Daily Archives: 6 Şubat 2021

BUNDAN SONRA ADIM ŞERLOK AYŞENUR OLARAK ANILSIN!!!

Sokağa çıkma yasaklarının başlamasının üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Doğal olarak geçtiğimiz yıl boyunca hayatlarımız pek macera yaşamaya uygun değildi. Ancak geçenlerde, ilginç bir hafiyelik macerasıyla geçen, heyecan ve aksiyon dolu, farklı bir gün yaşamayı başardım.

Güneş teyzemin rahmetli eşi Nasuh eniştemin ailesinin, Romanya’nın Dobruca bölgesinden göçmen gelmiş ve Lapseki’ye yerleşmiş olduklarını bütün hayatım boyunca biliyordum. Çünkü enişte, bizim aileye ben daha birkaç aylık bebekken girmişti. Göç ettikleri zaman kendisi 10 yaşındaymış, her şeyi hatırlıyordu, özellikle Tuna Nehrinin kış aylarında donduğunu ve üzerinde kaydıklarını hasretle anlatışı hala kulaklarımdadır. Aktaş olan soyadını mahkeme kararıyla ‘Dobrucalı’ olarak değiştirdiğini ise çok daha sonra öğrendim.

Lapseki’yi de çok severdi ve her yıl mutlaka birkaç hafta Lapseki’de yaşayan kız kardeşlerini ziyaret ederdi. Hatta baypas ameliyatı olacağı zaman, kendine Lapseki’de bir mezar yeri almıştı.

Ben bildim bileli her zaman sonradan metabolik sendrom olduğuna karar verdiğim hastalıkları vardı. Diabet hariç metabolik sendromun bütün belirti ve hastalıklarını yaşadı. Aşırı kilolu olmadığı halde, safra taşı, gut, koroner kalp hastalığı, dislipidemi ve son yıllarında da tekrarlayan felçler geçirdi.  

Çanakkale’de yerleştikten sonra bu şehrin tarihinde mübadelenin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu anladım; tanıştığım ve buranın yerlisi olan hemen her ailenin tarihinde göçmenlik var.

Eniştemin ailesi de Dobruca bölgesinden göçmen gelmişler. Köyleri Tuna nehri kıyılarında, Tutrakan denilen bir bölgede bulunuyor. Bu bölge tam  sınırda olduğundan birkaç kez Romanya ile Bulgaristan arasında el değiştirmiş, son olarak Bulgaristan sınırları içerisinde kalmış. Yani eniştem Romanya’da doğduğu halde eğer Türkiye’ye göçmemiş olsalardı, Bulgaristan vatandaşı olarak yaşayacaktı.

Eniştemiz, işine çok bağlı ve çok disiplinli bir hakimdi. Gezmeyi, yemeyi ve hayatı da çok severdi ancak bütün enerjisini işinden aldığı için sanırım, emekli olduğu sene sağlığı çok kısa sürede iyice bozuldu.

Emekli olup da sağlığı iyice bozulunca artık ölmeden önce doğduğu yerleri tekrar görmeyi her zamankinden çok istiyordu. Neyse ki doğduğu toprakları bir kez daha görebildi, bu gidişinde benim da katkım olduğu için çok memnunum.

Hastaneye yatışlarından birinde eniştemi, Bulgaristan uyruklu 2 kız öğrencimle tanıştırmıştım. Sadece onlarla tanışmak bile eniştemi çok heyecanlandırmıştı. Sonra bu öğrencilerden birinin babası enişteme davet mektubu göndermiş, böylece vize almış ve öğrencimle birlikte Bulgaristan’a gitmiş, doğduğu toprakları ziyaret etmişti. Geri döndüğü zaman son derece mutluydu. Doğduğu köyde artık kimse yaşamıyordu ve evleri de yıkılmıştı, ancak çevrede bir hayli yeri hatırlamış ve çocukluğunun anılarını canlandırabilmişti.

Geçen gün kızı Sibel’in, bazı işlemler için babasının doğduğu köyün adına ihtiyacı olmuştu. Soy kütüğünü aramış, ailenin tarihi göçmen belgesine ulaştığı halde babasının doğduğu köyün adına ulaşamamıştı.

Bana babasını Bulgaristan’a götüren öğrencilerin köyün adını bileceğini, o çocukları bulmak istediğini söyledi. Ben de isimleri hatırlamadığımı ancak öğrenci işlerinden yabancı uyruklu öğrencilerin listesinin bulunabileceğini söyledim. Bundan sonra Orhan (Sibel’in eşi, KTÜ’de halen öğretim üyesi) öğrenci işlerine gitti ama sekreterler bu kadar az bilgiyle kızların bulunamayacağını söylemişler.

Bundan sonra, Sibel, sen burada olacaktın ki diyerek bana damardan gaz verdiği için, benim hafiyelik mesaim başladı.

Eğitim komisyonunda uzun yıllar çalıştığım ve hatta yabancı uyruklu öğrencilerin yatay geçişlerini birkaç yıl ben yaptığım için, Makedonya’dan, Pakistan’dan bile öğrencilerimiz olduğunu, ancak Bulgaristan uyruklu çok fazla öğrencimiz olmadığını biliyordum.

Orhan sekreterlerden olumlu bir sonuç alamayınca, watsap guruplarımdaki arkadaşlarıma kimden yardım isteyebileceğimi sordum. Çünkü arkadaşlarımın çoğu da benim gibi eğitimle çok ilgilidir. Biri üniversitenin öğrenci işleri başkanına sormamı istedi. Bu fikir daha önce neden aklıma gelmemişti bilmiyorum ama duyunca çok aklıma yattı.

KTÜ’nün öğrenci işleri başkanı benim liseden yakın bir arkadaşım, Gülay’ın kocası, üstelik de hemşerimdir. Gülay, sadece lise arkadaşım değildir, ben Hacettepe tıpta okurken eş zamanlı olarak, aynı kampüste,  hemşirelikte okudu, sonra da KTÜ’de anatomide öğretim üyesi oldu, yani arkadaşlığımız çok uzun yıllara dayanır. Çocukları küçükken onların hastalıklarında, şimdi torunuyla ilgili bir problem olunca beni arar.

Başka bir ortak noktamız da Eren’imiz. Daha önceki bir yazımda Eren’in ailesine kavuşması sürecindeki rolümü anlatmıştım. İşte bu aile Gülay’ın lojmanda kapı komşusuydu. Eren de Gülay’la Adnan’ın ilk torunları sayılır, ortak bir torunumuz var desem yalan olmaz.

Sonuç olarak, Adnan Beyin, benim ricamı kırmayacağını ve kendi işinden bile daha önde tutacağını biliyordum. Tabii ki, inceleyeceği listeleri kısıtlayabilmek için, eniştemin yatış yılını tahmin etmeye çalıştım. Eniştem de o kadar çok hastanede yatmış ki, dosyasını çıkartsak bile hangi yatışında kızlarla tanıştırdığımı bulmak çok kolay olmayacaktı.

Zora girince, benim biraz aykırı bir işleyişi olan hafızam iş başı yaptı, aklıma bazı görseller doluştu. Eniştenin o yatışında, Ege’nin dedesine yaptığı bir resmi hastane odasına astığımızı hatırladım. Henüz okula gitmediği için resmi çizmiş ve dedesine yazmak istediği mesajı aklını kullanarak yazmıştı. Okuma yazma bilmediği için de yazmak istediklerini bakıcısı Dilek’e söyleyip önce ona yazdırmış, sonra da yazılanlara bakarak mesajını kendi eliyle yazmayı başarmıştı.

Enişte, o kadar çok hastaneye yatmıştı ki ancak bu resmi hatırlayınca Ege’nin kaç yaşında olabileceğinden yola çıktım. Sonra söz konusu  öğrencilerin o tarihte pediatri stajından geçmiş oldukları için, dönem 4, 5 ya da 6’da olması gerektiğini düşünerek, araştıracağımız tarihi birkaç yıllık bir zaman dilimine indirgeyebildim. Böylece, Adnan Beye kabaca 3-4 yıllık bir zaman dilimi verdim.  

Bundan sonra işler çorap söküğü gibi geldi, sadece yarım saat sonra aradığım 2 öğrencinin isimleri, kimlik numaralarını, resimlerini ve mezuniyet yıllarını bana ulaştırdı. Hemen şimdiki telefon numaralarına ulaşabilmek için mezun oldukları yılın öğrenci listesini istedim.

Bir yandan da KTÜ’deki öğretim üyesi olan arkadaşlardan o yılın mezunu olan birilerini bulmalarını istedim. Bizim pediatride bile o yılın bir mezunu varmış, hemen onunla telefonlaştım, tanıdığı bir Bulgaristanlı öğrenci vardı, onların hepsi birbirini tanır, ben ondan araştırır size dönerim dedi. Ancak buna hiç gerek kalmadı.

İki saat içinde 2005 yılının mezun listesi de elime ulaştı. Büyük ihtimalle o yılın mezunlarından tanıdığım birilerini daha bulur, sınıf arkadaşlarını sorar, illa ki kızları tanıyan birine, oradan da kızlara ulaşırım diye düşündüm. Listeye bakar bakmaz çok iyi tanıdığım bir öğrencimin adı gözüme çarptı. Dila, muhtar diye tabir edilen öğrenciler vardır ya hani bütün arkadaşlarını tanıyan, herkesin yerini yurdunu bilen, işte onlardandır. Listede Dila’nın adını görünce kızların nerede olduğunu kesin bilir, en azından okuldayken kimlerle arkadaş olduklarını bana söyleyebilir böylece biraz yol almış olurum diyerek, hemen onu aradım.

Dila’ya ‘sizin sınıfta Bulgaristan uyruklu iki kız öğrenci vardı, onlara ulaşmam lazım’ der demez ‘evet Aylin ve Hatice, bende telefon numaraları var’ dedi. İnanılır gibi değil ama Hatice zaten Dilayla, aynı iş yerinde, diğeri ise İstanbul’da çalışıyordu. Her ikisi de Türkiye’de kalmışlar ve evlenmişlerdi. Eniştemi Bulgaristan’a götüren İstanbul’da çalışan Aylin’di. Hemen telefon numarasını da gönderdi ve böylece toplamda 3-4 saatin içerisinde Aylin’le konuşup, eniştemin doğduğu köyün adına ulaştım.

Pojarevo imiş. Bundan sonra Sibel, ailesi Bulgaristan göçmeni olan bir arkadaşına sorarak, köyün adının birkaç kez değiştirildiğini sonra da köyün tamamen kaldırıldığını öğrendi. Ama bu kadar bilgi ona yetecek.

Hem bir birinin aynısı geçen günler içinde oldukça heyecanlı bir gün yaşamış oldum, hem de bir türlü bulunamayan bilgiye birkaç saat içerisinde ulaşınca kendimi bayağı havalı hissettim. Bu öğrencileri bulabileceğime dair, (Sibel hariç ve tabii ben) kimsede pek umut yoktu.

Dedesinin köyünü bulduktan sonra, Nil’e avukatlık bürolarında dedektife ihtiyaçları varsa iş tekliflerine açık olduğumu söyledim.

Evet şansım çok yaver gitti ama, birkaç kez ülke ve isim değiştirmiş ve sonunda yeryüzünden silinmiş bir köyün adını birkaç saatte bulmuş oldum. Daha ne olsun?

Show Buttons
Hide Buttons