Yabancı meslektaşlarla, kongrelerde karşılaştıkça, çalışma şartlarına ve araştırma imkanlarına gıpta ederdim. Ancak ne zaman yurt dışında bir hekimle çalışsam, kendi konuları dışındaki konularda ne denli yetersiz olduklarına şaşırmışımdır.
Muayenehanem varken, yaz aylarında pek çok ‘gurbetçi’ hastam olurdu. Doğduğundan beri doktor tarafından takip edilen bir çok hastada o kadar çok, tanı koyulmamış hastalık yakaladım ki, kendim de şaşırdım. O zamanlar bizim ailelerde dil engeli olduğu için mi bu kadar çok tanı hatası oluyor diye düşünmüştüm. Bazen o kadar saçma tıbbi hatalar yakalıyordum ki, aklımdan ‘acaba doktorlar ırkçı olduklarında mı bizim çocuklara iyi bakmıyorlar’ düşüncesi geçmiyor değildi.
Örnekler çok ama birkaç tane çok belirgin ihmal mi, hata mı, aymazlık mı dersiniz, örnek vereyim;
Bir seferinde Hollanda mı, Belçika mı hatırlamıyorum, bu ülkelerden birinde doğmuş, tam 8 yaşında bir kız çocuğunu getirdiler. Aslında bana muayeneye getiriliş sebebi şu anda hatırlayamayacağım kadar basit bir şeydi. Çocuğu muayene ederken kalp seslerini sol yerine sağ taraftan daha iyi aldım. Bu ip ucuyla dikkatli bir muayene yaparak, çocuğun ‘situs inversus totalis’ olduğunu düşündüm.
Hastayı hemen ultrasona gönderdim.
Bu çocuk 8 yıldan beri doktoru olan ve defalarca muayeneye götürülmüş bir çocuk olduğundan babasına, daha önce bu durumdan haberdar mı acaba diye sorular sorduğumda hiç bilmediğini anlamıştım. Belki de ben yanıldım, radyoloğa rezil olmamayım diyerek radyoloji istek kağıdına tanımı açıkça değil de dolaylı olarak yazmıştım. Dr. Özgül Sayıl’a götürmüşler ve hasta bir saat sonra tanımı teyit eden raporla birlikte odamdaydı.
Ben babaya durumu izah etmeye çalıştığım zaman derhal ne demek istediğimi anladı ve hiç de tedirgin olmadı, meğer adamın kız kardeşinde de aynı durum varmış.
Situs inversus totalis nedir diye soracak olursanız, vücudun sağda olması gereken organları solda, solda olması gereken organlarının ise sağda olması demektir. Yani kalbi solda değil de sağda. Yani muayene ederken kalp sesleri sağda alınıyor.
Üstelik bu çocuğun ailesinde de benzer hikaye var.
Sonuç; çocuğu 8 sene doktor takip etmiş, ama demek ki ne doğru dürüst hikaye almış, ne de muayene etmiş.
Söz etmek istediğim bir başka hastam da 3 yaşında Down sendromlu bir çocuktu. Bu çocukta kromozom analizi de yapılmıştı. Kromozom analiz sonucu bir translokasyondu, yani mutlaka annede de bakılması ve diğer bebeklerinde hastalık çıkma olasılığının belirtilmesi, bundan sonraki hamileliklerde anne karnında tanı yapılması gereken bir vakaydı. Ancak 3 yılda ne anneye tetkik yapılmıştı, ne de tekrarlama olasılığından söz edilmişti. Hatta anneye bundan sonraki gebelikler için genel toplumdaki risk verilmişti. Bir hekimin yorumlamayı bilmediği tetkiki neden yaptırdığını hiç anlamam zaten.
Bu vakada bir doktor hatası daha vardı, çünkü çocuk 3 yaşında ve hala başını tutamıyordu, oysa Down sendromu olan çocukların çoğu bu yaşta yürümeye başlamış olur. Bu durumu, anne fark edip ‘benim çocuğum diğer Down sendromlu hastalara göre daha geri’ diye doktora söylemiş. Buna doktorun verdiği cevap beni delirtti o kadar söyleyeyim. Çocuğa EEG yaptırdım, çok ağır bir epilepsi çıktı.
Bu hastayı da doktor(!) takip ediyordu.
Bir de mesela Almanya’dan gelen hastalar, ‘doktorumuz çocuğu sakın Türkiye’de doktora götürmeyin, boşu boşuna bir sürü tetkik yapıp, gereksiz antibiyotik veriyorlar, dedi’, diyorlardı. Ben de bir süre sonra eksik ve hatalarını fark etmeyelim diye bu şekilde konuştukları söylemeye başlamıştım.
Oysa hayatta herhangi bir meslektaşımı yermek istemem.
Zaten bu konuşma ne zaman geçse, çocukta atlamış bir şeyler bulurdum. Bu bazen demir eksikliği anemisi kadar basit, bazen de nadir bir metabolik hastalık kadar ciddi bir durum olurdu.
Dayımın oğlu, Lozan’da yaşıyor. İsviçre hani dünyanın en uygar memleketi sanırsın. Kuzenimin, kız arkadaşının kardeşinin başına gelenler, bir korku romanı gibi. Bu zavallı kızcağıza, bir ameliyat sırasında epidural anestezi yapılmış. Sonrası kabus gibi, kadın ağrılarından ve uyuşmalarından aşırı şikayet etmesine karşın normaldir diye ölüm döşeğine gelen kadar üniversite hastanesine sevk etmemişler. Zavallı kızcağız, meğer verilen maddeye karşı aşırı reaksiyon geliştirmiş, ikinci hastanede yoğun tedaviyle ölümlerden dönmüş, ama belden aşağısı felç kalmış. Büyük ihtimalle erken müdahale edilse sonuçlar bu denli ağır olmayacaktı. Bu birinci ihmal.
İkinciye gelince; geçen ay oldu.
Felçli hastalara, 6 ayda bir yaşadıkları şehirden uzakta bir merkezde tetkikler yapıyorlarmış. Bahsettiğim hasta, bu kontrollere hep kendi arabasıyla gidermiş, ancak şimdi salgında kendi gitmek istememiş. İsviçre’de bir hasta transfer sistemi varmış, hastayı gelip evden alıyorlar ve gideceği merkeze götürüyorlar, sigortası da ödemeyi yapıyormuş.
Rüya gibi değil mi? Tabii, kabuslar da birer rüyadır.
Eve havalı, devasa bir araba gelmiş, kadını tekerlekli sandalyesiyle birlikte arabanın içindeki bu işe yarar mekanizmaya sabitlemişler. Yani, tekerlekli sandalyeyi kemerlerle arabaya bağlamışlar. Ancak nerede hata yapıldı bilemeyeceğim ama yolda kadın yere düşmüş ve tekrar sandalyesine oturtulmuş.
Neyse bu maceralı yoldan sonra hastaneye gitmişler, tetkikler yapılmaya başlanmış. Ertesi gün kızcağız şu bacağımda bir şişlik oldu demiş ve bacakta femur (üst bacak kemiği) kırığı saptanmış, bir sonraki gün öbür bacağımda bir karartı var demiş, o bacakta da tibia (alt bacak kemiği) kırığı saptanmış.
Kadın bu halde bir hafta bekletildikten sonra ameliyat edildi.
Bunu duyunca gel de delirme. Bahsettiğim kemikler çok büyük kemiklerdir. Kırık oluşunca hastayı şoka sokacak derecede iç kanama olması beklenen bir şeydir. Felçli hastada kemikler kolayca kırılır.
Bu kadın hastaneye gider gitmez neden muayene edilmedi? Hadi o gün gargaraya geldi diyelim, ilk kırığı saptayınca neden hala muayene edilmedi? Şimdi gel de bu doktorlara güven, ameliyat oldu ama hala saptanmamış, ufak kemik kırığı olabilir diye düşünüyorum.
Zavallı kadın konforlu bir şekilde tetkike gideyim derken bir kez daha ihmalden canı tehlikeye girdi.
Sonradan hatırladım, yıllar önce benim kuzenim de düşmüş ve el kemikleri kırılmıştı. O zaman da filim çektikleri halde kırığı görmemişlerdi. Emre’nin eli sonrada Türkiye’de atele alınmıştı.
Bütün bu hikayeler bizde olsa maazallah. Vallahi benim bir asistanım hastasını bu şekilde ihmal ete elimden çekeceği vardı.
Bu salgında da hekim ve sağlık personelinin fedakarlıklarını gözlüyorum. Bize düşen hastalanmamaya azami gayet göstermek, hastalanırsam meslektaşlarıma sonuna kadar güveniyorum.
Atatürk her konudaki gibi bu konuda da yanılmadı. Beni de Türk doktorlarına emanet edin lütfen.