Geçen ay yeğenlerimizin ön planda olduğu bir aydı. Ege, ay başında asker oldu, ay sonunda terhis oldu. Her ne kadar uğurlama ve askerden alma seremonileri askerlik süresinden uzun sürse de oğlumuz çakı gibi asker oldu.
Bizim ailede en çok bulunan meslek tıp doktorluğudur, hemen ardından hukukçular gelir, diğer meslekler ise en çok 1-2 kişi ile temsil edilir. Yeğenlerim Nil Özgür ve Ege Özgür, iki kardeş aile geleneğini bozmayarak hukukçu oldular.
Nil üniversite sınavına gireceği zaman özellikle hakim anneanne ve dedesi başta olmak üzere hepimiz hukuk fakültesine girmesini istemiştik. Çocuk gerçekten de hukuk fakültesinde okudu, aman iyi ki de okumuş, yoksa yanmıştık.
Nil üniversitedeyken, bir gün Pazar’daki aile evinde 2 hakim teyzemin (Güneş Dobrucalı= Nil’in anneannesi ve Mualla Telatar) de bulunduğu bir odada, miras hukuku konusunda şakayla karışık konuşmaya başladı, kim kimden önce ölürse ona/ buna / bana ne kalır gibi problem çözmeye başladı. Söze karıştım, ben Nil’e ‘kızım, anneannen var, annen var, sana miras düşene kadar ya ihtiyarlayana kadar bekleyeceksin ya da seri katil tutacaksın, en iyisi ben seni evlat edineyim, hiç değilse bir tek benim ölmemi beklersin, temiz iş’ diyerek şaka yaptım.
Aslında bu söz söylediğim o zaman bile şaka değildi, çünkü nedense bizim ailede ölen kişinin mirasının vakitlice bölüşülmesi gibi bir adet yok. Böylece ölenden kalan mal birkaç kişiye düşüyor, onların içinden ölenler olunca onların mirasçıları da işin içine giriyor, birkaç nesil geçince işler iyice arapsaçına dönüyor. Üzerinde 30 tane tapu görünüyor, her biri 30-60 ortaklı, sana düşen bir metrekare bile değil, ama sonuç olarak ortada çözülmesi gereken bir hukuki mesele var. İşler o denli karışık ki mesela ortaklarını tanımıyorsun, nerede olduklarını bilmiyorsun, Türkiye’de yaşamayanlar bile var, bir yerle ilgili bir şey yapmak mümkün değil, çünkü 50 tane sahibi var.
Trabzon’da çalışırken biri Trabzonlu diğeri Giresunlu, 2 asistanımın babaları ölünce henüz kırkı çıkmadan kardeşler mal paylaşımı yaptılar. Ben önce çok şaşırdım, ama anında ne kadar doğru yaptıklarını düşündüm. Bizde, ölenin arkasından dünya malının peşinde görünmemek için malı bölüşmeye çalışmak ayıp sayılır. Böyle olunca da ailede son üç nesilden beri miras paylaşımı yapılmamış, artık işin içinden çıkılmaz hale gelmiş.
Sonuç olarak Nil, resmi avukatımız oldu ve miras işlerimizle uğraşmaktan benim diyen miras hukuku avukatından daha çok bilgi sahibi oldu. Yıllardan beri parça parça malların davalarını çözmeye gayret ediyor, tabii bu davalar resmi evrakla bizim adrese geliyor. Bu arada bizim bu ortaklı mallar üzerinden doğal gaz hattı geçiyor, BOTAŞ, ikide bir istimlak mahkemesi açıyor, onların mahkeme kağıtları geliyor. Yetmezmiş gibi yılbaşından beri bir de 50 yıldan beri görmediğim bir kuzenim mirasçısı olmadan ölmüş, bir de onun borçları, alacakları, malları, miras davaları geliyor.
Buraya yerleşeli tam 5 sene oldu, ay geçmiyor, hatta son zamanlarda hafta geçmiyor ki bize deste, deste mahkeme kağıdı gelmesin. Çoğu zaman da postacı bu evrakı imza ile muhtara bırakıyor, muhtar panik halde bize telefon açıyor mahkemeden kağıdınız geldi, çabuk gelin alın diyor. Kesin köyde bizim kanun kaçağı filan olduğumuzu sanıyorlardır.
Mahkemeler ise masal kahramanı gibi, az gidiyor uz gidiyor, hiçbir yere gidemiyor, yıllarca sürüyor. Bir dava çözülse bile, başka bir yer çıkıyor, bu sefer de onun davaları sürüyor, yıllardır hayatımda mahkemeler hiç değişmiyor.
Bu arada tamamen değişen şeyler de olmadı değil. Ege’nin kuluçka askerliği bitti, ablası (Nil) ve annesi (Sibel) gidip törenine katıldılar, çocuğu askerden aldılar. Meğer o gün Nil’in bir davası varmış. Tam 20 yıldan beri süren, dayımın oğluna annesinden kalan bir yerle ilgili bir davaymış. İnanılır gibi değil ama Nil, dönüş yolunda cüppesini giyip, bir petrol ofisinin bilgisayarından duruşmaya katıldı ve sıkı durun 20 yıldır sürüncemede olan, artık herkesin ümit kestiği davayı kazandı. Resmini görene kadar inanamadım, bu salgın hayatımızın her alanını sanal dünyaya taşıdı. Petrol ofisinde duruşmaya katılan avukat fikri rüya gibi değil mi? Çok şaşırdım, nasıl olabilir dedim, Nil petrolde çalışanlara heyecan oldu dedi.
Vallahi bana da heyecan oldu. Devir ne kadar hızlı değişiyor.
Bu arada kendi yaşımda birçok kişinin yeni nesile hiç güvenmediklerini, onları sorumsuz, beceriksiz, sığ düşünceli, eğlence düşkünü ve bencil bulduklarına şahit oluyorum. Oysa ben her zaman yeni nesile güveniyorum, onları hiç de beceriksiz bulmuyorum. Eğer beceriksiz olduklarını düşünen varsa, şimdiki gençlerin, benzin pompa göstergelerinin arasında güle oynaya 20 yıllık davaları çözebildiklerini hatırlasın.
Bu çocuklar dünyaya bizim baktığımız açıdan bakmıyorlar. Zaten fiziki olarak da aynı açıdan bakamazlar, boyları sırık gibi uzadı. Bizim Ege, 190 boyunda, yürüyüş kortejinde altıncı sıradaydı, en öndeki çocuklar 2 metrenin üzerindeymiş. Hele biri 210 cm imiş, ayağını görmek için 2 metre yukarıdan bakıyor.
Uzaylı gibiler vallahi, ayaklarına 2 metreden bakıyorlar, 28 günde askerlik bitiriyorlar, benzin istasyonunda duruşmaya katılıyorlar, gerçek dünyadan çok sanalda zaman geçiriyorlar, gece silahlı, gündüz külahlı geziniyorlar.
Biz dünyalı, gençler uzaylı.
İnan Ayşenur, bu anlatım üzerinden o kadar güzel bir film çıkar ki; hatli eylenceli ve gişe rekoru kıracak kadar…
Selamlar