Daily Archives: 24 Mart 2020

CORONA GÜNLÜKLERİ; EVDE OTURMANIN 50 RENGİ, BAKALIM NE ZAMAN ‘CABIN FEVER’ GEÇİRECEĞİM, YA DA YORGUNLUKTAN ÖLECEĞİM?

Corona salgını yüzünden bu hafta başı itibarıyla ‘Evde kal, Türkiye’ sloganıyla mecbur olmadıkça evden çıkmamamız önerildi. Bir çok işi yeri, kahveler, ibadethaneler kapatıldı. Sürekli salgına ve korunma yöntemlerine dair bilgilendirici TV programları var.

Biz hem emekli olduğumuz için dışarı çıkma zorunluluğumuz yok, hem de yaş gurubu olarak her birimiz 60’ı devirdiğimizden bir haftadır evde oturuyoruz. Bütün hafta boyunca 1-2 kez ilaç ve gerekli malzemeleri almak dışında evdeyiz.

Bizim köy Çanakkale’ye oldukça yakın olmasına karşılık oldukça izole sayılabilecek bir alanda bulunuyor. Çanakkale Lapseki karayolundan sapılarak, 6 km sonra bizim köye ulaşılır. Aşağımızda her ikisi de bize 4 km uzaklıkta olan iki köy ve yukarımızda 2 km uzaklıkta olan bir köy daha ve 5 km ötemizde de bizim köyün bir mahallesi var. Bütün bu alanda yaşayan kişi sayısı ise 1000’den az.

İlk gün kimse sokağa çıkmayın uyarısını anlayamadı, ancak ertesi gün jandarma gelip de aşağı köyde umreden gelenleri karantinaya alıp, bütün köy kahvelerini ve camileri de kapatınca, herkeste şafak attı.

Bizim Sermin aylardır, köyden 2 kadına okuma yazma öğretmeye gayret ediyor, her gün 1 saat birlikte çalışıyorlardı. Bu durumda kadınların kocaları, bizim yaşımızı da düşünerek eşlerini bir süre bize gelmekten men etmişler.

Çanakkale’de Cuma pazarları oldukça önemli bir sosyal olaydır. Cuma günleri köyde kimseyi bulamazsınız, herkes ‘Kale’dedir. Bu Cuma günü ise kimse pazara bile gitmedi, inanılır gibi değil.

Evin içinde ise durum şu; Nermin en kalın kıyafetlerini giymiş, sıkı sıkıya sarınarak, Sermin her zamanki gibi telefonu elinde yayılmış oturuyor. Nermin zaten özellikle felaket haberlerine pek düşkündür. Mesela bir uçak kazası, sel ya da deprem felaketi olsun, dünyanın herhangi bir yerinde yanardağ patlasın, günlerce döne döne aynı haberi bütün kanallardan izler. Bu da yetmez İngilizce kanallardan izler, geceleri sabahlara kadar uyumaz, sürekli aynı görüntüleri izler.

Geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin her yerinden deprem haberleri, Van’daki çığ felaketi, İdlip’ten gelen şehit haberleri derken TV koltuğuna zaten yapışık yaşıyordu. Salgın haberleriyle de yakından ilgiliydi, ancak yumurta kapıya dayanınca başka hiçbir şey düşünemez oldu.

Bana gelince evde otur otur nereye kadar deyip kendimi bahçeye attım.

İngilizce konuşanların, cabin fever dedikleri, kulübe humması diye Türkçeye çevirebileceğimiz bir durum var. Eskiden Amerika kıtasına ilk yerleşen kolonicilerin bazıları, oldukça kuvvetli kışı olan bölgelere yerleşmişler. Tabii o zaman kırsalda nüfus da oldukça az ve insanlar mümkün olduğu kadar tarımla uğraşıyorlar, kışları ise kulübelerinde geçiriyorlar. Kış geçip de artık tarlalarla uğraşma zamanı geldiğinde bazı ailelerden hiç haber alınmadığı olurmuş. Sonra bu evlere gidip, toplu cesetlere ulaştıkları ve bu toplu katliamın aileden biri tarafından gerçekleştirildiği anlaşılırmış. Daha sonradan bu durumu uzun süreli sosyal izolasyon ve kapalı alanın meydana getirdiği ağır bir ruhsal çöküş olarak tanımlamışlar. Halen Alaska kırsalında izole yaşayan aileler, bu duruma karşı önlem alırlarmış.

Her ne kadar kış yoksa da benim sosyal izolasyona ne kadar dayanabileceğim meçhul. Kulübe humması olasılığına karşılık bir silah da edinemeyeceğime göre evin sınırlarını bahçenin sınırlarına kadar genişlettim. Bahçeyi bahar otları bürümüş, zaten önceden de onları temizlemeye başlamıştım, ancak evde oturma faslı başlayınca bahçe çalışmalarına hız verdim. Günde 4-6 saat elimde çapa bahçede çalışıyorum.

Yaban otlarını bahçeden temizlemek öyle pek kolay iş değil. Birkaç yıl üst üste bıkmadan yorulmadan, mümkün olanları kökünden çekerek, mümkün değilse de henüz tohum atmadan derinden kopararak almak gerekiyor. Böylece, birkaç yıl sonra yaban otları daha az çıkmaya başlıyormuş.

Bu arada daha önce yaban otlarının isimlerini öğrenmeye başlamıştım. Her bir otu mümkün olduğu kadar kökünden çekmeye çalışırken, bir yandan da her otun adını hatırlamaya çalışıyorum.

Bu bölgede geniş sulak alanlar var. Buralar doğal olarak aynı zamanda kuşların da uğrak alanları. Bu alanlardan biri bizim köye oldukça yakın olan Umurbey beldesinin kıyı şeridi, Umurbey çayının suladığı alan. Burada ne zamandan beridir gezmek istiyordum, bu güne nasipmiş. Kemikalanı köyüne arabayı bırakıp, kıyı boyunca toprak yolda yürüdük. Sadece bir balıkçıl görmüş olsak da güzel bir yürüyüş yapmış olduk. Bu bölgeyi seçme nedenimiz ise çok tenha olması, gerçekten de, biz yürürken yolda hiç kimse yoktu. Köyden birkaç kadınla uzaktan selamlaştık.

Bu arada Nevruz da karambole gitti. Kimse hatırlamadı bile. Ben ise köyde yaşarken minimum çöp ilkemize uyarak kağıt çöpleri yakıp, küllerini de bahçe toprağını zenginleştirmek üzere kullanıyorum. Ateş yakma işini tam da 21 Marta denk getirdim,  nevruzun hiç olmazsa bizden bir ateşi olsun diye.

Akşamları da örgü örüp, çeşitli kitaplar okuyorum. Özellikle de zeytincilik üzerine bir kitap almıştım, ondan bir hayli şey öğreniyorum. Mesela bor kullanılması gerektiğini bu kitaptan öğrendim ve bu yıl uygulayacağız.

Herkesi telefonla aramaya çalışıyorum. Bir de elbette sosyal medyayı daha sık kullanıyorum. Watsup guruplarımız corona paranoyası ile tamamen işgal edilmiş durumda. Bizim sınıfta birkaç Türkiye çapında ünlü, bir kısmı da bakanlığın salgın bilimsel kurulunda olan enfeksiyoncu arkadaşımız var. Artık onların sözlerinden başka kimselere inanmamak gerektiğini düşünüyorum.

Ben emekliyim, baba evden çıkma deniliyor, ancak benim yaşımda, hatta daha yaşlı olan arkadaşlarımızın izinleri kaldırıldı.

Durum oldukça vahim görünüyor. İtalya geçen hafta 80 yaş üzeri hastaları artık tedavi etmiyordu. Bu hafta bazı bölgelerde tedavi etmeme yaşını 60’a düşürmüşler. İngiltere geçen hafta biz hastalığı geçire geçire toplum olarak direnç kazanacağız diyordu. Bu hafta ise, 3 hafta boyunca sokağa çıkmayı ciddi derecede kısıtlamışlar. Almanya şansölyesi Merkel kendini karantinaya aldı. Bizde salgın nasıl gidecek hep birlikte göreceğiz.

Geçen gün 65 yaş üzerinin sokağa çıkması kısıtlandı. Biz zaten izole yaşıyoruz. Dün evdeki 65 yaş altı tek kişi olarak bazı şeyler almak için şehre indim. Bizim köyler evde oturma işini ciddiye almış. Musa köyden geçerken, loca dediğim bir duvar dibi vardır, burada sanırım bir hava akımı var, yaz kış, gece gündüz orada duvar dibinde sandalyede oturan 3,5 kişi olur. Bunlar yoldan geçen arabalara da hiç aldırmazlar, onları korumak şoförün görevidir.  İşte dün onlar bile ortada yoktu.

Sadece tarlalarda birkaç kişi var. Çünkü tam da bahçe işi yapma zamanı, yabani otlar alınacak, zeytinler ilaçlanacak, fideler hazırlanacak. Bir de elbette hayvanlar ve çobanları var.

Köylerde bu işler duramaz. Durursa her şey durur.

Fakat hem yaya hem de araç trafiği köylerde çok seyrek.

Şehirde ise durum biraz daha farklı. Sokaklarda yaya trafiği bayağı azdı. Bir çok kişi maskeliydi.  Market içi tenhaydı, sosyal mesafeyi korumak mümkün oldu. ATM’den para çekerken de aralıklı sıra vardı ve ben eldiven kullandım. Sokaklarda yaya trafiği oldukça az olmasına karşılık  şehir içi seyirde bir çok araba vardı. Sanırım herkes araç içini güvenli buldu.

Ancak herkesin bu kadar duyarlı olduğunu söylemek pek mümkün değil. Asıl büyük şehirlerde insanları evde tutmak çok zor oluyor.

Bu hafta yağmur yağacak dolayısıyla ben evin içerisine çekilmek zorunda kalacağım. Bakalım ne zaman ‘kulübe humması’ geçireceğim diye düşünüyorum, ancak arkadaşlarım ve dostlarım hastanelerde yoğun risk altında çalışırken, evde can sıkıntısı humması geçirmeyi de şımarıklık olarak düşünüyorum.

Herkes sarmış ya temizlik yapıyor, ya da yemek.

Allah sonumuzu hayretsin.

Boğaz gezisi, arkamda köprünün ayakları görünüyor
Ör ör ör
Oku oku oku
Yol yol yol, çapala çapala çapala
Çakma Nevruz ateşi
Show Buttons
Hide Buttons