Şu sıralar fiziksel yorgunluğun dibine vurdum, bahçeyi kışa hazırlıyorum. Çünkü bu ayda bahçede iyi çalışırsam, bundan sonra ekim, kasım hatta aralık ayı başına kadar ufak tefek dikim işleri devam etse de, mart ayına kadar ağır iş kalmayacak.
Birkaç hafta içerisinde bahçede nereden biriktiği belli olmayan bir sürü işe yaramaz şey; çuvallar, saksılar, bozuk aletler gibi sayısız çöp birikiyor, onlar atılmazsa yakında çöp dağlarımız olacaktı.
Tabii kış girmeden yılın son yabani ot temizliğini de yapmak lazım, anladığım kadarı ile toprak tohum dolu, bir mevsim ev sık görülen yüksek boylu otları temizleyince, ertesi mevsim onlar azalıyor, güneşi gören bambaşka tohumlar canlanıp, farklı bir ot türü bahçenin baskın otu haline geliyor. Geçtiğimiz mevsim dikenli otlar gösterisi var gibiydi, onları mümkün olduğu kadar tohum atmadan temizlemem lazımdı.
Bu memlekette, yıllık bitkiler bazen kurumuş gibi görünüp, canlı olabiliyor. Kurumuş bir bitki varsa en az bir yıl yeşerme ihtimaline karşı beklemekte fayda var, eğer gerçekten ölmüş ise bir yıl içinde çürüme ilerliyor. Böyle ölü kökleri topraktan çıkartmazsan, tuzak gibi ayağına takılmaya devam ediyorlar, gerekenleri temizlemeliydik.
Karadeniz’de yabani otları kesip, oldukları yerde bırakırsan, en çok birkaç hafta içinde çürüyüp toprağa karışırlar, burada ise bu şekilde bırakılan otlarda çürüme çok a oluyor, saplar sertleşip odun gibi kalıyorlar. Bunları da zaman zaman yakmak gerekiyor, bahçede böyle yığınlarla kuru sap birikimi vardı, onları halletmeliydim. Bu mevsimde yakmaya korktuğum için çoğunu attım, ufak bir kısmını ise çapaladığımız bir yere küçük yığınlar halinde kümeledim, biraz daha çürüdüklerinde, rüzgarsız bir zaman kollayıp yakacağım.
Bunların üzerine bir de yazın sebze bahçesini ve seranın bitkilerini sökmek, daha sonra da toprağı kışın havalanmaya bırakmak üzere çapalamak gerekiyordu. Bütün bu işleri sadece kendi yapamayacağım, erkek gücü gerektiren işler hariç hepsini yaptım, hafta sonu ise bahçıvanım geldi ve sonuç olarak bahçeyi çiçek gibi yapmış olduk. Hatta ‘bahçe yeni gelin evi gibi oldu’ diye şakasını bile yaptık.
Sonuç olarak geçen hafta boyunca ırgat gibi çalıştım, çok yoruldum ama bu arada bahçenin aslında nasıl bir vahşi yaşam alanı olduğunu iyice anlamış oldum. Doğa hayranlığım yeni bir boyut kazandı.
Bizim ev köyün ilk evi, arkamızda köyün diğer evleri, önümüzde ise köyün biricik asfalt yolu var. Bir taraftan köye dahiliz, diğer taraftan büyük bir orman açıklığının bir parçası olduğumuz için vahşi doğa içerisindeyiz. Orman açıklığı bir teknik terim; genellikle ormanları büyük ölçüde tek tip ağaçlar meydana getirir, bir su kaynağının çevresinde, yabani meyveler, böğürtlenler, çınarlar gibi bitkilerle dolu bölgelere orman açıklığı deniliyor ve orman hayvanları bu alanlarda su içiyor, besleniyor.
Bizim bahçenin çok yakınında köyün en büyük deresinin aktığı bir vadi var. İşte bu vadi boyunca çınarlardan oluşan ve sıkça vahşi hayvan geçişini gözleyebildiğimiz bir orman açıklığı alanı mı desem, vahşi hayat koridoru mu desem, (tam olarak isimlendiremedim, ama muhtemelen her iki tanım da doğru) bir alan var.
Çevremizde daha çok tarlalar bulunmakla birlikte, tarlaların kenarlarında, köşelerinde kalan kızılçamlara da bölgedeki en yoğun ikinci ağaç türü olan meşelere de çok yakınız. Orman vasfı bir hayli bozulmuş olsa da, orman içerisinde yaşıyoruz demek mümkün. Hatta bizim bahçenin bir bölümünde önümüzdeki derenin çınarlarından, yan tarlanın meşelerinden var. Bahçenin bu bölgesini gerçek ormana ayırdık, şimdiden bu bölgede bol miktarda olan badem ağaçları çıktı, birkaç çınar ve meşe fidanı belirdi, bunları özenle gözlüyorum, çınar fidanlarından biri artık bebeklikten çıktı, kendini kurtardı, bakalım diğer fidanlar kurtarabilecek mi?
Bunu uzun uzadıya yazma sebebim, yandaki arazinin de bir bölümü tarla iken özellikle vadiye bakan kısmı bizim gibi orman terk edilmiş haldedir. İşte bu komşuluklar sayesinde yaban hayatı bizim bahçede de oldukça canlı bir şekilde devam ediyor.
Bahçenin artık son ot temizliğini yaparken bir sansarın bizim bahçeye yerleşmeye çalışmasına şahit oldum. Önce bahçenin her yerinde kırmızı orman meyvesi ile beslendiği aşikar olan bir hayvanın dışkısını görmeye başladım. Tabii hemen bu dışkının sincap dışkısı olamayacak kadar büyük, mesela bölgede daha önce gördüğüm çakal (zaten çakal bu kadar vejetaryen beslenir mi bilmem) dışkısı olamayacak kadar da küçük olduğunu fark ettim.
Bu arada komşumuzun kedisinin yavrularından birinin hastalandığını fark etmiştim, veterinere mi götürsem derken, yavru ortadan kayboldu. Geçen hafta başında onun ölüsünü bizim arazide normalde yaşadığı yerden oldukça uzakta buldum. Tabii çok üzüldüm, muhtemelen küçücük yaşına bakmayıp, ölmek için kendi yaşam alanından uzağa gitmeye çalışırken, buraya düştü ve öldü diye düşündüm, üzerine birkaç kürek toprak atarak, daha sonra bahçıvanıma attırmak için orada bıraktım.
Ertesi gün bahçede, evin önündeki dekoratif taş duvarların dibinde yeni kazılmakta olan hayvan ini buldum. İlk gün (henüz tam kazılmadığı belliydi, içinde yavru filan da yoktu) büyük bir acemilikle ini toprakla kapattım. Ertesi gün kontrol için gittiğimde inin yeniden kazılmaya başlandığını ve kedi ölüsünün de inin yakınına kadar getirilmiş olduğunu gördüm. Gece kameralardan bakınca bir sansarın bahçede fink attığını gözümüzle de görmüş olduk. Meğer bu hayvan yan bahçede yaşıyormuş, yazdan beri geceleri bizim bahçeyi ziyaret ediyormuş, galiba beğenmiş olacak ki, artık ambarını bizim bahçede inşa etmeye karar vermiş. Belki de yavrulamak için de burayı seçti bilemiyorum. Aslında sansar sebze köklerini yemeseydi, ona bahçemde oturma izni çıkarabilirdim. Sansar yumurta çalarmış, tavuk boğarmış (bende yok, komşum düşünsün diyebilirdim), kediden ise korkarlarmış, (gene de ölü kedi yavrusunu görünce dayanamadı galiba). Kış için boğduğu tavuklardan bir kaçını gömer ve çürütürmüş, uygun mevsimlerde de vejetaryen beslenirmiş. Bu kış Nermin’in diktiği pırasaları yememiş olsaydı, bir de duvarımı yıkma tehlikesi yaratacak derecede dipten kazmasaydı belki kalmasına göz yumabilirdim. Çünkü inlerini 3 metre kadar uzatabiliyorlarmış.
Bir yere dadandı mı, hele de orada yavruladı mı, artık yıllarca oradan ayrılmazmış. Bir düşündüm, duvarları alttan oyacak, o kadar özenerek diktiğim, baktığım sebzelerimi yiyecek, yok olmaz onun bahçede kalmasına izin veremem. Böylece sansara istenmeyen mülteci muamelesi yaptım, gene de onun yaşam alanına ben sonradan geldim diye kansız bir geri püskürtme operasyonu gerçekleştirmek istedim.
İlk gün kapattığım ve mültecinin yeniden kazdığı ini bu kez kapatmadım, içine ve çevresine bir şişe beyaz sirke döktüm. Ertesi gün ine hiç dokunmadığını gördüm, kedisini de bahçenin başka bir yerine taşımıştı. Bir gece daha geçtikten sonra ini gene dokunulmamış şekilde bulunca bahçıvana büyükçe bir taşla kapattırdım. Galiba acayip koku hayvanı oradan uzaklaştırdı.
Benim de aklımda korku filmi gibi bahçede oradan oraya dolaşan kedi leşi kaldı. Sirke kokusunun bu kadar işe yarayacağını düşünmemiştim, ama aniden gelen bir ilhamla galiba doğru çözümü bulmuşum.
Diyorum ya, 60 yaşıma kadar yaşadığım evrenden çok daha farklı, adeta paralel bir evrende yaşıyorum.