Daily Archives: 6 Eylül 2020

İNZİVA PLANLARIM ARASINDA BEYİN KIVRIMLARIMI KAYBETMEK NİYETİM YOK, KARARIMI BU YÖNDE VERDİM.

Salgın virüsünün resmen Türkiye’ye girdiğinin ilan edilmesi üzerinden 6 ay geçti. Bu süreç içerisinde hastalığın cidden zor geçirildiği ve öldürücü olduğu açıkça ortaya çıktı. Üstelik başlangıçta daha sıkı tutulan önlemler, ekonomik kaygılarla gevşetilince daha da yaygın bir hal aldı. Ancak her nedense hastalık yaygınlaştıkça hastalıktan duyulan korku giderek azaldı. Artık kimse kalabalığa girmekten korkmuyor, maske takmıyor, taksa da uygun şekilde takmıyor, takması için uyaranı da tersliyor. Halkımızın çoğunun kendi gönlü ile her türlü düğün dernek, cenaze, kahvehane, gün toplaşması, tatil mesaisinden vaz geçmediği, kişisel önlemlere inanmadığı açıkça ortaya çıktı.

Ekonomi de bu kadar durgunluğu kaldıramadığına göre yöneticilerin geniş bir sokağa çıkma yasağı koyacaklarına inanmıyorum. Bu durumda artık kişisel korunma ön plana çıktı. Mümkün olduğu kadar insanlardan uzak yaşamaya alışacağız.

Oldukça kritik bir yaşta olduğum ortada. Son dönemlerde Dünya Sağlık Örgütünün hala ‘’genç’’ sınıfına koyduğu, 60-65 yaş aralığındayım. Sokağa çıkması kısıtlanan yaş gurubunda değilim, ama gene de hem kendim hem de ablalarım için oldukça dikkatli olmak zorundayım. Sosyal açıdan bir kelebek sayılmasam da, arkadaşlıklarımdan beslenen bir karakterim var. Birkaç ayda bile bu kadar ıssız hissettiğime göre, salgın bitene kadar arkadaşlarımdan uzak kalmanın uzun dönemde üzerimde yaratacağı tahribatın farkındayım.

Her ne kadar DSÖ, 65 yaş altını genç sınıfına soktuysa da, her zamanki deyimimle yaşanmış yılların etkisi yüzümüzde ve bu kadar belli olduysa iç organlarımızda da kendini göstermiş olmalı. İnsan beyni de giderek gençleşmiyor, aksine giderek durağanlaşıyor, yaşla birlikte ‘becerme, öğrenme, yapabilme’ elastikiyeti de eksiliyor.

Zaman içerisinde, hayatınızda kullanmaya devam ettiğiniz ve işinize yarayan bilgiler çerçevesinde becerilerinizi geliştiriyor ve bir bakıma bu becerilerle hayatınıza bir çerçeve çizmiş oluyorsunuz. Örnek olarak ben bir doktor oldum ve ilgi alanımı, okuma listelerimi, yeni bir şeyler öğrenme çabalarımı bu alana yönlendirdim, becerilerimi tıp uygulamaları konusunda geliştirdim. Bir konuda uzmanlaşmak, merak ve becerilerinizi o konuya sıkıştırmak anlamına da geliyor. Yani bir konuda derinleşmek, aslında derinleşebileceğin farklı konuları gözden çıkarmak anlamına da geliyor.

Benim için tıp dışı konular, mesela mühendislik konuları büyük bir gizem. Şu anda tıpla ilgili bir makale okusam kolayca anlarım, oysa bir mühendislik makalesini okumaya bile kalkışmam. Hadi bu yaştan sonra mühendis olmama gerek yok diyelim, ama bunu örnek olarak verdim. Aslında kolayca başarabileceğim yeni şeyleri de sırf alışık olmadığım için öğrenmeyi ret etme yaşındayım. Bizim beynim de kendi kuşağımın geneli gibi, etkin bir şekilde internet kullanmayı ret ediyor, çok gerekli şeyler dışında kullanamıyorum.

Yaşlılığın tanımı da tam olarak bu işte.

İnsan öğrendiklerini günlük hayatta kullanmaya başladıkça deneyim sahibi oluyor. Deneyimlediğin bir şey tekrar ederken sonuçlarını aşağı yukarı tahmin edebildiğin ve kendini rahat hissettiğin bir alan oluyor. Zaman içerisinde deneyimlerinden bir ‘’konfor alanı’’ edinmiş oluyorsun, yeni şeyler denemek artık sana gereksiz ve belki de korkutucu geliyor.

İşte buyur, durumun buysa yaşın kaç olursa olsun, yaşlandın. Elbette 60 yaşında başına kaskını takıp motosiklete atla demiyorum (canın istiyorsa neden olmasın) ama daha az riskli olup da daha önce denemediğin şeyleri deneyemiyorsan yaşlandın. Örnek olarak, her gün yediğin yemeğin yeni bir baharat katılmış halini kabul edemiyorsan, konfor alanından çıkamıyorsun. Yeni bir insanla  arkadaş olamıyorsan, okuduğun gazeteyi değiştiremiyorsan, yaz tatilinde hep aynı yere gidiyorsan, hep aynı kahvede oturup, hep aynı markete gidiyorsan, evet yaşlandın.

Hep aynı anıları tekrar tekrar hatırlıyor, yerine yenilerini koyamıyorsan, evet yaşlandın.

Beynin ve zihnin konfor alanından çıkmak istemiyor, doğrudur istemez. Bu durumda eğer iradeyi, yani istemli bilinci devreye sokmak gerekli diye düşünüyorum.

Çünkü beyin aynen kas gibi bir organ kullanmadığın yerler küçülüyor. Mesela kol kemikleri kırılırsa, alçıya alınır, birkaç hafta sonra kemik iyileşip, alçıdan çıkınca kaslar kullanılmadığı için hacim kaybeder, o kolun kalınlığı azalmış olur, diğer kolla kıyaslama yapılabildiği için bu durum açıkça görülür. Beyin de aynen böyle işte kullanmadığın kısımları küçülüyor.

İnsan beynini en çok çalıştıran şeyler, diğer insanlarla sosyal ilişkiler, bedensel çalışma ve yeni şeyler öğrenmektir.

Bedensel çalışma oldukça önemli bir nokta çünkü sadece el baş parmak hareketlerini kontrol ve idare etmek için bile oldukça geniş bir beyin alanı kullanılıyor. Yani hareketsiz bir yaşam tarzı, beynin oldukça büyük bir (motor hareket alanı) kısmını gözden çıkartmak anlamına geliyor. Hareketsiz yaşam beden sağlığı üzerinde de çok olumsuz etkiler bırakıyor. Mesela obezite, diyabet, yüksek tansiyon, depresyon, kolesterol yüksekliği, felç, kalp krizi gibi hastalıkların her biri hareketsizlik ve ‘’metabolik sendrom’’ ile ilişkilendirilmiştir. Metabolik sendrom; (öğrencilerime çağımızın seri katili) diye tanımladığım, en çok can alan hastalıklarına zemin hazırlayan bir durumdur.

Hareketsiz yaşam; sadece metabolik sendroma zemin hazırlamıyor, yani sadece beden sağlığımızı bozmuyor, aynı zamanda endorfinleri (vücudun salgıladığı mutluluk hormonları diye tarif edebilirim) azaltarak isteksizlik, bezginlik, can sıkıntısı yani depresyona zemin hazırlayarak ruh sağlığını da bozuyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, beynin bedenin hareketlerini kumanda eden geniş bölgesinin de daha az çalışmasına sebep oluyor. İşte bu nedenle bunamadan korunmak ya da en azından bunamayı ötelemek için düzenli hareket öneriliyor. 

Çok çeşitli nedenlerle insan hayatı uzadı ve uzamaya da devam ediyor. Sonuç olarak yaşlı nüfusun sağlık meseleleri giderek daha çok görünmeye başladı. Benim kendi düşünceme göre her bir bireye kendi beyin sağlığını korumak üzerine daha çok görev düşmeye başladı. Ben çocukken benim şimdiki yaşımdaki kadınların çoğu, çoktan dul kalmışlardı, köşelerine çekilmiş sevdiklerine kavuşacakları günü bekliyorlar olurlardı. Şimdi bizim nesilde hala önümüzde yaşanacak uzun yıllar var gibi duruyor. Herkesin en çok korktuğu şey bizim kültürümüz için, hastalanıp de diğer insanlara yük olmamaktır. O halde kasıtlı olarak bunamamak için özel çaba sarf etmeliyiz.

Yani hareket etmek zorundayız.

Öyle evinin konforu içinde, mutfakta sağa sola devinip iki yemek karıştırmakla, köşedeki kahveye kadar yürüyüp arkadaşlarla tavla çevirmekle hareket yapmak olmaz.

Haftada en az 3 kez, en az 30 dakika olmak koşuluyla orta tempoda yürüyüş yapmak öneriliyor. Ben kendi aklımla bu yürüyüşün net bir şuurla (şimdi farkındalık deniliyor) yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü insan yürürken, eğer çok alışık olduğu bir güzergahı takip ediyorsa, ya da bir yürüyüş cihazında yürüyorsa, zihin, her zamanki çalışmasına devam ediyor.

Benim fikrime göre insan zihni şeytanın çalışma odasıdır, hiç boş bırakmaya gelmez, hemen her türlü melanet zihnin karanlık köşelerinden ortaya çıkıp serbest dolaşıma geçer. Yürüme zamanı yarım kalmış yaşam hesaplarının çözüm zamanı değildir, eğer bir çözüm gelecekse zaten kaliteli bir yürüyüş zamanından sonra sezgisel olarak gelecektir.

Ben yürüyüş yaparken son zamanların moda deyimiyle ‘anda kalmak’ için doğada yürüyüş yapma taraftarıyım. Çünkü toprak zeminde yürürken, bir ağaç köküne, taşa, hayvan dışkısına ya da hayvana basmamak için her adımına dikkat etmek zorundasın. İşte bu kendiliğinden (spontane) dikkat insanı, bir gemiyi suyun üzerinde sabit tutan bir çapa gibi, doğa içerisinde ve yaşadığı anda tutan bir şey.

Eğer bir metropolde yaşıyorsanız, en azından spontan dikkati her an etrafta bulundurabilmek için farklı yollarda yürümek bir çözüm olabilir. Böylece farklı mahalleleri de tanımış olur insan, çünkü içinde yaşarken, aparmanın yanındaki tarihi eserden  habersiz olabiliyoruz, yeni bir yerde böyle ayrıntılar fark edilecektir.

Evde kalmak zorundaysan gene de hareket etmek mümkündür. Yoga, anda ve bedende kalmayı sürekli hatırlatan bir sistem olduğu için önerebileceğim bir hareketlenme şeklidir. Şimdi sanal ortamda hatta sandalye üzerinde yapılabilecek ücretsiz yoga dersleri bulmak mümkün.

Zorunlu sosyal izolasyonun duygusal yoksunluk boyutunu en aza indirmek için, görüntülü konuşmalar ve toplantılar bir parça da olsa işe yarayacaktır diye düşünüyorum.

Yalnız geçen ilk bahar ayları boyunca tahminime göre ben dahil pek çok kişi, geçmiş travmalarının üstesinden gelme gayreti içerisindeydi. Mesela benim ve sınıf arkadaşlarımın çoğu, daha önce düşünmeye pek de fırsat bulamadığımız, gençliğimizi karartan terör olaylarının üstünden geçtik, umarım biraz olsun şifa bulmuşuzdur.

Önümüzdeki sonbahar ve kış ayları salgının daha da büyüyeceği çok açık, bu dönemdeki izolasyondan sağlam kafa ve bedenle çıkmak için çaba sarf etmek gerekecek. Sanırım artık geçmiş yaralarımızın üzerinde durmamız gerekmeyecektir.

Sonuç olarak herkes eğer şimdiye kadar yapmadıysa, aile büyüklerine görüntülü konuşma konusunda bir kurs versin. Bundan sonra artık konken partilerini bile sanal ortamda yapmanın çarelerini arayacağız.

Sanal ortam bize ayrıca uzaktan eğitim fırsatı da sunuyor. Ben kendime 2 farklı konuda eğitim programı buldum. Yani evde oturup kafamı körelteceğime, biraz sıkıntıya katlanıp yeni bir şeyler öğrenmeyi seçtim.

Yani önümüzde sanal ortamı tepe tepe kullanacağım bir dönem var. Vira bismillah diyeyim. 

Show Buttons
Hide Buttons