Aylardan beri salgınla yatıp, salgınla kalkıyoruz. Resmi rakamlara göre hasta sayısı azalmış olmasına rağmen gerçek hayatta işler öyle görünmüyor. Bizim köyde henüz bilinen hasta yok ama etrafımızdaki çember giderek daralıyor.
Başlangıçta salgına ruhen çok hazırlıksız yakalanmıştık. İlk aylarda evin içerisinde ne yapacağımızı, nasıl zaman geçireceğimizi bilemedik. Sosyal ilişkilerimiz, günlük aktivitelerimiz iyice azaldı. Bu durumu bir inzivaya, kendi içine dönme fırsatına çevirip, daha yüksek bir ruhani titreşim yakalayanlar mutlaka olmuştur. Bana gelince içe dönmek pek de işime yaradı diyemeyeceğim, aylarca uykusuzluk çektim, gençliğimde yaşadığım terör travmaları ile cebelleştim.
İç bir şeye benzeyecek ki ona dönmek yarasın, bende ters tepince, dışa dönmeye karar verdim. Varoluşun dört elementi ile haşır neşir oldum.
Dışa dönüş aktivitesi olarak önce bahçeye dadandım. Aylardan beri toprakla çok samimi oldum, yoruldum, didindim, sonu gelmez yabani ot savaşına giriştim, bu yıl pek verimsiz olsa da sebze bahçesiyle ilgilendim. Şimdi sonbaharın ilk belirtilerini hissettiğimiz bu günlerde kadim Anadolu geleneklerinin izini sürüyorum. Hasat ve kış hazırlıkları yapma zamanının hakkını veriyorum.
Bu yıl bahçe ile ilgili ana projemiz, geldiğimiz günden beri düşünüp de bir türlü yapmaya fırsat bulamadığımız patates yetiştirmekti. Bozulmaya yüz tutan patatesleri, köklenmeye başlayan kabukları, kumlu ve geçirgenliği yüksek bir toprağa gömerek bile üretim yapılabilir. Bu yaz, bahçenin bir köşesini bir sıra briketle yükseltip içine kumlu toprak doldurup, patates yatağı yaptık. Sonbaharda patates kabuklarını gömmeye başlayacağım.
Bu köyü tercih sebeplerimizin biri de suyunun bol olması ve yaz aylarında su sıkıntısı çekmemesiydi. Gerçekten köyümüzün genişçe bir orman alanı ve kendi kaynak suyu var ve köyün çeşmesine de, evlerine de yetiyor. Hayvanlar ve bahçeler için ise kuyular ve yaz aylarında dolu olan kanallardan su temin ediliyor.
Bu yıl kışın yağış az olduğundan, su oldukça kıt. Evin önündeki dere çoktan kurudu, sarnıcımız dolmadı. Bu ay süt sağımı saatlerinde köyün suyu azalıyor, hatta kesiliyor. Yani köyde su oldukça değerli. Meğer bizim zeytinlikteki kuyuda bol bol su çekiyorlarmış. Bu yıl kuyunun suyu da geçen yıllara göre az olduğu için ve kapasitesinin üzerinde su çekildiği için kuyu kendini iptal etti. Tamir için 20 gün uğraşıldı. Sonuçta kuyuyu kurtardık, ama kuyuyu açtırırken yaptığım masraf kadar masraf yaptım. Türkün aklı sonradan gelirmiş, kuyunun musluğunun, motor kapağının, ana tahliye borusunun, deponun su çıkışlarının, bahçe kapılarının hepsini kilit altına aldım. Bahçenin bütün sulama işlerini de kendim yapmaya başladım. Bahçeye giderken beni görmek gerek, hapishane gardiyanı gibiyim, belimden kocaman bir anahtar destesi sallanıyor.
Suyun azalması asıl yangınların artışı şeklinde kendini belli etti. Bizim çevremizdeki orman, Çanakkale’deki en yaşlı kızılçam ormanı. Kızılçam zaten yanmaya çok müsait bir ağaç, kabuk reçineleri prizma görevi yapıp, kendi kendine bile yanabiliyor, bir de yaşlı olunca daha da kolay yanıyorlar. Ormanın çok yaşlı olduğunu her sene daha da artan Ağustos böceği seslerinden de anlıyoruz, neyse ki çevremizde yoğun bir orman gençleştirme çalışması var.
Bu yıl son bir ay içinde bizim evin etrafındaki 3-15 kilometre çaplı alan içerisinde ondan fazla yangın çıktı. Bu yangınların çoğu anız yangınıydı, ancak tarlaların arasında ufak orman parçaları var, bir hayli ağaç da yandı.
Hava elementine gelince, onu da özel önem veriyoruz.
Gün doğuşlarını, batışlarını, gece takımyıldızlarını, samanyolunu, meteor yağmurlarını izlemeye doyamıyoruz.
Yani dört elementle de bol bol meşgul oldum.
Geçen hafta, yine bir at çiftliğinde yoga çalışması yaptık. Yoga yaparken amaç, bedeni imkansız pozlara sokarak kas geliştirmek değildir, anda kalarak, zihin, beden, ruh bütünlüğünü araştırmaktır. Bu çalışmayı açık alanda yapmak, salonda yoga yapmaktan çok daha farklı bir deneyimdir.
Geçen yaz ilk kez, atlarla birlikte ormanda yaptığımız yoga ise bir bahçede yoga yapmaktan daha da derin bir şuur (farkındalık) araştırması.
Her şeyden önce yoga matlarımızı, gerçek bir orman arazisine, ağaçların altına seriyoruz. Matları serdiğimiz alan önceden bizim için hazırlanmış bir platform değil, hatta alana neredeyse insan eli değmemiş, sadece at binenlerin ormanda kaybolmaması için toprak yollar var. Bu yolların birleşip hafif bir genişlik yaptığı bir alanda yoga yaptık.
Mat serdiğim alan düz değildi, bedenimin sağ tarafı daha aşağıdaydı, belimin bir yerine ağaç kökü denk geliyordu, elim kolum mat dışına çıkınca kuru çam iğneleri batıyordu.
Üstelik etrafta biri bağlı olmayan, diğerleri yakın ağaçlara bağlanmış, birkaç adet at vardı.
Bedenimde, beş duyumun tam kapasite çalıştığı bir alan açıldı. Yoga pozlarının ortaya çıkardığı iç hisleri şuurlu bir şekilde izlerken, aynı zamanda her fırsatta ellerimi mat dışına köklendirerek toprağa dokundum, rüzgarın ağaç dallarında çıkarttığı sesleri dinledim, ormanı kokladım, toprağı ve gök yüzünü seyrettim. Son dinlenme pozunda bile gözlerimi yumamadım, avuçlarımda toprağı duyumsarken, çam dalları arasından gökyüzünü izledim.
İki saat süren bütün çalışma süresi boyunca, etraftaki ağaçlara bağlı atlar dışında, geçen yıl gene bize eşlik eden tay (Nevruz) serbestçe aramızda dolaşıyordu. Nevruz, gençliğinin verdiği enerji ile kıpır kıpır, tam da yoga yaptığımız alanın ortasından son hızla, bir mamasına koşuyor, bir annesine, bir bize.
Artık beni geçen yıldan mı tanıdı bilemem, bu küçük hanımdan açıkça özel ilgi gördüm, çalışmanın ilk anından sonuna kadar sürekli bana doğru geldi, burnunu burnuma sürdü, birkaç kez hafifçe tosladı. Küçük dediysem gene de benden büyük elbette, ilginç bir şekilde bana koşarken acaba bana zarar verir mi diye en ufak bir endişe duymadım, aksine içim sevinç doldu.
Karamsarlığa çok açık olduğumuz bu günlerde hepimize şifa olan bir zaman dilimiydi.
Yoga hocamız Elçin, bu çalışmayı ‘doğa beden bütünlük’ çalışması olarak isimlendiriyor.