Ağustos ayının adı lakabı (Augustus=yüce, ulu) olan bir Roma imparatorundan gelmektedir. Kullanmakta olduğumuz takvimi, son haline yakın bir şekle sokan kişi bu imparatordur ve kendine layık gördüğü ayın; bir başkasının ayından daha kısa olmasına gönlü el vermediğinden bu ayı kuralsız olarak (şubat hariç ayların sahip olduğu gün sayısı sıra ile 30-31-30-31 olarak devam eder) 31 güne uzatmıştır.
Bu bilgileri benim yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır, ancak ağustos ayının anneannemin (Anneler) dilindeki adını sanırım ilk kez belirteceğim. Ağustos ayı ‘çürük ayı’dır, çünkü Karadeniz bölgesinde bazı yıllar ağustos ayı dur durak bilmeden yağmur yağar, seller olur, bitkiler çürürler. Bu yıl eğer temmuz ayındaki gibi devam ederse ağustos çürük olacak gibi görünüyor.
Normalde ‘eyyamı bahur’ denilen yılın en sıcak günleri Ağustos başında olur, böyle nemli olduğu zamanlarda hava aşırı boğucu bir hal alır. Umarım sellere sebep olacak yağmurları temmuz ayında atlatmışızdır. Yoksa Karadeniz bölgesinde işler çok zor.
Ay döngüsüne bakacak olursak; 8 ağustosta yeni ay, 22 ağustosta ise dolunay var. Bu ayın ‘yıldız yağmurları’ 12-13 ağustosta meydana gelen Perseid meteor kaymalarıdır.
Perseus takım yıldızı civarından yayıldığı için bu ismi alan meteor kaymaları aslında Dünya yörüngesi ile 109P/Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının yörüngesinin çakışmasından meydana gelir. Ay döngüsü henüz ilk evrede olduğundan az ışıklı bir bölgeden çok güzel izlenebilir. İzleme zamanı 3-4 gün kadar olup, yatsı vaktinden sonra kuzey doğudan saçılacaklar ve saatte 50-75 kayma gözlenebilecek.
Ağustos ayının isimli fırtınalarına gelince; ayın ilk haftasında ‘doğum günü fırtınası’ (hayvanların yavrulama zamanı) ve son haftasında da sıcak rüzgarların sonu demek olan ‘Samyeli sonu’ fırtınası sayılabilir.
Bahçelerde yaz sebzelerinin olgunlaşma zamanıdır. Toprağın ise sel olacak derecede yağmur olmadığı takdirde suyunun en kısıtlı olduğu zamandır. Sebze bahçelerinin ve meyve ağaçlarının sulanması gerekir.
Geçen hafta tam 1,5 yıl üzerine ilk kez Çanakkale’den ayrıldım. Tam 1,5 yıl önce en son İstanbul’a Zeynep’in doğum günü için gitmiştim, hemen ardından salgın çıktı evlere kapandık. O günden beri ilk kez geçen hafta bir yoga tatili için Muğla’ya gittim. Zaten kış boyunca Trabzon’daki yoga stüdyosunun online derslerine katılmıştım, yaz kampına da onlarla katılmak istedim.
Gitmeden üçüncü doz aşıyı da olmuştum, ancak gene de toplu taşıma kullanmak istemedim ve kendi aracımla yola çıktım. İzmir’den (Zerrin Pulathaneli) arkadaşımı da alacağım için bir gece onlarda yatmaya karar verdim. İyi ki molalı bir yol düşünmüşüm, çünkü, Çanakkale’den İzmir’e varmam neredeyse 9 saati buldu, kıyıdan giderek yollarda oyalandım, ama gecikmemin asıl sebebi uzun yol şoförlüğünü unutmuşum, oyuncak araba sürer gibi acemi, acemi sürdüm.
İzmir’e vardığımda gerçekten de bir hayli yorulmuştum.
Ertesi gün ise yolları bildiğini iddia eden Zerrin’e uyduğum için defalarca yanlış yollara girip, geri dönerek bir sürü vakit kaybettik ama sonunda Gökhan’ın nereden bulduğunu bir türlü anlayamadığım ücra bir köydeki kampa ulaştık.
Buraya kadar her şey daha önceki yoga kamplarımıza benzese de bu yıl gittiğimiz kamp diğerlerinden çok farklı idi. Elbette gene her seferinde olduğu gibi doğa ile iç içe ancak bu kez odalarda temiz yataklar, kapılar, sallanmayan tuvaletler, modern banyolar ve klima vardı.
Yenice vadi adı altında susuz bir vadide kurulu, vadinin mermer karışık muhteşem taşlarının, camın ve ahşabın çok dengeli kullanıldığı güzel modern bir mimariye sahip, en az 20 dönüm araziye kurulmuş bir oteldi. En çok da peyzajla uğraşılmış, kendini doğal yollardan temizleyen bir gölet, lavanta bahçeleri, ahır ve sebze bahçesinden oluşan, vadinin kendi florasından da faydalanarak yapılmış, çok başarılı bir bahçe ortaya çıkmış. Tam yogacılara göre bir yer, çok güzel bir yoga platformu vardı. Hava ve toprağın zaten bol bol bulunduğu ortama su elementi de eklenmiş, bahçelerde sık sık ateş yakılacak ocaklar kurulmuş, sıcak havaya rağmen özellikle birinde her gece ateş yakılıyordu. Böylece hava, su, toprak ve ateş olarak 4 elementi de bolca barındıran bir ortam vardı.
Üstelik internet de çok zayıftı. Böylece yogilere doğal bir meditasyon ortamı sunuluyor olsa da modern hayatın gerekleri için internet artık olmazsa olmaz. Örnek olarak para ödemek için kartı verdiğinizde, resepsiyonda internet çekmediği için, post cihazını kapının dışına çıkarıp, bir ağacın dalına takıyorlar, dalda ödeme gerçekleştiriyorsunuz.
Bizim programda her gün sabah yedide bir hata yoga, akşam altıda bir yin yoga dersi vardı. Sözüm ona gün içinde de sakin kalıp, düşünceye dalmak, meditasyonlar yapıp gelecek günler için içsel enerji toplamak gerekir. Biz ise artık 1,5 yıldan beri sakin kalmaktan helak olmuştuk, aradaki saatlerde soluğu en yakın deniz olan Gökova körfezinde alıp saatlerce denize girdik, hatta bir gün tekne kiralayıp, koylarda dolaştık.
Bu yıl müsilaj nedeniyle Lapseki’de (bize en yakın plajlar) denize girmek istemediğimiz için deniz tatili de çok iyi oldu.
Dönerken biraz olsun acemiliğim ortadan kalkmıştı, ancak bu sefer de inanılmaz bir bayram trafiği vardı. Bir de neredeyse Babakale’de (Sokakağzı plajı) tatil yapan Zafer ve ailesine uğramak istediğim için yolu bir hayli uzattım, birkaç saat de yemek yedik. Uzun sözün kısası bu kez Muğla’dan eve tam 13 saatte geldim. Bütün İstanbul sanırım Edremit körfezi kıyılarında tatil yapıyor, o kadar kalabalık vardı.
Ertesi gün arife günüydü, bu bayramda 2 yıldan beri ilk kez hem bayram ziyareti yapacağız, hem de bize gelen olacak, ben de tatlı börek vs hazırlık yaptım. Biz çok uzun yıllardan beri kurban kesmiyoruz, bağış yapıyoruz. Ancak bu yıl Serdar (evin yapım ustası) ve ailesi hem kendi aldıkları zeytinliğe bakmak hem evin tadilatını yapmak üzere geldiler. Sonuç olarak yıllardan beri ilk kez, dün ellerimizle kurban etini böldük, kestik, kavurmalar yaptık.
Mezarlık ziyaretlerini arife günü yapmıştım. Çünkü eniştemin mezarı Lapseki’de, Semra’nınki Çanakkale’de, yani arada bir hayli mesafe var, bayram sabahı telaş etmek istemedim.
Çünkü evde misafir ağırlamayı da unuttum, 20/ 30 kişilik temalı partiler hazırlayan ben, bir çay masasında ne yapacağımı şaşırmaya başladım.
Kurban bayramı olunca ilk gün kurbanın telaşı oluyor, gene de iki yıldan beri ilk kez bayram ziyaretine gittim.
İkinci gün ben ziyaretçilerimi bekleyeceğim, bize gelecek herkese ikinci gün gelin dedim.
Üçüncü gün ise Gelibolu’ya geçip oradaki ziyaretleri yapacağım. Maalesef bayram öncesi bir çocukluk arkadaşımı daha kaybettim, annesini ziyaret edeceğim. Umarım bayramın tam ortası olduğu için feribotta çok beklemeyiz.
Bayram sonrasında ise dayımın oğlu birkaç günlüğüne geliyor, onun gidişinden sonra da ben İzmir’e düğüne gidip, kısa bir deniz tatili yapacağım.
Bir yandan da bütün hızıyla evin işleri yapılıyor. Bu kış kırılan su olukları tamir edildi, dış cephe boyandı, bayramdan sonra zedelenen duvarın tamiri yapılacak.
Yetmezmiş gibi, bütün derslerimden geçtiğim halde açık öğretimden yaz okulunda da 2 ders aldım, ders de çalışıyorum.
Sonuç olarak sanki ufaktan tefekten hayatın ritmini yakalamaya başladım.
Salgının hemen sönümleneceğini hiç düşünmüyorum, çünkü aşı olmayı ret eden çok insan var. Ben ilk 2 aşıyı attenüe aşılardan olmuştum, üçüncü aşı ise mRNA aşısı oldum, umarım bu aşıdan ikinci doz için de izin çıkar da olurum. Çünkü belli ki bu aşı direnci devam ettikçe salgın da devam edecek, bari bireysel korunmaya devam edelim.
Şimdilik sosyalleşme açık havada yaptığımız bir faaliyet.
Geçen sene köyümüzde su bir hayli eksikti. Sonbahar yağmurları da yağmadı, hatta kışa girdiğimizde Çanakkale şehir suyunu sağlayan baraj neredeyse tamamen boşalmıştı.
Bu yıl kış geç geldi ama bir geldi, pir geldi, kardan yağmurdan selden göz gözü görmedi. Kışın, ilkbaharda, hatta Haziran ayında ise daha önce hiç görmediğimiz kadar çok yağmur yağdı. İklim krizinin sonucu olarak Türkiye’nin hemen her yerinde kuraklık söz konusuyken bizim burada defalarca sel oldu. Salgın nedeniyle mümkün olduğu kadar şehre az indiğim için günlük yürüyüşlerimi de çoğunlukla köyde yaptım. Köyün çevresinde ne kadar çok dere yatağı olduğuna şaşırdım. Her bir azmak (sadece yağmur yağdığında su akan kuru dere yatağı), iki mevsim boyunca dere şeklinde aktı. Bizim evin önündeki minicik sandığım derenin, neden bu kadar haşmetli bir vadisi olduğunu ise bu yıl içi suyla doluyken anladım.
Yer altı suları da tamamen doyduğundan, artık en ufak bir yağmurda bile toprak su çekmedi, günlerce tarlalar su altında kaldı. Birçok kez toprak sular altındayken aniden hava bozdu, kar ya da dolu yağdı, böylece birçok bitkide soğuk yanığı oldu. Örnek olarak bizim bahçede zakkum ve nar ağaçları tamamen yandılar, ancak Haziran ayında alttan yeni filizler verdiler.
Badem ve erikler tam çiçeklendiğinde kar yağdığı için onlarda da meyve olmadı.Buna karşılık bahçe öyle bir sulandı ki, 4 yıl önce diktiğimiz bazı sarmaşıklar ve acemborusu çiçeği ancak bu yıl kendine geldiler.
Bahçemde birçok lavanta, biberiye, demirhindi ağacı tamamen kurudular diye üzülürken lavantaların çoğu ve demirhindi kendini kurtardı, kudret narı ve biberiyeler ise gitti. En çok sevindiğim şeylerden biri de sandal ağacı. Bu bölgede sandal ağacı endemik, biz de birkaç tane dikmiştik, ancak hepsi kurumuştu, bu yıl bu ağaçlardan birinin altından birkaç taze yaprak çıktı, demek ki kökü kurumamış. Bir de Semra’nın manolya ağacının bütün dalları kardan kırılmıştı, ağaç mucize gibi, arkadaşımın vefat ettiği gün filiz verdi, şimdi çok sağlıklı görünüyor.
Bütün acemiliğime rağmen gayet yeterli bir tıbbi aromatik bitkiler ve orman meyveleri bahçesi yapmayı başarmışım. Bunu da bu yıl Çanakkale belediyesinin yaptırdığı ve oldukça övündüğü tıbbi aromatik bitkiler parkını gezince anladım. Bende parkta olan birkaç çeşit eksik, ancak bende olup da parkta olmayan daha çok çeşit var.
Sonuç olarak bu yıl bahçede çalışarak münzevi hayatı da test etmiş ve onaylamış oldum.
Haziran ayında da beklenmedik derecede çok yağmur yağdığı için (kış sebzelerimiz yukarıda sözünü ettiğim bir sıcak, bir soğuk havalar nedeniyle çok kıttılar) sebze bahçemiz kışın bereketsizliğini affettirmek ister gibi çok verimli. Hemen her sebze vermeye başladı, geçen yıl hiç vermeyen bal kabakları, kavun, karpuz da bu yıl verecek gibi görünüyor.
Bu yıl bahçeye hiç zehirli ilaç koymadım. Hep doğal maddelerden yapılan, organik ilaç ve gübreler kullandım.
Böyle olunca yabani ot temizliği çok ağır bir iş halini aldı, ama yorgunluğuma değdi, çünkü, aromatik bitki bahçemde bir sürü bitki yavruladı. Yani kışın yanan bitkiler için dışarıdan yenisini almayacağım, kendi bahçemde çıkanları dikeceğim.
Bir yıldan beri zeytinlerle ve üzümlerle bizzat ilgilenince ancak ne yapılması gerektiğini anladım, meğer bu güne kadar kimin aklına ne geldiyse söylemiş, bilmeden, anlamadan yarım yamalak bir şeyler yapmışız, sonuç olarak ağaçlara doğru dürüst bakmamışız. Bu yıl zeytinler çok vermedi, ama hata bende çünkü bu kadar yağmur yağınca bir türlü otunu temizletemedim, bütün meyveleri ot boğdu. Bu kadar yağmur yağınca otlar adam boyu olmuş, bahçede göz gözü görmüyor. Traktöre takılan ot biçme makinesi bu havada yangın çıkarıyor, kullanamayız. Traktörün kazma aparatıyla otları almaya kalktık, ikide bir otlar aparatı tamamen kaplıyor, bir de onları temizliyoruz. Meğer otlar kuru olunca bu aparat kısıtlı işe yarıyormuş.
Diyebilirim ki Çanakkale’de dünyaca ünlü olan 2 savaşa (Truva, Çanakkale) bir de bizim ot savaşları eklendi. Ben bile elimde ot biçme makinesi, makineli tüfek kullanır gibi savaşa katıldım. Öyle bir mücadele verdik, tabii bu mücadele acemiliğimden bu kadar zor oldu, Nisan ayında otlar henüz yaş iken traktör soksam hiç böyle uğraşmaya gerek yoktu.
Üzümler ise evin yanındaki bahçede olduğu için güzel baktım, daha önce doğru düzgün bir salkım bile olmazdı, bu yıl her asmadan onlarca salkım sallanıyor. Sadece anjelik üzümde meyve yok, o da kendini büyütmekle meşgul.
Sonuç olarak bahçelere ne zaman ne yapılacağını artık anladım, bundan böyle o öyle dedi, bu böyle dedi diye plansız, programsız iş olmayacak.
Bu yıl köyde gereğinden fazla zaman geçirince sadece bahçe işlerini tutmadım, çevre ormanda da bayağı keşif yaptım. Çevrede oldukça zengin bir vahşi yaşam var, mesela bir gün bir baykuşla bir metre uzaklıktan uzun uzadıya bakıştım, geçen gün muhtemelen bir tilki ini keşfettim. Dereye sadece 10 metre uzaklıkta resmen köşk yapmış kendine, karısına ‘seni su tesisatı olan saraylarda yaşatıyorum’ dese hakkıdır.
Burada yaşamak doğa belgesellerinde yaşamak gibi bir şey.
Geçen hafta Serdar (evi inşa eden ustamız) da ailesiyle birlikte geldi. Asıl amacım, evi boyatmaktı, ancak bu kadar sudan, selden biz de bir hayli hasar gördük, şimdi onların onarımı daha önemli, boya işini sadece dış cephe ile kısıtladık, içerisi seneye kalsın.
Evin bahçesinin en önemli özelliklerinden biri de hasat ettiğimiz yağmur sularını sebze bahçesinde kullanmamız. Bunun için bir sarnıcımız ve bir de bahçenin, çatının, garaj yolunun yağmur sularını toplayan borulardan, açık oluklardan, minik havuzlardan meydana gelen su toplama sistemi var.
Evin çevresinde (evi saran kaldırımın hemen bitişiğinde) bahçeye yağan yağmurun akması için kabaca sıvalı oluk sistemi var. Evin çevresindeki kaldırım 5 yıldan beri yavaş yavaş oturduğu için olukla arasında ufak tefek çatlaklar meydana gelmişti. Eninde sonunda bir tamir gerektiriyordu. Ancak bu yıl hem İzmir depremi bizi de iyice salladı, hem de sürekli su dolu bir toprak olduğu için bu sıva oluklar, her yağmurda biraz daha, biraz daha kaldırımlardan ayrıldı yer yer tamamen koptu. İncecik bile olsa o yarıklardan içeri giren sular, beton yolların, kaldırımların altından yol bulup ilerlediler, sonra da bahçenin bir yerinden yeryüzüne çıkıp, bahçede şelaleler, dereler oluşturdular. Bu kadar yağmur, normalde bizim sarnıcı 10 kere doldurabilirdi, ama daha bu ay o da zorlukla doldu, geri kalan bütün su toprağa karıştı. Şimdi işte bu oluklar acilen tamir ediliyor.
Bir başka acil iş de, bizim evin olduğu arazi, dere yamacındadır, bahçeyi perde betonlarla taraçalar yapmıştık. Sadece komşuya bitişik 30 metrelik bir kısımda perde duvar yoktu, aslında kaya olan o bölgeye, biz bir de taş duvarla destek yaptırmıştık. İyi ki o duvarı yaptırmışım. Çünkü buradaki taşlar su çeken bir taş cinsi, bu kadar su olunca komşunun arazisinde bize bitişik birkaç kaya yerinden kopup, yola doğru kaydı. Bizim taş duvar bizi korudu, ancak böyle birkaç yağmur daha yağsa kesin bizde de taşlar düşer. Sonuç olarak o 30 metrelik yere de perde beton duvar yaptıracağız.
Emekli olunca şöyle bir köye yerleşip yan gelip yatarım diye düşünen varsa bir kere daha düşünsün derim. Spor salonu işini bedavaya getiriyorsun, kilo veriyorsun, adrenalin kovayla başından akıyor. Çok keyifli.