Daily Archives: 30 Mayıs 2020

BİR KAÇ METOT VE KÖY ENSTİTÜLERİ

Salgın dolayısıyla hiç oturmadığımız kadar çok evde oturduk, hiç kalmadığımız kadar uzun süre yalnız kaldık.  Bu süreçte herkes anılarını tazeledi, yazdı, paylaştı. Sosyal medyada, Köy Enstitüleri ile ilgili anılar, dikkat çekecek kadar sık ve son derede etkileyici, sürekli karşıma çıkıp durdu.

Aile tarihime hiç girmemiş bir konu olan ‘Köy Enstitüleri’  hakkında, haddim olmayarak ve büyük bir hayranlıkla, bir kayıt da ben düşmek istedim.

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile ilkokullara öğretmen yetiştirilmesi amacıyla açılan okullara verilen isimdir ve tamamıyla Türkiye Cumhuriyetine ait özgün bir projedir. Gençliğimde, Trabzon, Beşikdüzü’ndeki, öğretmen okulunun, aslen Köy Enstitüsü olarak kurulmuş olduğunu duymuştum.

Benim annem de bir ilk okul öğretmeniydi, ancak o İstanbul’da okumuştu, ailemizde de köy enstitüsü mezunu kimse olmadığı için, evde konuşulan bir konu değildi, aklım erdiğinde de çoktan kapatılmışlardı,  sadece okuduklarımdan, sağdan soldan duyduklarımdan biliyorum.

Geçen gün, Köy Enstitülerinde okutulan bir nota kitabı gördüm, Köy Enstitüleri hakkında hiç bir şey bilmediğimi, anlayamadığımı fark ettim.

Bu güne kadar okuduğum anılar, romantizm ve özlem dolu güzellemelerdir sanıyordum. Ama aslında cehalete karşı verilen benzersiz bir mücadele,  yarınlar için yapılan büyük bir yatırım, umut dolu bir atılım imiş. Hayatını eğitime adamış bir insan olduğum halde, o enstitülerde okuyan bir gencin birkaç kitabını görene kadar anlayamamışım.

Oysa bu umut dolu serüveni anlatan bir çok anı paylaşılmıştı.

Örneğin; Çok soğuk bir kış günü, enstitüde yakacak yokmuş ve bir türlü bekledikleri yardım  gelmiyormuş, artık çevrede sular donmaya başlamış, bu olumsuz şartların gençler üzerinde oldukça moral yıkıcı  etkisi olmuş, kimse yerinden kalkmak, herhangi bir şey yapmak, ders çalışmak istemiyormuş.

Öğretmenlerinden biri onları karşısına almış ve ‘evet bir sorunumuz var, beklediğimiz yardım gelemiyor, o halde sorunu kendimiz çözmek zorundayız, şimdi bir karar vereceğiz burada miskince bekleyen mi yoksa sorununa çözüm arayan mı olacağız, unutmayalım bize bu imkanları sağlamak için bizden önceki nesil ne zorluklara katlandı, bizim umutsuzluğa hakkımız var mı’ diyerek, inanılmaz bir konuşma yaptıktan sonra onları ormandaki yaşlı ağaçları kesmeye davet etmiş.

Gençlerin hepsi sorunu çözme gurubuna katılıp, heves ve neşe içerisinde, üstelik gün boyu sıkı çalışmaktan üşümek ne kelime, bedenleri alev ateş yanarak, şarkılar türküler eşliğinde, kendi yakacaklarını elde etmişler.

Daha sonra bu sorun tespit etme, çözüm yollarını kendinde arama, ortak çalışmanın, bu dayanışma ruhunun, onlara nasıl iyi geldiğini,  duygu durumlarını yükseltip, kendilerini karamsarlıktan kurtardıklarını çocukları ve torunlarına anlatmışlar.

Bir çok kişi sanki sözleşmiş gibi, birer birer, Köy Enstitülerinde okumuş büyüklerinin karneleri yayınlamaya başladı. Okudukları derslere bakınca insanın etkilenmemesi mümkün değil, tarımdan, sanata, matematikten, gök bilime kadar o denli değişik konularda eğitim aldıklarına şaşırmıştım.

Arkadaşlarımın pek çoğu, benim dikkatimi çekecek kadar sık bir şekilde Köy Enstitülerinden mezun olan anne babalarının anılarını yazdılar ve kapalı gruplarımızda paylaştılar. Bu anılardan anladığım kadarıyla gençler, okulda sadece üstün bir  bilimsel eğitim almamışlar, aynı zamanda günlük hayatlarında kullanacakları  görgü kuralları, konuşma, sofra adabı gibi konularda da incelikle donatılmışlar. Bütün mezunlar, hayatları boyunca Köy Enstitüsü ruhunu gururla içlerinde yaşatmış, gelecek kuşaklara bir çok aktarımda bulunmuşlar.

Bütün bunlardan çok duygulanmış, ancak gene de idrak edememişim. Kitapları görünce gözlerim açıldı.

Geçen gün kuzenim Emre’yle konuşurken, bu karantina günlerinde, günde en az 2 saat bahçede çalışıyorum, sabah serinliğinde çalışsam daha iyi, ama bahçeden sonra ellerimi kullanamıyorum, onun için sabah piyano çalıyorum, akşam da bahçede çalışıyorum dedim. Emre bana ‘Köy Enstitüsü gibi’ demesin mi? Oysa aynı ailede büyüdük, onun da çocukluğunda aile büyüklerinden dinlemişliği yoktur.

Uzun sözün kısası, Köy Enstitülerini, bütün hayatım boyunca, duyduğumdan daha çok şu son 2 ayda duydum diyebilirim.

(Çanakkale’ye yerleştikten birkaç ay sonra, bu yaşımda yeniden çocukluğumdaki gibi piyano dersleri almaya başladım. Gerçi hiç müzik yeteneğim yok ama el becerime ve azmime güveniyorum, elbet bir gün insan içine çıkarabileceğim bir şeyler çalacağım.)

Tam da salgın öncesi yeni bir hocadan (Berkin Işık) ders almaya başlamıştım. Salgın çıkınca epeyce ara vermek zorunda kaldık, ancak  son 1/ 2 haftadan beri de maskeler ve sosyal uzaklık kurallarına uyarak yeniden derslere başladık.

Ben uzun yıllar boyunca hep gençler ve çocuklarla ilgilendiğim için, yaşı benden küçük insanlara hep sen der, yavrum, evlatçığım gibi seslenirim. Daha önceki piyano hocam neredeyse torunum yaşında bir üniversite öğrencisi olduğu için bu dil onu hiç rahatsız etmedi. Şimdiki hocam ise 40 yaş civarında, ona da yavrum diye ağzımdan kaçırınca, hemen kusura bakma ben böyle konuşmaya alışığım, eğer rahatsız oluyorsan söyle dedim. Bana cevap olarak hiç rahatsız olur muyum, ben de sizi babaanneme çok benzetiyorum demesin mi? Kadının resmini gösterdi gerçekten oldukça benziyoruz.

Sonra ben sormadan Berkin’in ağzından, dede ve babaannesinin  Hasanoğlan Köy Enstitüsünden  mezun olduğu döküldü (Şaşırdım mı? Elbette hayır). Babaannesi piyano, dedesi keman öğretmeniymiş. Babaannesine ait metotlar benim hocamda, dedeye ait ise keman hocası olan kardeşindeymiş.

İşte bana gösterdiği metotlar babaannesi rahmetli Müzeyyen Işık’a ait metotlardı. Gözlerime inanamadım. Bütün bestecilerin, bütün klasik müzik parçaları o metotlarda var. Hocam resmen bir tarih hazinesine sahip.   Şimdi,  o metotları arasan bulamazsın.  Ayrıca bir sonraki sene öğrencilere okutmak için kendi elleriyle hazırladıkları metotlar bile var.

Ben bu kadar ilgilenince  Berkin aile tarihini anlattı. Dedesi Osman Işık da babaannesi Müzeyyen Işık gibi köy enstitüsü mezunu ve her ikisi de uzun yıllar öğretmenlik yapmışlar.

Babaannesinin babası Talat Ersoy ise, Kızılçullu ve Aksu Köy Enstitülerinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış. Hatta Aksu’nun kurucu müdürüymüş, enstitünün yeri için toprak ağasıyla yaptığı hukuk mücadelesini kazanmış, ama daha sonra millet vekili olan ağanın düşmanlığını da kazanmış.

Haklarındaki hikayeler inanılır gibi değil, mesela Talat Hoca, bir yıl öğrencilere Hamlet’i oynatmış. Bunda ne var diyeceksiniz ama aynı yılın başında önce bir amfi tiyatro inşa etmişler. Yani bir tiyatro eseri oynamak için öyle sadece, ezber, prova, dekor, kostüm yapmıyorsunuz, tiyatroyu da siz yapıyorsunuz.  Artık bu gençler imkansızlık nedir düşünür mü? Gerçekten de zor benim işim, imkansız biraz zaman alır diye buldukları her işe girişiyorlarmış. Berkin’in dedesi, Alman bestecilere çok hayran olduğu için Almanya’ya gitmiş, bulduğu kaynakların hepsi Almanca ya, hiç bilmediği Almancayı öğrenmeye karar verip kendi kendine mükemmelen öğrenmiş.

Ancak onların kitaplarını görünce gerçekten idrak ettim ki, o enstitülerde hiçbir şey göstermelik değilmiş, her şey çok gerçek ve çok üstün nitelikteymiş.  İlkokulda ders verecek müzik öğretmenleri, konservatuvar mezunu gibi yetişmişler.

Elde yazılmış metot
Berkin, ben ve arkadaki kitaplıkta, tarihi metotlar
Show Buttons
Hide Buttons