Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar. Ve kahreden ve yaratan ki onlardır. Destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Tabii, insan Nazım Hikmet gibi bir sözcük büyücüsü ise insanlığı böyle tarif edebiliyor. Şiirin, insanoğlunun, karınca, balık, kuş kadar çok olduğu kısmına tamamen katılıyorum. Diğer mısralarda ise biraz kafam karışık diyeyim. Ancak bu yazımı bir destan kabul edersek, bu destanda yalnız, geçtiğimiz yılın insan maceraları var.
Benim kafam biraz tuhaf işler, bir şeyleri aklımda tutabilmek için hemen bir takım bağlantılar bulur, kafamda şema çıkartırım. Böylece bir algoritma yaratırım. Salgındaki insan düşünce ve davranışları konusunda da kafamda gelişen bir takım şemalar oluştu. İnsanları, kendi kafamda, düşünce şekillerine göre kategorize ettim. Birisi bana bir soru sorduğunda, soruyu soruş, cevabı kabulleniş şekline göre nasıl davranış kalıpları olduğunu artık anlayabiliyorum.
Bu düşünce ve davranış kalıplarından ne kastettiğimi soru cevap şeklinde anlatmaya çalışayım.
Virüs nedir? Mutasyon ne demektir?
Bu konuda yukarıda Allah var. Herkes fikir sahibi oldu, hatta başımıza virolog kesildi. Köyde kadınlar ekmek hamuru yoğururken eskiden köy dedikoduları ederlerdi, şimdi virüsün İngiltere’de fark edilen en son mutasyonunu konuşuyorlar. Salgının işte böyle bir etkisi oldu, okuma yazma bilmeyen kadınlar bile virüs, salgın, mutasyon, hijyen, korunma vb kelimelerini öğrendi.
Geçen günlerden birinde bir astrolog, salgın ne zaman bitecek sorusuna öyle çevik çevik cevap veriyordu ki şaşırıp kaldım. Hatta bu virüs çok mutatif bir virüs diye kendi lisanını bile oluşturmuş. Ben 40 yıllık doktorum mutatif diye bir terimi ilk kez duydum, ne yalan söyleyeyim. Bu beyefendiye RNA virüslerinin, adı üzerinde genetik materyallerini RNA molekülünde taşıdıklarını, girdikleri hücrenin metabolizmasını kullanarak DNA sentez ettiklerini, dolayısıyla, DNA koruyucu mekanizmalarının olmadığını, bu nedenle de mutasyon hızlarının zaten fazla olduğunu söylemenin ne anlamı var şimdi?
Herkes, virüsün yayılma hızı, öldürücülük oranı, hastalık belirtileri nedir, ne değildir; her şeyleri öğrendi. Ancak virüsün menşei konusunda suda balık, havada kuş kadar çoklar arasında, okyanuslar kadar büyük, Himalayalar kadar yüksek, fikir ayrılıkları var.
Suda balık kadar kalabalık bir gurup, hem de sadece ülkemizde değil, bütün dünyada çok kalabalık bir gurup, virüsün laboratuvarda üretildiğine canı gönülden inanıyor. Havada kuş kadar çok insan da virüsün uzaylılar tarafından üretildiğine inanıyor.
Hatta geçenlerde bir tanıdığım virüsün doğal bir şey olduğuna inanacak kadar nasıl aptal olabildiğime şaşırdı kaldı. İşte bu gurup insana ne dersen de mümkün değil kabul etmiyor, virüs laboratuvarda üretildi, o da olmadı uzaylılar ne güne duruyor.
Oysa virüs doğasına uygun hareket ediyor. Yeryüzünde adaptasyon yeteneği en yüksek olan yaratıklar biz insanlar değiliz. Adaptasyon işinin Houdini(en büyük sihirbaz)si, virüslerdir. Öyle ki zahmet edip tamamen canlı bir forma bile dönüşmemişlerdir. Yarı canlı, yarı cansızdırlar. Denk gelir de bir canlı hücreye bulaşırlarsa çoğalırlar, yoksa milyonlarca yıl öylece durup dururlar.
Benim bu konuda şaşırdığım nokta, nasıl olup da toprakta karınca kadar çok bir nüfus, hem bu kadar dindar olup, hem de yaratıcının bu kadar beceriksiz olduğunu düşünüyor? Öyle ya galaksiyi yaratan, virüsü mü yaratamayacak?
Salgına karşı nasıl önlem alıyorsun?
İşte bu sorunun cevabı çok trajikomik.
Çünkü denizde balık kadar çok insan gurubu, önlem de neymiş diye düşünüyor. Bazıları azimle hala böyle bir salgının varlığına bile inanmıyor. Her hastaya geçmiş olsuna, her cenaze evine baş sağlığına gidiyor, gurbetten dönüşlerde bütün akrabalarını sıra sıra geziyor.
Mesela geçen ay benim arkadaşlarımdan birinin ablası ve eniştesi peş peşe vefat ettiler. Meğer ablamız, hiçbir şekilde inandırılamayan ekiptenmiş, grip olan birisine geçmiş olsuna gitmiş, bu umarsızlığı, hem kendi, hem de eşinin hayatına mal oldu.
Bizim akrabalardan bütün hane halkının hastalandığı bir vaka oldu, onlara da İstanbul’dan gelen bir akrabaları ziyarete gelmiş. Üstelik kadına evde yaşlılarımız var gelme demişler, ancak kadın ben öyle şeylere inanmıyorum diyerek, zorla gelmiş, gelince de git diyememişler, eve buyur etmişler. Kadın gelmişken bütün mahalledeki tanıdıklara da uğramış.
Böylece salgına inanmayan tek bir kadın, eve misafir kabul etmiyoruz diyemeyen onlarca kişiyi hasta etti.
Bu inançsız gurubun yanında bir de aşırı inançlı(!) bir havada kuş gurubu var ki, onların olayı daha farklı. Cenaze evlerini dolaşıyor, evlerde toplaşıp daha güçlü olsun diye toplu dualar ediyorlar. Bizim MUKUT ekibinden birkaç kişi böyle bir toplantıda toplu halde hastalanıp, eşlerine de bulaştırdılar.
Trabzon’da bu toplantılardan birine nefesi çok güçlü diye bir hafız çağırmışlar. Hafız güzelce herkesi okuyup, üflemiş. Sonuç olarak 100 civarında taze hasta çıktı, 3-4 köy karantinaya alındı.
Maske nasıl takılır?
Sahilde kum kadar çok bir kesim maskeyi aksesuar olarak kullanıyor. Yazın bu aksesuarcılar arasında bilezik şeklinde kullananlar da vardı. Maske bilezikler, genellikle bileğe takılırken, daha yaratıcı, daha zayıf gençler arasında dirsek üzerinde de kullananlar oluyordu.
Aksesuar maskenin gerçek kullanım alanı ise kolye tarzında olandır. Bunlar genel olarak alt çene kemiği ile gırtlak kemiği arasına yerleştirilmekte olup, bazı kumlar tarafından sadece ağzı örtecek, burnu dışarıda bırakacak şekilde çeşitlendirilebilirler. Maske çene altındayken ağızda sigara olması da bu kolyeyi tamamlayan bir unsur olarak karşımıza sıklıkla çıkmaktadır.
Bu gün açık hava yürüyüşümü yaparken, Lapseki feribot limanının orada, maskesi sadece burnunu kapatan, maskenin kapatmadığı ağzına bir pipo tüttürerek yürüyen bir beyefendiyle karşılaştım. İşte özgün insan diye ben buna derim. Adamı görünce, insanoğlunun istediğini yapma konusunda ne kadar yaratıcı olduğuna dair beynimde bir ampul yandı. Gerçi bu aydınlanma anının ne işe yarayacağını anlayamadım, ama aydınlanma aydınlanmadır, ilham ilhamdır, büyüğü, küçüğü olmaz diyerek, bu yazımı, işte o sadece burnu maskeli, ağzı pipolu abime ithaf ediyorum.
Aşı hakkında ne düşünüyorsun?
Elbette gene yukarıda Allah var, kimsenin hakkını yemeyeyim, herkes epidemiyog, herkes aşı uzmanı. Ancak bu sorunun cevabı da her türlü komplo teorisine açık. Ne tuhaftır ki hem havada kuş, hem denizde balık hem de toprakta karınca kadar çok bir gurup, aşı olmaktan korkuyor. Ne Bill Gates’in aşı şirketi kurması kaldı, ne aşıyla çipleneceğimiz, ne aşının işe yaramayacağı, ne de yan etkilerinin virüsten daha ölümcül olduğu kaldı.
Bu aşırı kalabalık kesime sadece şunu söylemek istiyorum. Dünya çok daha öldürücü ÇİÇEK hastalığından ve aşırı derecede sakat bırakan ÇOCUK FELCİ hastalıklarından aşılar sayesinde temizlendi.
Benim düşüncemin bir önemi varsa söyleyeyim. BEN AŞIYA ULAŞTIĞIM ANDA, AŞI OLACAĞIM.
Aşı olabilene kadar değil, toplumun % 75/80’i bağışık hale gelene kadar da korunma önlemlerini almaya devam edeceğim.