Geçen yıldan beri salgındır, deniz sümüğüdür, sellerdir, kuraklıktır, depremdir, meteor düşmesidir, akla gelen gelmeyen ne varsa başa geldi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de muhtemelen ülkenin yaşadığı en yaygın orman yangını salgınını yaşadık. Bizler yangın alanlarından bu denli uzakken gökten başımıza küller yağdı.
Yangın fırtınası da halkı, yangınların iklim krizinden ötürü inanılmaz sıcak geçen havaların sonucunda çıktığına inananlar ve sabotaj neticesinde çıktığına inananlar şeklinde ikiye böldü.
Bence felaket boyutlarındaki sıcaklık ve kuraklık neticesinde çıktı, çünkü yangınlar sadece bizim ülke ile sınırlı kalmadı. Neredeyse bütün kuzey yarım küre bu yangın fırtınalarından nasibini aldı.
Ancak mutlaka insan elinin de felakete katkısı var, çünkü kasten yakılmamış olsa bile ormana atılan her cam parçası, her şişe potansiyel bir yangın çıkartıcıdır. Biz orman kenarlarında mangal yapmayı, çöplerimizi oracığa terk etmeyi seven bir milletiz.
Ayrıca eşeğimizi asla sağlam kazığa bağlayıp, sonra Allaha emanet etme huyumuz yoktur. Önlem almayız, başımıza gelen afetler için hemen görüş açımızın bize ters gelen köşesinden bir ya da birçok suçlu buluruz, hem yardım hem de afette hatası olanlar için, hemen kendi sorumluluğumuzu Allaha havale ederiz. Oysa Allah bize akıl verdi, kullanın diye, ama biz kullanmayı hiç beceremeyiz.
Komşu Azerbaycan’dan yardım geldi, yardım konvoyuyla birlikte ‘olağan üstü haller bakanı’ yani afet bakanı da geldi. Koskoca ülkemizde, üstelik dünyanın en oynak fay hatlarından birkaçının üzerinde olan ülkemizde afet bakanlığı yok. Oysa ülkeyi tehdit eden sadece deprem değil ki, kuraklık, iklim krizleri, seller, orman yangınları gırla gidiyor. Nasıl olur da her yıl tekrarlanan bu afetler için adam akıllı bir seferberlik planı olmaz aklım almıyor.
Evet, her felaket anında afet bölgesine halktan gönüllüler, yardımlar sel gibi akıyor, elbette bu çok güzel bir şey, zorluklar karşısında hemen toplum olarak kenetlenmek ve aynı duygularla yardımlaşmak, gelecek için müthiş bir umut sağlıyor.
İyi ama bu gibi durumlarda gönüllü ordularını sevk ve idare etmek bile devletin görevi değil midir, ya da neden değildir? Son yangınlar o denli geniş alanlarda oldu ki böyle koordinasyonun şart olduğunu gösterdi. Öyle ya gönüllü olarak yardıma gidiyorsun, ya da bir şeyler gönderiyorsun, nerede ne zaman ne kadar ihtiyaç var en azından bu bilinmeyince organizasyon nasıl başarılı olur? Yangına insan gücü lazım ama kendini yakmamak, yangını nereden nasıl durdurmanın gerektiğini gibi teknik bilgileri bilmek lazım değil mi? Deprem, sel yahut bambaşka bir şey oldu. Bütün bu senaryolar için eylem planlarının, lojistik ve makinelerin hazır olması gerekmez mi?
Kendi konumdan örnek verecek olursam; herhangi bir felaket anında sahra hastanelerinin nerede kurulacağından tutun, hangi hekimin, hemşirenin nerede görev yapacağına kadar eylem planlarının hazırda durması, hatta görev alacak kişilerin de aralıklarla eğitim alması gerekmez mi?
Ne bileyim çok mu hayal kurdum? Ancak her an hemen her yerinde devasa boyutlarda deprem olabileceği bilinen, her yıl sel, orman yangını, çevre kirliliği, bir sürü afeti olan bir ülkede yaşıyorsam bunları devletimden beklemek hakkım değil mi?
Ben şimdi kalkıp yangını söndürmeye gitsem, bedensel olarak yeterli olamam, bir de muhtemelen düşer, bir yerimi kırar, bir yerlerimi yakar, dumandan zehirlenir, yardım edeceğime millete baş belası olurum. Ancak bir felaket halinde hekim olarak seferber edilsem, gör bak nasıl canımı dişime takar, çalışır, 10 kişilik iş çıkarabilirim.
Madem bu kadar çok afeti olan bir ülkeyiz, adam akıllı bir hareket planının da olması ve afet durumlarında büyük bir titizlikle uygulanması lazım.
Biraz da gelelim orman yangını ve orman köyünün köylüsünün bilgeliğine; geçtiğimiz günlerde, yangından evvel, bir yörük kadının keçiler ormana girmezse otlar aşırı büyür ve bu kuru otlarla ormanlar her an yangın tehlikesi ile karşı karşıyadır diye yaptığı konuşmayı, şimdi herkes yayınlıyor. Evet, ben 4/5 yıldan beri bir orman köyünde yaşıyorum. Köylülerin bilgeliğine kulak vermek gerek.
Geçen sene bizim köy aşırı yağış aldı ve ilimizde birkaç kez sel oldu. Bu arada bizim evin etrafındaki duvarlardan birinde ufak bir hasar oldu. Bu duvarın yerine bir perde duvar yapmak istedik, temel atmak için toprağı kazınca, bizim arazinin hemen 1 metre dışında, yüzeyden 3/4 metre aşağıda bir yeraltı deresi olduğunu keşfettik. Komşumuza bizim duvara çok güvenmemesini, kendi toprağının kaymasını engellemek için kendi arazisine bizim yaptığımız gibi taş yığarak yamacı güçlendirmesini söyledim. Hayretle anladım ki komşu kadın oradan bir yeraltı suyunun geçtiğini ve bu suyun sadece çok yağış olan yıllarda yamaca zarar verdiğini zaten biliyor.
Bundan önce köylünün koskoca ormandaki her bir ağacı, suyun akma yönünü, her aracı, domuzu, karacayı bilmesine şaşırırdım, toprak altında akan suyu bile biliyorlarsa, toprağın üzerindekini mi bilemeyecekler? İnanılmaz bir bilgelikleri var. Mesela gözleriyle hava tahmini yapıyorlar (bunu ben de biraz öğrendim, ama önümüzdeki birkaç günü anlıyorum, oysa onlar gelecek mevsimi tahmin ediyorlar).
Yani demem o ki, orman köylüsünün yaşadığı ormanı kimse onlar gibi bilemez. Neredeyse DNA’larına kazınmış, inanılmaz bir bilgelikleri var.
Orman köylüsünü küstürmemek lazım, yangına müdahale edebilecek modern bilgiler, hızlı haberleşme ve lojistikle donatılması lazım.
Bir de elbette, vay orman yandı, çok korkunç görünüyor diye toprağı kazıyıp, olur olmaz ağaçlandırmamak lazım. Yanan ormanlar kendi haline bırakılsa birkaç yıl içerisinde güzelce yeşerir, tabiat kendini yeniler, yeter ki insanoğlu daha fazla zarar vermesin.
Aslında yangınları aşırı sıcak ve kuru havaya bağlamak istiyorum, ama geçen bir hafta içerisinde Çanakkale’nin turistik bir köyünden üçü ardışık günlerde olmak üzere tam 4 tane yangın çıktı. Bu kadar tesadüfe de insan artık inanamıyor. Neyse ki, yerel yönetim çok uyanık davranıyor, hemen yangın helikopteri ve itfaiye araçları yetişiyor, yerel gençler de iyi organize oldular, hemen koşup bir çırpıda yangını söndürüyorlar. Sonuç olarak artık ısı mı desem yoksa başka üç harfliler mi, ormana musallat olanlara şöyle ağızlarının tadıyla bir orman yaktırmıyorlar.
Unutmamak gereken bir gerçek, artık öyle alışık olduğumuz iklim koşulları hatıralarda kaldı, her ne oluyorsa aşırı uçlarda oluyor. Yağmur yağınca sel, yağmayınca kuraklık. Ormanları tehdit eden sadece yangın değil ki, yer altı suları da gün geçtikçe azalıyor, gerçekten göz açıp kapayana kadar çocuklarımıza ‘biz gençken bu yamaçlar hep meşelikti’ diyerek kuru kayalıkları gösterebiliriz.
Ben Elazığ’da mecburi hizmet yaparken bu sözü çok duymuştum.