Çanakkale rüzgarı ile ünlü bir kent, öyle ki antik zamanlarda bu bölgenin rüzgarına özel bir isim bile vermişler; adı BOREAS. Ege denizinden gelen gemiler boğaza ulaştığında, rüzgar boğazda ilerlemeye uygun yöne dönene kadar Truva şehrinin limanında beklermiş. Antik dönemde, bu coğrafyanın rüzgarına özel isim verilmesine şaşırmamalı, o zamanın denizcileri rüzgarı adeta gemi motoru niyetine kullanmışlar.
Truva şehrinin bir zamanlar bu denli önemli olma sebebi, iki denizi birleştiren yolun çok önemli bir kavşak noktasında yer almasıdır. Beşeri tarihin o dönemi için dünyanın en önemli su yollarından birine hakim pozisyonda olmanın her açıdan ne kadar değerli olduğunu anlamak için çok düşünmeye gerek yok, benim kendi düşünceme göre Truva savaşları bir erkekle kadının yasak aşkı sonucunda değil, çok önemli ticari kavşağı elde etme ve bölgenin ticaretine hakim olma çabasıyla belki de görünürde çok sudan (belki gerçekten de uygunsuz bir ilişki) bir sebeple çıkarılmış bir savaştır.
Yüzyıllar içerisinde Truva şehrinin çok korunaklı limanı nehrin taşıdığı alüvyonlarla dolduğu için şimdi burada koy değil, verimli bir sulak ova (Çanakkale domatesi bu ovada yetişiyor) bulunmaktadır.
Gerçekten de hemen her gün bazen tatlı, tatlı çoğu zaman kendini hissettirecek şekilde, bazı günler ise amansızca esen rüzgarların iklime damga bastığı bir coğrafya burası.
Kuzey yönünden gelen bütün rüzgarlara (karayel, yıldız, poyraz) genel olarak poyraz deniliyor ve burada yaşadığım 5 yıl içinde iklimle ilişkili olarak en net anladığım şey; kuzeyden gelen rüzgarlar bölgeye soğuk hava getiriyor ve şiddetli rüzgar ısıyı daha da düşük hissedilmesine neden oluyor.
Güneyden gelen rüzgarlara (keşişleme, kıble, lodos) ise genel olarak lodos deniliyor, lodos elbette sıcak hava ile ilişkili, bu mevsimde esen lodosun ardından yağmur geliyor. Bu nedenle burada lodosun gözü yaşlıdır deyimi var. Genellikle Kasım ayında güneyden esen rüzgarlar yağmura neden olduğunda genellikle yön değiştirip poyraza dönüyor ve kış havaları bastırıyor. Bu yıl bu hava değişimi kasım sonuna denk geldi ve yağışlar Aralık başında başladı.
Gün doğumu ve günbatımından esen rüzgarlar ise çok sık olmamakla birlikte esince boğazda ani fırtınalara, ardından da ani sıcaklık düşüşlerine sebep oluyor.
Fakat şu var ki, dünya gezegeni birkaç on yıl sonrasında beklediği iklim krizinin içine bir anda düştü ve hazırlıksız yakalandı. Son iki yıldan beri olan her iklim olayı normal sınırlarının oldukça üzerinde ve felaket boyutlarında meydana geliyor. Geçtiğimiz hafta yaşanan meteorolojik olaylar, bölgede normalde de yaşanan lodos, ardından gelen ısı düşmesiydi, ancak alışılagelenden çok daha sertti. Lodos fırtınası, çatıları uçuracak, tırları devirecek kadar güçlü oldu ve maalesef can kayıplarına bile sebep oldu. Ardından gelen yağmurlar eğer eylül ekim ayları kurak geçmemiş olsaydı (toprak kuru idi) sellere neden olacak kadar güçlüydü. Yüksek yerlere yılın ilk karı düştü.
Fırtına dindikten sonraki gün şehre inerken benim bir ton gelen dolayısıyla çok sağlam bir yer tutuşu olan aracım, sözüm ona hafiflemiş rüzgardan yoldan havalanacak gibi etkilendi. Ardından 10 dakika içerisinde sert bir sağanak, bir dakikalık dolu yağışını, ayaz ve güneş izledi.
Bir günde hatta bir saatte dört mevsim geçişini Karadeniz’de çok yaşadım, ancak burada bu denli ani ve sert değişimi ilk kez görüyorum. Gerçekten de beklenen iklim krizinin aniden koynuna düştüğümüzü fark etmemek imkansız.
Bu sene ilk kez hiç olmazsa bazı ağaçları sararak kış soğuğundan korumayı düşünüyorum.