım bu salgında meslektaşlarımızdan çok kayıp vermeyiz. Çünkü bu günlerde işe gitmek aktif savaş cephesine gitmekten farksız.
Biz de evde kalanlardanız, hiç oturmaya alışık değilim ama canım sıkılıyor deme lüksümüz yok, mecburen evde oturacağız. Üstelik köyde yaşıyoruz, açık alan aktivitesi yapmamız şehirde yaşayanlara göre çok daha kolay. Bu sosyal izolasyon günleri de çok ilginç bir hayat deneyimi oluyor, onu da bilahare yazacağım.
Bu evde kalış süresi ne kadar olacak? Sanırım salgın pik yapıp bir plato çizmeye başlayınca, bilimsel kurullar tarafından toplumun artık yeterli oranda bağışıklık kazandığına karar verilince, artık evlerinizden çıkın diyecekler, çünkü bu kadar ekonomik durgunluğa hiçbir ülke dayanamaz.