İçinde bulunduğumuz günler, benim için bahçede çokça zaman geçirmek istediğim, ancak mevsimsel alerjim azıttığı için kendimi polenlerden sakınmaya gayret ettiğim bir dönem.
Köyde aşırı miktarda olmasa da orada burada, tarla sınırlarında büyük kavak ağaçları var. Mayıs / Haziran ayları oldu mu kavakların polen mevsimi geliyor, her rüzgarda pamuklar halinde havaya dağılıyorlar.
İlk zamanlar, bitişik bahçede birkaç tane oldukça gelişkin kavak ağacı vardı. Yan bahçede kavaklar varken, o kadar çok pamukçuk vardı ki, kar yağıyormuş izlenimi alıyorduk. Komşu kavakların sahibi oldukça huysuz bir ihtiyardı, hiç laf dinlemezdi. Biz buraya taşındığımız zaman yatalak olmuştu, iki yıl sonra da tam da kavak poleni mevsiminde, aniden vefat etti. Hemen bir tava un helvası kavurdum, güzelce paketleyip, baş sağlığı için gittik. O günü hiç unutmuyorum, Allah rahmet eylesin der demez, arada bir nefes bile almadan ‘hemen kavaklarınızı kesin’ buyurdum.
Meğer bu kavaklar herkesin canına tak demiş, ama huysuz ihtiyardan korkup kimse ses çıkaramıyormuş, benim bir sözüm cesaret kazanmalarına yetti, hemen ertesi gün kavakları kestirdiler. Ağaçlara üzüldüm desem yalan olur, çünkü hayatım boyunca nezle seviyesinde kalan alerjik durumum, bu kavaklar nedeniyle neredeyse astım seviyesine ulaşıyordu. Şimdi köyde hala bir takım kavak toplulukları var, ancak bize bu kadar yakın olmadıkları için, bu mevsimi nezle, göz ve boğaz kaşıntısı ile ve sadece ağızdan ilaç, göz damlası, burun damlası ile atlatabiliyorum. Gene de bu kadar kolay geçirdiğim sanılmasın, son bir haftadan beri bazı günler yataktan çıkamadım, diğerlerinde ise, gözlerime tuz serpilmiş, burnumun, kulaklarımın, boğazımın içinde karınca orduları gezintiye çıkmış, bedenim mayalanmış hamur gibi şiş, kafam ise sersem sepet dolaşıyorum.
Aslında ortalıkta salya sümük dolaşan sadece ben değilim, son 1-2 aydan beri deniz de sümüklü.
Geçen yıl insanlar evlerine kapanıp, daha az araç kullanınca hava ve toprak bir nebze düzene girdi, doğa kendini toparlıyor diye düşünürken bu kez de Marmara Denizinde ve dolayısıyla boğazlarda kendini gösteren müsilaj ya da deniz salyası denilen korku filmlerini andıran çok garip bir durum ortaya çıktı.
Hani petrol tankerleri kaza geçirir de denizin üzeri petrol tabakası ile kaplanır ya bu durumu aklınıza getirin. Aynen onun gibi fakat, rengi sarı beyaz olan bir tabaka ile deniz yüzeyinin kaplı olduğunu düşünün. Kocaman bir deniz anasının denizin üzerini boylu boyunca kapladığını hayal etmek de mümkün. Bu madde azken dalgaların ve suları yararak geçen gemilerin etkisiyle şeritler halinde kilometrelerce uzanıyor. Daha çokken denizin yüzeyini tamamen örtüyor, kuytularda ise üst üste binerek kalınlığını artırıyor. Sırf bu hareketinden bile yapış yapış bir madde olduğunu, ufak birimlerin birbirine yapışarak büyük bir kütle oluşturduğu anlaşılıyor. Sonuç olarak kalın bir naylon tabakası gibi denizin üzerini kaplayarak, denizi boğuyor ve lağım kokusunu aratan iğrenç bir koku yayıyor.
O kadar yoğun bir madde ki, bizim köy boğazdan 5 km içeride olmasına karşılık, bizim evden bile net bir şekilde boğazın üzerinde yabancı bir şeylerin yüzdüğü görülüyor.
Alglerin gözle görülmeyecek kadar saydam ve ufak cisimlerini düşünerek, bu kadar büyük kütleye ulaşmak için hangi sayıda arttıklarını akıl almıyor.
Denizin salyası, azalıp çoğalarak, kuytularda, koylarda daha uzun zaman muhafaza olarak, haftalardan beri denizin yüzeyinde asılı kalmaya devam ediyor.
Aslında bu durumun alglere bağlı olduğu ve dolayısıyla doğal bir fenomen olduğu söylense de pek inandırıcı değil. Çünkü burada doğup, büyümüş insanlar da buna benzer bir şey görmemişler. Bu durumun doğal bir şey olduğuna inanmak mümkün görünmüyor. Normal koşullarda herhangi bir canlı bu kadar çoğalıp, kendi kalabalığında boğulmaz, doğada her şey bir denge halinde bulunur.
Algler suların can damarıdır, balinalardan, en ufak balıklara kadar bütün balıkların ana besin kaynağıdır. Algler ve balıklar bir denge halinde denizdeki can çorbasının en önemli bileşenleridir.
Şu anda olan her neyse, algleri kontrolsüzce üretmiş bir matriks oluşturmuş. Belki de mesela denize yabancı bir madde bulaştı, doğa kendini korumak için bu tuhaf madde ile algleri besleyip, büyüttü.
Bana göre aşırı kullanılan deterjan ve benzeri maddeler suları kirleterek, ya da bilmediğimiz bir madde sulara karışarak balıkları öldürmüş, ya da tersine algleri aşırı beslemiş olabilir.
Söylentiye göre bir zamanlar İskandinav ülkelerinde de benzer bir durum olmuş, birkaç yıl balıkçılığı yasaklayıp, balık nüfusunu normale çekince bu durumdan kurtulmuşlar. Bu bilgiden yola çıkarak Marmara Denizinde balık nüfusunu bu kadar azaltan şey ne olabilir diye düşünüp yukarıdaki sonuca vardım.