Monthly Archives: Mayıs 2020

BİR KAÇ METOT VE KÖY ENSTİTÜLERİ

Salgın dolayısıyla hiç oturmadığımız kadar çok evde oturduk, hiç kalmadığımız kadar uzun süre yalnız kaldık.  Bu süreçte herkes anılarını tazeledi, yazdı, paylaştı. Sosyal medyada, Köy Enstitüleri ile ilgili anılar, dikkat çekecek kadar sık ve son derede etkileyici, sürekli karşıma çıkıp durdu.

Aile tarihime hiç girmemiş bir konu olan ‘Köy Enstitüleri’  hakkında, haddim olmayarak ve büyük bir hayranlıkla, bir kayıt da ben düşmek istedim.

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile ilkokullara öğretmen yetiştirilmesi amacıyla açılan okullara verilen isimdir ve tamamıyla Türkiye Cumhuriyetine ait özgün bir projedir. Gençliğimde, Trabzon, Beşikdüzü’ndeki, öğretmen okulunun, aslen Köy Enstitüsü olarak kurulmuş olduğunu duymuştum.

Benim annem de bir ilk okul öğretmeniydi, ancak o İstanbul’da okumuştu, ailemizde de köy enstitüsü mezunu kimse olmadığı için, evde konuşulan bir konu değildi, aklım erdiğinde de çoktan kapatılmışlardı,  sadece okuduklarımdan, sağdan soldan duyduklarımdan biliyorum.

Geçen gün, Köy Enstitülerinde okutulan bir nota kitabı gördüm, Köy Enstitüleri hakkında hiç bir şey bilmediğimi, anlayamadığımı fark ettim.

Bu güne kadar okuduğum anılar, romantizm ve özlem dolu güzellemelerdir sanıyordum. Ama aslında cehalete karşı verilen benzersiz bir mücadele,  yarınlar için yapılan büyük bir yatırım, umut dolu bir atılım imiş. Hayatını eğitime adamış bir insan olduğum halde, o enstitülerde okuyan bir gencin birkaç kitabını görene kadar anlayamamışım.

Oysa bu umut dolu serüveni anlatan bir çok anı paylaşılmıştı.

Örneğin; Çok soğuk bir kış günü, enstitüde yakacak yokmuş ve bir türlü bekledikleri yardım  gelmiyormuş, artık çevrede sular donmaya başlamış, bu olumsuz şartların gençler üzerinde oldukça moral yıkıcı  etkisi olmuş, kimse yerinden kalkmak, herhangi bir şey yapmak, ders çalışmak istemiyormuş.

Öğretmenlerinden biri onları karşısına almış ve ‘evet bir sorunumuz var, beklediğimiz yardım gelemiyor, o halde sorunu kendimiz çözmek zorundayız, şimdi bir karar vereceğiz burada miskince bekleyen mi yoksa sorununa çözüm arayan mı olacağız, unutmayalım bize bu imkanları sağlamak için bizden önceki nesil ne zorluklara katlandı, bizim umutsuzluğa hakkımız var mı’ diyerek, inanılmaz bir konuşma yaptıktan sonra onları ormandaki yaşlı ağaçları kesmeye davet etmiş.

Gençlerin hepsi sorunu çözme gurubuna katılıp, heves ve neşe içerisinde, üstelik gün boyu sıkı çalışmaktan üşümek ne kelime, bedenleri alev ateş yanarak, şarkılar türküler eşliğinde, kendi yakacaklarını elde etmişler.

Daha sonra bu sorun tespit etme, çözüm yollarını kendinde arama, ortak çalışmanın, bu dayanışma ruhunun, onlara nasıl iyi geldiğini,  duygu durumlarını yükseltip, kendilerini karamsarlıktan kurtardıklarını çocukları ve torunlarına anlatmışlar.

Bir çok kişi sanki sözleşmiş gibi, birer birer, Köy Enstitülerinde okumuş büyüklerinin karneleri yayınlamaya başladı. Okudukları derslere bakınca insanın etkilenmemesi mümkün değil, tarımdan, sanata, matematikten, gök bilime kadar o denli değişik konularda eğitim aldıklarına şaşırmıştım.

Arkadaşlarımın pek çoğu, benim dikkatimi çekecek kadar sık bir şekilde Köy Enstitülerinden mezun olan anne babalarının anılarını yazdılar ve kapalı gruplarımızda paylaştılar. Bu anılardan anladığım kadarıyla gençler, okulda sadece üstün bir  bilimsel eğitim almamışlar, aynı zamanda günlük hayatlarında kullanacakları  görgü kuralları, konuşma, sofra adabı gibi konularda da incelikle donatılmışlar. Bütün mezunlar, hayatları boyunca Köy Enstitüsü ruhunu gururla içlerinde yaşatmış, gelecek kuşaklara bir çok aktarımda bulunmuşlar.

Bütün bunlardan çok duygulanmış, ancak gene de idrak edememişim. Kitapları görünce gözlerim açıldı.

Geçen gün kuzenim Emre’yle konuşurken, bu karantina günlerinde, günde en az 2 saat bahçede çalışıyorum, sabah serinliğinde çalışsam daha iyi, ama bahçeden sonra ellerimi kullanamıyorum, onun için sabah piyano çalıyorum, akşam da bahçede çalışıyorum dedim. Emre bana ‘Köy Enstitüsü gibi’ demesin mi? Oysa aynı ailede büyüdük, onun da çocukluğunda aile büyüklerinden dinlemişliği yoktur.

Uzun sözün kısası, Köy Enstitülerini, bütün hayatım boyunca, duyduğumdan daha çok şu son 2 ayda duydum diyebilirim.

(Çanakkale’ye yerleştikten birkaç ay sonra, bu yaşımda yeniden çocukluğumdaki gibi piyano dersleri almaya başladım. Gerçi hiç müzik yeteneğim yok ama el becerime ve azmime güveniyorum, elbet bir gün insan içine çıkarabileceğim bir şeyler çalacağım.)

Tam da salgın öncesi yeni bir hocadan (Berkin Işık) ders almaya başlamıştım. Salgın çıkınca epeyce ara vermek zorunda kaldık, ancak  son 1/ 2 haftadan beri de maskeler ve sosyal uzaklık kurallarına uyarak yeniden derslere başladık.

Ben uzun yıllar boyunca hep gençler ve çocuklarla ilgilendiğim için, yaşı benden küçük insanlara hep sen der, yavrum, evlatçığım gibi seslenirim. Daha önceki piyano hocam neredeyse torunum yaşında bir üniversite öğrencisi olduğu için bu dil onu hiç rahatsız etmedi. Şimdiki hocam ise 40 yaş civarında, ona da yavrum diye ağzımdan kaçırınca, hemen kusura bakma ben böyle konuşmaya alışığım, eğer rahatsız oluyorsan söyle dedim. Bana cevap olarak hiç rahatsız olur muyum, ben de sizi babaanneme çok benzetiyorum demesin mi? Kadının resmini gösterdi gerçekten oldukça benziyoruz.

Sonra ben sormadan Berkin’in ağzından, dede ve babaannesinin  Hasanoğlan Köy Enstitüsünden  mezun olduğu döküldü (Şaşırdım mı? Elbette hayır). Babaannesi piyano, dedesi keman öğretmeniymiş. Babaannesine ait metotlar benim hocamda, dedeye ait ise keman hocası olan kardeşindeymiş.

İşte bana gösterdiği metotlar babaannesi rahmetli Müzeyyen Işık’a ait metotlardı. Gözlerime inanamadım. Bütün bestecilerin, bütün klasik müzik parçaları o metotlarda var. Hocam resmen bir tarih hazinesine sahip.   Şimdi,  o metotları arasan bulamazsın.  Ayrıca bir sonraki sene öğrencilere okutmak için kendi elleriyle hazırladıkları metotlar bile var.

Ben bu kadar ilgilenince  Berkin aile tarihini anlattı. Dedesi Osman Işık da babaannesi Müzeyyen Işık gibi köy enstitüsü mezunu ve her ikisi de uzun yıllar öğretmenlik yapmışlar.

Babaannesinin babası Talat Ersoy ise, Kızılçullu ve Aksu Köy Enstitülerinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış. Hatta Aksu’nun kurucu müdürüymüş, enstitünün yeri için toprak ağasıyla yaptığı hukuk mücadelesini kazanmış, ama daha sonra millet vekili olan ağanın düşmanlığını da kazanmış.

Haklarındaki hikayeler inanılır gibi değil, mesela Talat Hoca, bir yıl öğrencilere Hamlet’i oynatmış. Bunda ne var diyeceksiniz ama aynı yılın başında önce bir amfi tiyatro inşa etmişler. Yani bir tiyatro eseri oynamak için öyle sadece, ezber, prova, dekor, kostüm yapmıyorsunuz, tiyatroyu da siz yapıyorsunuz.  Artık bu gençler imkansızlık nedir düşünür mü? Gerçekten de zor benim işim, imkansız biraz zaman alır diye buldukları her işe girişiyorlarmış. Berkin’in dedesi, Alman bestecilere çok hayran olduğu için Almanya’ya gitmiş, bulduğu kaynakların hepsi Almanca ya, hiç bilmediği Almancayı öğrenmeye karar verip kendi kendine mükemmelen öğrenmiş.

Ancak onların kitaplarını görünce gerçekten idrak ettim ki, o enstitülerde hiçbir şey göstermelik değilmiş, her şey çok gerçek ve çok üstün nitelikteymiş.  İlkokulda ders verecek müzik öğretmenleri, konservatuvar mezunu gibi yetişmişler.

Elde yazılmış metot
Berkin, ben ve arkadaki kitaplıkta, tarihi metotlar

EV ÇİKOLATASI (SAYILIR)

İÇİNDEKİLER

10 adet çok kuru olmayan hurma, eğer çok kuru iseler 10 dakika sıcak su içinde bekletip, fazla suyunu alarak da kullanabilirsiniz/ eğer hurma yoksa 15 adet gün kurusu kayısı da olur, ancak kayısı daha ekşi olduğundan üzüm miktarını artırmak gerekir.

1 küçük çay bardağı kadar tahin

1 paket bitter, iyi kalite kakao

1 paket Hindistan cevizi

1 avuç kuru üzüm

5/6 adet iri kıyılmış ceviz

İsteğe bağlı iri kıyılmış farklı kuru yemişler

ÜZERİNİ SÜSLEMEK İÇİN

Toz Antep fıstığı/ Normal kakao/File badem/Hindistan cevizi

YAPILMASI

Hurmalarla tahin bir öğütücüde iyice hamur haline gelene kadar çekilir. Hurmaların kuruluğu ölçüsünde tahin miktarı biraz değiştirilebilir.

Daha sonra bu hamura kakao, kuru yemişler katılıp yoğrulur. Hindistan cevizi karışımın suyunu azaltacağından, uygun kıvamı bulmak için yavaş yavaş eklenmelidir.

Avuç ortasında fındıktan büyük, cevizden küçük toplar haline getirilir.

Sunum öncesinde dış kısımlarına yukarıda örneklerini verdiğim ya da istediğiniz bir dış bulama yapılabilir. Ben sadesinin resmini paylaşıyorum. Ancak örnek olarak bir kaçı Antep fıstığına, bir kaçı Hindistan cevizine, bir kaçı da kakaoya bulanmış olursa, yeşil, beyaz, kahverengi toplarla çok şık bir sunum yakalamış olursunuz.

İçine kattığınız ve dışına buladığınız maddeleri hayal gücünüze bağlı değiştirebilirsiniz, örnek olarak çocuklar için dış kısmı pasta süslerine de bulamak mümkün.

SÜZME PEYNİRLİ MEZE

Bu aralar bahçede ne bulursam onlarla bir yemek uyduruyorum. Bu gün de çok güzel bir meze hazırladım.

İÇİNDEKİLER

Bir avuç kadar sultani bezelye

Bir avuçtan daha az normal bezelye

Bir avuç taze iç bakla

Süzme peynir

Taze nane, adaçayı, kekik yaprakları

1 diş sarımsak

Zeytinyağı

YAPILIŞI

Sebzeleri benmari usulü haşladım. Soğuduktan sonra baklaların kabuklarını çıkardım.

Süzme beyaz peynirden bir kalıbın üzerine bir miktar su koydum. Çatalla ezerek süzme yoğurt kıvamına getirdim. Taze baharatları ve sarımsağı iyice kıyarak bu sosun içine kattım. Beyaz sosu sebzelerin üzerine döktüm. En üste bir miktar sızma zeytinyağı damlattım. Peynir yeterince tuzlu olduğu için hiç tuz koymadım. Eğer süzme yoğurt ile yapılırsa tuz da koymak gerekir.

KARA BAKLA DIBLESİ

Kara baklanın tam zamanıdır. Karadeniz bölgesi baklayı pek bilmez, ben de Çanakkale’ye taşındıktan sonra bakla ile tanıştım desem yalan olmaz. Buraya gelmeden önce sadece zeytin yağlı taze bakla ve fava yapmayı bilirdim. Bahçede yetiştirmeye başladıktan sonra  tane baklayı çok sevdik. Baklanın fasulye gibi kabuklu halini ise yine sadece zeytin yağlı dere otlu haliyle yapıyordum. Fakat baklanın bu halinin süresi çabuk geçiyor, zeytin yağlı bakla da benim ancak yılda 1 yada 2 kez yediğim bir şey. Fakat öte yandan bahçedeki baklaların çıtır hallerini de kaçırmak istemiyorum.

Aklıma İran gezisinde yediğimiz pilavlar geldi. Bu pilavların pek çoğunda taze, fasulyeli ya da tane halde bakla vardı. Belki de orada bakla mevsimiydi. Bir de Giresun’un en bilindik yemeklerinden biri olan fasulye dıblesi var aklımda.

Neden kara bakla dıblesi olmasın diye düşünüp, bu yemeği uydurdum. Bence çok güzel oldu. Belki biraz renk katmak için içine havuç da rendelenebilir.

İÇİNDEKİLER

1 bardak pirinç

2 adet soğan sapı ( soğanların içinden çıkan ve üzerinden tohum verdikleri kısım) bulunamazsa 1 adet yemeklik doğranmış kuru soğan veya 2 dal yeşil soğan da olabilir.

Yarım kilo taze bakla

Zeytinyağı, tuz

YAPILIŞI

Pirinçler yarım saat kadar sıcak ve tuzlu suda bekletildikten sonra bol su ile nişastası çıkana kadar yıkanır.

Baklalar ve soğanlar yıkanarak 1 cm uzunluğunda doğranır. Tencereye yağ koyulur, önce soğanlar bir miktar kavrulur, daha sonra baklalar eklenir. Tuzu da verilerek, bakla soğan karışımı biraz daha kavrulur. Baklanın ham kokusunun çıkması ve  haşlanması için tencereye bir çay bardağı kadar kaynar su eklenerek kısık ateşte suyunun çekmesi beklenir. Baklalar tamamen sularını çektikten sonra pirinç eklenerek bu karışım, pirinçlerin renkleri saydamlaşana kadar kavrulur.

Bundan sonra 1,5 bardak sıcak su eklenerek, 10 dakika yüksek ateşte 20 dakika kısık ateşte üzeri kapalı bir şekilde pişirilir.

Bundan sonra pilav tahta kaşıkla bir kez karıştırılıp, tencerenin kapağının altına bir kağıt havlu koyularak 10/15 dakika kadar demlenmeye bırakılır.

Bu pilavı yaparken sebzelerin kendi nemleri olduğu için normal pilav yaparken koyulandan daha az su koyulması önemlidir.

Bu haliyle çok lezzetli oldu ama istenirse pilavı renklendirmek için içine havuç rendesi de eklenebilir. Ayrıca servis öncesinde üzerine dereotu kıyılabilir.

Sıcak ya da soğuk olarak yemek mümkün, ancak bence  soğuk çok daha güzel oldu. Eğer sıcak yenecekse tereyağı da eklemek daha güzel olacaktır.

ISPANAKLI, PEYNİRLİ FENER DÖKMESİ

Köyde gerçek adı Fener olan bir kadın yaşıyor. Köyde sıkça yapılan, ancak ilk kez ondan yediğimiz için adını Fener koymayı uygun bulduğum börekle, akıtma arası bir şey. Çok kolay yapılıyor ve oldukça lezzetli. Tabii ben biraz değiştirdim, benim versiyon çok daha güzel olduğu için onu yazıyorum.

İÇİNDEKİLER

1 bardak un

1 paket kabartma tozu

Ispanak

Beyaz peynir; lor da olabilir

Tuz, su

YAPILIŞI

Bir bardak un elenerek bir kaba alınır, içine peynirinizin tuzuna göre ayarladığınız miktarda tuz ve kabartma tozu eklenerek, kuru malzemeler karıştırılır. Bu malzemelere yavaş yavaş su eklenerek, kaşıkla alınacak kıvamda (akıtma kıvamı) bir hamur elde edilir. Hamur 15/ 20 dakika dinlenmeye bırakılır.

Bundan sonra içine ince kıyılmış, çiğ ıspanak ve yine ince ufalanmış beyaz peynir veya lor eklenir. Hamura istenirse bir miktar acı biber de eklenebilir.

İç malzeme hamurla iyice karıştırıldıktan sonra artık her şey hazır.

Yağsız tavanın tabanına 1 cm kalınlıkta olacak kadar hamur koyulur. Orta ateşte hamur yavaş yavaş pişirilir. Böreğin parçalanmaması ve kolayca çevrilmesi için, tavayı sallayarak hamurun tavadan kendiliğinden kurtulmasını beklemek gerekiyor. Ancak bundan sonra altının yeterince pişip pişmediği kontrol edilir ve piştiyse ters çevrilir, diğer tarafı da pişirilir.

Tavanın içine yağ koymaya gerek yok, yağsız daha güzel oluyor.

Çok kısa sürede hazırlanan; kahvaltıda ve çay saatinde afiyetle yenecek, doyurucu bir yiyecek.

NOHUTLU, KÖFTELİ, MANTILI BİR YEMEK

Bu gün nefis bir buzluk temizleme yemeği yaptım. Buzlukta bazı malzemeleri bulundurmayı severim. Mesela her zaman  buzluğumda haşlanmış nohut olur.  İstediğim anda pilav, çorba, salata ya da mesela patlıcan yemekleri içine 1 avuç haşlanmış nohut atarım. Bu şekilde haşlanmış nohut kullandığım için buzlukta sadece 1 avuç kalmıştı.

Çoğu zaman köfteyi de 1 kg kıymadan yapar ve tek sıra halinde buzdolabı poşetlerine koyarak buzlukta bulundururum. Böylece acil durumlar için her zaman hazırda bir yemek olur.

Geçen gün yerel bir markete gitmiş ve orada bulduğum ve köy kadınlarına yaptırdıklarını söyledikleri, el açması mantı vardı. Öyle pek sık mantı yemeyiz ama bazen çorbalara filan birkaç tane attığım olur. Bu mantıyı da denemek için az miktarda almış, bir kısmını çorbada kullanmıştım, dolayısıyla  geride bir avuç kadar kalmıştı.

Bahçeden topladığımız domates ve biberlerle eylül ayında salça gibi bir şey yapıyoruz. Salçadan farkı, bizimkinin suyunun çok daha fazla olması, bu nedenle konserve halinde saklanması.  

Bu domates biber karışımının bir kısmına, soğan, sarımsak, zeytinyağı ve çeşitli baharatlar ekleyerek bir sos hazırlarız. Bu sosu yıl boyunca sebze salatası, pizza, ekmek, makarna üzerinde kullanırız. Bu yemeğe kattığım sos işte bu sostu.

İÇİNDEKİLER

1 avuç mantı

1 avuç haşlanmış nohut

3 adet köfte

1 bardak pizza sosu

1 adet soğan

Zeytin yağı, tereyağı, tuz, su, kuru reyhan

YAPILIŞI

Köftelerin buzunu mikrodalga fırında çözmeye kalktım, ama bu fırını bir türlü becerip kullanamadığım için köfteler yarı pişmiş çıktı. Ben de elimle ezip kıyma haline getirip, bir miktar un katarak yoğurdum. Neredeyse nohut büyüklüğünde köfteler elde ettim.  Nohutları suya kayarak buzlarını çözdüm ve kabuklarını çıkardım. Mantıları da bu sürede dışarıda bekleterek onların da çözünmesini sağladım.

Bir soğanı yemeklik doğrayıp, yağda hafifçe pembeleşene kadar çevirdim. İçine köfteleri atıp, çevire çevire bir miktar pişmelerini sağladım.

Nohutları, mantıları ve sosu üzerine ekledim. Bir bardak daha kaynar su  ve tuzunu ekleyerek, fokurdadıktan sonra tencerenin altını kıstım. Mantılar şişene kadar 10/ 15 dakika pişirdim. Çok az sulu bir yemek meydan geldi. Üzerine kuru reyhan ekleyerek afiyetle yedik.

Bundan sonra menüme alacağım kadar güzel bir yemek oldu.

Sos yoksa biber, domates salçası karışımı su ile açılarak kullanılabilir. Mantı yoksa erişte de koyulabilir.

Bizim evde hiç acı yemeyen biri olduğundan acı koymadım ama bu yemeğe acı biber de çok yakışır.

Hatta içine bir miktar ıspanak ya da semiz otu da çok iyi gider.

İstenirse üzerine sarımsaklı yoğurt ile de servis edilebilir.

Aynı malzemelerle çorba da yapılabilir. Tabii bu durumda unu köfteye katmak yerine çorbanın suyuna katmak daha mantıklı olacaktır.

Bence bu yemek ya da benzerleri mutlaka, Anadolu’da bir yerlerde yapılmaktadır, çünkü çok otantik ve klasik bir Türk yemeği oldu. Yani ben keşfetmiş olamam.

EV USULU PİDE

Karantinada benim kimden ne eksiğim var dedim. Pide bile yapmayak mı?

İÇİNDEKİLER

3 bardak un

1 paket yaş maya

1 yemek kaşığı şeker

1 çay kaşığı tuz

3 kaşık zeytinyağı

İstendiği kadar kavurma

Rendelenmiş peynir

Tereyağı

HAZIRLAMA

Bir paket yaş maya, 1 bardak ılık su ve 1 kaşık şeker ile 10 dakika mayalanır. Tuz, zeytinyağı ve un ile iyice karıştırılıp  hamur elde edilir. Hamur 2 katına çıkana kadar mayalanmaya bırakılır. Mayalanan hamurun tahta bir kaşıkla havası alınır.

Hamur bir merdane yardımı ile uzun bir şekilde açılır. İstenilen iç malzemesi koyularak, uçlardan kapatılıp pide şekli verilir.

Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında 35/40 dakika pişirilir.

Sıcakken üzerine istenilen miktarda tereyağı koyularak misler gibi yenilir. Yanına ayran ya da şalgam suyu gibi içecekler uygun olur.

Aceminin pidesi böyle şekilsiz oluyor

SUCUKLU KÖFTEDEN EVDE HAMBURGER

Günlerden beri evde oturmaktan bunaldık, şehirde atıştıracak ne varsa, ev yapımı pizza, ev yapımı pide gibi bir çok yemek denedim. Bu gün de ev yapımı hamburger günümdü.

İÇİNDEKİLER

1 kg orta yağlı dana kıyması

1 paket ince dilimlenmiş sucuk

1 çay bardağı galeta unu

Tuz

Hamburger ekmekleri

Dijon hardalı

Marul yaprakları

YAPILIŞI

Sucukları daha da ufak keserek kıyma, galeta unu ve tuz ile yoğurdum. Yumruk büyüklüğünde kıymadan 3 adet 1 cm kalınlık, 15 cm çapında köfte hazırladım. Yoğurduğum kıymanın kalanını normal boy köfteler haline getirerek buzluğa koydum.

Bu gün kullanacağım köfteleri de 1 saat buzdolabında dinlendirdim. Sonra kızgın demir döküm tavada pişirdim. Köfteler efsane oldu. Bundan sonrası keyfinize kalmış, istediğiniz gibi ekleme yapabilirsiniz.

Ekmekleri ikiye bölerek, köftelerden artan yağda ıslattım. Ekmeğin bir yüzüne hardal sürerek köfteyi ve marulu üstüne yerleştirdim. Yani ben işi basit tuttum.

Biz patates salatası ile yedik.

Çok lezzetli oldu.

İsteyen mayonez, ketçap ikilisine de başvurabilir. Ancak ben bu hamburgerden, misafirlerime yaparsam, yoğurtlu, peynirli haydari gibi veya pesto sos ile servis edeceğim.

Peynir seçimi tamamen özgürlüktür, elbette çedar dilimi hamburger ruhuna daha uygun olacaktır.

BULGUR KÖFTELİ ISPANAK YEMEĞİ

Yeşil yapraklı sebzelere bayılırım, hele de ıspanak en sevdiğim diyebilirim. Bu gün daha önce hiç denemediğim bir ıspanak yemeği yaptım çok lezzetli oldu.

İÇİNDEKİLER

1 adet orta boy kuru soğan

500 gr ıspanak

1 bardak köftelik bulgur

1 bardak un

1 kaç dal maydanoz

1 kaşık biber salçası

1 kaşık domates salçası

1 kaşık tereyağı

1 kaşık zeytinyağı

Tuz, isteğe göre acı biber, kara biber, muskat.

YAPILIŞI

Ispanakları yıkayıp, kalınca doğradım. Domates ve biber salçasını karıştırıp, 2 kaşık karma salça elde ettim.

Bir bardak köftelik ince bulgur üzerine bir bardak kaynar su ekledim. Üzerini kapatarak, 15 dakika kadar şişmelerini bekledim. Bulgur yumuşayınca içine ince kıyım maydanoz, 1 kaşık 1 tatlı kaşığı tuz, ½ kaşık karışık salça ve ½ bardak un katarak iyice yoğurdum. Misket büyüklüğünde köfteler yaptım. Köfteleri kalan una bulayarak üzerleri kapalı bir halde kenara koydum.

Ben kuru soğan kullanmadım, bunun yerine 5/6 tane tohumlanmaya yüz tutmuş yeşil soğan sapı kullandım.

Soğanlar yeşilken içinden yapraktan daha sert bir sap çıkar ve üzerinde de beyaz bir çiçek oluşur. Bu gün henüz bu çiçekler oluşmadan topladığımız soğan sapları vardı. Bu sapları kavurup omlet yapıldığını biliyorum.

Soğanları ince ince doğrayıp, irice kıyılmış ıspanaklarla birlikte 1 kaşık zeytinyağı ile pilav tenceresinde kavurdum. Ispanaklar iyice sönünce köfteleri üzerinde koydum. Kalan salçayı 2 bardak sıcak suda açıp üzerine döktüm. Tereyağını, tuz ve baharatları ekleyerek önce harlı ateşte daha sonra altını kısarak pişirdim.

Bu yemek sarımsaklı yoğurtla da ikram edilebilir. Hatta yemeğin içine daha az salça koyup, yoğurt ve salçalı yağla da servis edilebilir.

TIBBİ VE AROMATİK BİTKİLER BAHÇEMİN HAZIRUN CETVELİ 2; ÇEŞİTLİ ŞİFALI/KOKULU OTLAR, AĞAÇLAR, ÇİÇEKLER VE HALEN BİLDİĞİM VE ÖĞRENMEK İSTEDİĞİM KULLANIM YÖNTEMLERİ

Bahçemde yetiştirdiğim veya yabani olarak çevrede kolayca bulunan bazı tıbbi bitkilerden de söz edeceğim. Bazı bitkiler bu bölgede çok kolay yetiştiği halde, bazıları hiç olmuyor. Biz de olmayanda ısrar etmeyip, olanı çoğaltmaya bakacağız.

Ebegümecigiller; otsu, çalımsı ya da ağaç şeklindeki simetrik çiçekli bitkilerdir. Hatmi (althea) ve gül hatmi, ebe gümeci, pamuk ve bamya bu familyadandır.

Ebe gümeci ve gül hatmi bu bölgede yaygın bir şekilde yabani olarak bulunuyor. Bizim bahçede ağaç şeklindeki hatmi ile bol miktarda gül hatmi bulunuyor, doğru dürüst bakım istemiyorlar. Her iki cins çiçek de çay ve şerbet şeklinde tükettiğimiz bitkilerdir.

Itır (pelargonium) sardunaya cinsi güzel kokulu, baharat ve aromatik amaçlarla kullanılan bir bitkidir. Nedense bizim bahçede pek nazlı oldu, şimdilik sadece canlarını kurtarma derdindeyim, çok nadiren tatlılara ve reçellere aroma katması için kullandım.

Aynı sefa çiçeği, gül gibi çiçekler ve iğde, defne, erguvan gibi  ağaçlar da bölgenin endemiklerinden ve çok kolayca tutup, büyüdüler.  Mesela gül bölgede çok güzel gelişiyor, yabanisi de bol bol var. Önümüzdeki yıl Isparta gülü üretmeye çalışacağım.  Bu türler bahçede çok güzel serpildiler.

Ayrıca yasemin, hanımeli, leylak, defne  gibi sarmaşıklar ve biraz nazlı olsa da zakkum, mürver, ıhlamur gibi aromatik ağaçlar da tuttular ve büyümeye başladılar.

Kudret narı, Pasiflora ve Aloa vera gibi bitkilerin üretim aşamasına geçtim. Aloa vera ancak evin içinde ürüyor. Pasifloranın meyvesiz cinsinden ürettim, bu yıl meyvelisinden de dikeceğim. Kudret narına gelince bölgede yetişiyor, yerel bir bitkiden meyve almıştım, tohumlarını ektik, şimdilik minicik  baş gösterdi, inşallah önümüzdeki sonbahar veya  ilk baharda toprakla buluşacak hale gelecek.

Çevremizde bol miktarda bulunan ve tıbbi amaçlı kullanılan çakal eriği ve sumak var. Aslında her iki ağaçtan bizim bahçede de var, ama meyvesiz, yani kısır ağaçlar olduğundan onlarla mücadele ediyorum. Meyveli olanlardan ise dikmeye hiç niyetim yok çünkü oldukça yaygın ve arsız ağaçlar. Etraftan kolayca toplayabilirim.

Bunun dışında maserat yapmak için yağ elde edebileceğim zeytin, ceviz ve badem  ağaçları var. Badem ve cevizler henüz çok küçükler, sadece yetişkin bir badem ağacı var. bu durumda birkaç yıl yağ olarak sadece zeytinyağı kullanabileceğim.

Yani yakın çevremde, oldukça yeterli miktarda aromatik tıbbi bitki ve baharat olarak kullanılabilecek ot, çiçek, çalı ve ağaç varlığı gelişti. Bunların yetiştiği toprakta sadece organik gübre ve ilaçlama kullanıldı, ne yazık ki köy yoluna yakın yetişiyorlar. Bu yolun, şehir yollarına göre trafik yükü çok az olmasına karşılık gene de ürünlerime organik demek mümkün olmayacak. Ne yapalım, hayatın gerçekleri böyle.

Şimdi,  sıra geldi bu bitkilerden nihai ürün elde etmeye.

Tabii bunun için yeniliklere açık olarak, önceden bildiklerimi  kullanarak denemeler yapmam lazım. Kendime en çok güvendiğim konu baharat kullanımı, bu konuda her türlü deneyime açık bir damak zevkim var.

Tütsülerimi bu yıla kadar  kuruttuğum ada çaylarını ya da lavanta dallarını yakarak, belki bazen da ateşe birkaç defne yaprağı, tuz  atarak hazırladım. Bu yıl ise çeşitli otlardan ve çiçeklerden karışık tütsü paketleri hazırlamak istiyorum.

Tütsü yakmak bizim için sadece oda kokusunu değiştirmek anlamına gelmez, sülalemizde, büyükbabanın ermişliği kisvesi altında gizli bir şamanlık damarı var, bizden önceki nesil, nazardan korunmak için sıkça tütsü yakardı. Soğan, yumurta kabukları, tuz, mavi kağıtlar, çeşitli kokulu otları tütsü için kullandıklarını, tütsüyü odalarda gezdirdiklerini, insanlarının başlarının üzerinde, bacak aralarında döndürdüklerini, tütsü söndükten sonra, küllerini 4 yol ağzına döktüklerini biliyorum.

Sözüm ona, nesillerdir, neredeyse her birimiz üniversite okuduk, ama hepimizin içinde mini bir şama yaşıyor demek ki.

Benim de içinde sırf tütsü yaktığım bakır bir kabım var.  Bu kadar bitkiyi de boşuna yetiştirmedim değil mi?

Bu bitkilerin diğer bir kolay kullanım yolu çay olarak tüketmek. Zaten, bir çok çalıdan oluşan, bayağı yeterli bir çaylığım oluştu. Bundan sonrası artık bana kalmış, hangi bitkinin çayının hangi duruma iyi geldiğini öğrenip ona göre tek bitkiden çay hazırlamak mümkün. Mesela enginar yaprağı karaciğer yağlanmasına, biberiye ödeme, karabaş otu baş ağrısına, lavanta uykusuzluğa iyi gelir. Böyle  temel bilgileri öğrenip, hatta  çeşitli durumlara uygun karışım çaylar hazırlamak istiyorum. Benzer etkileri olan bitkileri, onları daha içilebilir hale getirecek hoş kokulu bitkilerle harmanlayıp, kabızlık çayı, yorgunluk çayı, ödem çayı, uykusuzluk çayı gibi özel karışım çaylar hazırlanabilir.  

Özellikle de güneş ve ay tutulmaları ve ay döngülerine göre çaylar ve tütsüler hazırlayacağım. Ay döngülerinin benim üzerimde çok belirgin etkileri vardır. Bu etkileri azaltacak ya da belirginleştirecek çay ve koku karışımları yapacağım. Bu konuda bir hayli bilgi birikimim oldu sayılır.

Maserat yapmak bir çiçek ya da bitkiyi çeşitli oranlarda bir yağın içerisinde uygun koşullarda bekletmek ve bitkinin özünün bu yağa geçmesini sağlamak  anlamına geliyor.  Evlerde bitki yağı hazırlamak için genellikle bu yöntem kullanılır.  Biz de yıllardan beri zeytin yağı içerisinde sarı kantaron  yağı yapıyoruz. Sarı kantaron yağı kadar cilt yaralanmalarına iyi gelen başka bir şey bildiğimi sanmıyorum. Bu konuyu iyice araştırıp, ürün gamımı genişletmek istiyorum. Bu yıl büyük olasılıkla aynı sefadan maserat yapmak için fitoterapist eczacı arkadaşımla bir hafta sonu çalıştayı düzenleyeceğim. Maserat yapmanın inceliklerini ve karışım oranlarını da öğreneceğim. Belki maserat yaptığım ürün gamını da genişletirim.

Bu konularda şimdiye kadar yaptığım gibi ben yaptım oldu tarzında değil, daha bilinçli çalışmak istiyorum. Mesela hazırladığım çay ve tütsü karışımlarına hangi bitkileri hangi oranlarda koyduğumu, tarihleri falan yazarak ürünlerimi saklayacağım. Eğer dışarıdan eklediğim bir ürün varsa onun da menşeini yazacağım.

Kurutma yöntemlerimi ve yerlerimi de fitoterapist arkadaşıma denetlettireceğim.

Böyle ağırdan alarak başlayıp, yavaşça parfüm, sabun, uçucu yağlar, merhemler yapmak gibi daha sofistike hedeflere ilerlemeye çalışacağım. Şimdiden benim için uygun olacak bir ev imbiği araştırmaya başladım. Arkadaşım da bahçede başka neler yetiştirebileceğimi araştırıyor.

Bütün bunlar kitaptan okumakla olmayabilir, belki de şimdi bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da yapılandırılmış eğitimler var. Onlardan birine katılabilirim.  Ya da bu işleri bilen birilerini bulup (ki arayınca hemen bulundu, mesela kitabını okumaya başladığım eczacı hanım yaz aylarında Asosta çalıştaylar yapıyormuş) parça parça eğitimler alacağım.

Geçen yıl lavanta kuruttum, minik torbacıklar dikip, arkadaşlarıma lavanta torbaları hediye ettim. Herkes bayıldı. Önümüzdeki yıllar daha sofistike şeyler hediye edebilirim.

Şimdilik ilk hedef karışım çaylar,  tütsüler ve maserat çeşitlerimi artırmak olsa da aklımı çelen birkaç bitki var.

Bölgede bol miktarda sinüzit için kullanılan ve inanılmaz alerji yapma potansiyeli olan acı kavun yetişiyor. Şimdilik ondan uzak durmaya gayret ediyorum, ama inanılmaz bir şekilde ona doğru çekiliyorum, her adımda karşıma çıkıyor. Bir de nadir de olsa ormanda salep orkidesi var. Bu bitkiler de ciddi bir potansiyel olarak şimdilik aklımın bir köşesinde bekliyor.

Bakalım gelecek günler neler gösterecek. Buraya gelirken düşündüğüm bahçe bu kadar çabuk olgunlaşmaya başlayınca coştum.  Neden olmasın?

aynı sefalar
kitaplığımda henüz okumadığım bir çok kitap varmış. alt ortadaki kitabın yazarı yazın Çanakkaleye geliyormuş
Show Buttons
Hide Buttons