Bu bloğu yazmaya, gelecek kuşaklar için sivil tarih örneği olması amacıyla başladım. Elbette en iyi bildiğim kendi hayatım olduğu için bu devirde ne yedik, ne yaptık onları geleceğe devretmek için kendi hayatımı yazmaya başladım. Bun bilgilerin önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü insanoğlu çevreyi çok değiştiriyor ve değişim hızı da giderek artıyor, bundan 30 yıl sonra nelerin değişeceğini bu günden düşünmem pek mümkün görünmüyor. Emin olduğum tek şey giderek artan oranda sanal dünyaya ve yapay zekaya bağımlı yaşanacak. Gene emin olduğum şey insanoğlu olağandışı durumlarda olağandışı uyum yeteneği geliştirecek. Son 2 yıldan beri global bir salgının içerisinden geçiyoruz. Olağan saydığımız bir çok şeyin nasıl değerli olduğunu idrak ettik. Hiç düşünmediğimiz ve başımıza gelen birçok duruma uyum sağladık. Burada biraz kendi izolasyona uyum sağlama sürecimden söz etmek istiyorum.
Pandemide, ülkemizdeki ilk vakalara 2020 yılının ilk aylarında tanı koyulmaya başladı, Mart ayının ortalarında ise ilk izolasyon tedbirleri alınmaya başladı. Elbette, biraz olsun epidemiyoloji (salgın bilimi) bilen biri olarak, bu salgının öyle birkaç ayda bitmeyeceğini anlamam hiç de zor değildi.
İlk izolasyonda 65 yaş üzerine sokağa çıkma yasağı geldi, şehirde oturanlar her şeyi eve getirttiler (birçok kurye trafik kazasında vefat etti, maalesef).
Bizim köye herhangi bir kurye hizmeti yok, haftada bir gün Ptt dışında hiçbir paket servisi kapıya gelmiyor, yani market alışverişini telefonla yapmamız mümkün değildi. Evde benden başka 65 yaş altında kimse yok, bizim kızların sokağa çıkma yasağı vardı, böylece şehre inip markete gitmek hep benim işim oldu. Fakat başlangıçta henüz hastalıkla ilgili herhangi bir bilgi yoktu, dolayısıyla çok endişeliydik. Eve hastalık taşırım endişesiyle, şehre mümkün olduğu kadar az indim. Sanırım 10/12 günde bir market için gittim, şehre inmek beni hiç mutlu etmedi, sokaklar terk edilmiş gibiydi, çok keyifsizdi.
Zaten ne bir arkadaşınla buluşabiliyorsun, ne misafir kabul edebiliyorsun. İzolasyon başladığında Sermin köydeki kadınlara okuma yazma kursu veriyordu, yaşlı olduğumuz için hastalık taşımayalım diye gelmekten vaz geçtiler.
Bizim eve iki haftada bir temizlik şirketi geliyor, Nermin onlar da gelmesin diye tutturdu, ama buna razı olmadım. Aylarca eve bu kadınlardan başkası girmedi, onlarla da evin içinde köşe kapmaca oynadık.
Bütün hayatım boyunca, günde minimum birkaç yüz kişi ile muhatap olmuş bir insan olarak hep şöyle 3 ay boyunca insan yüzü görmesem, insan sesi duymasam diye dua ettim. Demek bazıları eşref saatine denk gelmiş, 2 yıl insan yüzüne hasret kaldım. Ne istediğine dikkat etmek lazım, en tuhaf istekler bile gerçekleşebiliyor.
Benim en büyük şansım köyde yaşamak oldu, yaz kış demeden kendimi dağa bayıra vurdum, köyün etrafında nereye kadar yürüyebileceksem, yürüdüm. Köyün etrafında ne kadar dere yatağı, orman yolu, mezarlık, eski kalıntı varsa keşfettim. Neyse ki turistik bir alanda değilim, turistik alanlardaki köylerde jandarma dolaşıp yürüyen insanları evlerine gönderdi. Evcil hayvanı gezdirmek serbest olduğu için duyduğumuza göre, insanlar sıra ile sokak köpeklerine tasma takıp gezdirmişler, hatta bugün bu köpeği gezdirme sırası bendeydi diye kavga bile çıkmış.
Bunun dışında her gün bahçede deli gibi çalıştım, ot yolmaktan, dünyayı yabani ot gibi görmeye başladım. Gene de kara kara kışı nasıl geçirebileceğimi düşünmeye başladım. Eve bir sürü el işi malzemesi ve kitap yığdım, fakat zaten bunları yaparım, belli ki bana bambaşka kaliteli zaman geçirme yöntemleri gerekliydi. Bu ıssızlıkta ben de herkes gibi telefona ve internete sarıldım.
Normalde yıllardır düzenli yoga yaparım, Çanakkale’ye yerleşeceğim zaman ilk aradığım şey yoga salonu olup olmadığıydı. Tabii izolasyonda bütün salonlar kapandı, neyse ki derhal zaman ayak uydurup, online dersler vermeye başladılar. Ben de yatak odamın rahatında yoga yapmaya başladım. Kimse baş üstü durabildiğimi falan düşünmesin, ancak sırtımın kamburunu biraz olsun düzelttiğini, ya da en azından ilerlemesini durdurduğuna iman ettiğim için ısrarla devam ediyorum. Üstelik kendimi iyi hissetmemi sağlıyor.
Sadece yoga dersleri almadım, birçok değişik konularda seri sohbet toplantılarına da katıldım, öyle ki hemen her akşam bir programım vardı. Bu programlar sayesinde haftanın hangi gününde olduğumu takip ediyordum desem yalan olmaz, çünkü günler birbirinin aynı geçiyordu.
Çanakkale’ye geldikten bir yıl sonra piyano dersleri almaya başlamıştım, bu dersleri de online yapmaya başladım. Piyano konusunu da biraz açmak gerekirse, buraya göçtüğüm sene arkadaşım Semra Haver Uğurgelen çok mutsuzdu, çünkü anne ve babası birkaç ay ara ile vefat etmişlerdi. Ben arkadaşımı son bir yıl içerisinde en az 10 yıl yaşlanmış görmüştüm, onu mutlu etmek için bir sürü toplantılar, geziler yapmıştım. O da beni Güzelyalı’daki evinde bizi ağırlamayı severdi. O evde bir piyano var (evle birlikte onu da satın almıştı), her gidişimizde birilerini bulup bizim için piyano çaldırdı. Ben de çocukken evimizde piyano olduğunu, benim de ufacıkken birkaç sene ders aldığımı, ancak hiç yeteneğim olmadığını, tamamen unuttuğumu söylemiştim. Bu konuşmanın üzerine ikimiz birlikte piyano dersi almaya karar verdik, asıl çalmak isteyen oydu, ben ona eşlik edecektim. Sonra ne olduysa oldu, ben ders almaya başladım, bir piyano aldım, Semra bir türlü başlayamadı, derken hastalandı ve uzun bir mücadele sonucunda rahmetli oldu. Sonuç olarak ben 4 yıldan beri piyano dersi alıyorum ve hala çalmayı beceremiyorum, ama inatla ders almaya devam ediyorum.
Her gün düzenli olarak yürüyüş yaptım, piyano çalıştım, ne kadar fastfood çeşidi varsa yaptım. Şimdi madem bunca işin var, daha bela mı arıyorsun diye düşünen olabilir, ancak bütün bunları yapıyorum, gene bir sürü zaman kalıyor. Çünkü televizyon izlemem. Uykum da iyice kısaldı. Roman okumaya konsantre olamıyorum. Elişi yapmayı da canım pek istemedi. Günler bir türlü bitmek bilmiyordu.
Önümde izolasyonla geçecek uzun bir zaman var, bir konuda online eğitim alayım diye düşündüm. Buraya geldiğimden beri tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştirdiğim için, fitoterapi eğitimi almaya karar verdim, bir kurs bulup katıldım. Sonuç olarak bütün dünyada kullanabileceğim bir sertifika aldım, ancak eğitimi hiç beğenmedim, hiçbir şey öğrendiğimi de düşünmüyorum, üstelik daha kış gelmeden, sadece 3 ayda bütün kursu bitirdim.
Bu kez bari ikinci üniversite okuyayım diye düşündüm. Doçent olduktan sonra, biraz tıp dışı bir şeyler öğrenmek amacıyla açık öğrenime başlamıştım. O zamanlar açık öğrenim için yeniden üniversiteye giriş sınavına girmek gerekiyordu. Ben de 20 yıl aradan sonra yeniden sınava girdim, bayağı da yüksek puan aldığım için gargaraya gelip, en yüksek puanla girilen işletme bölümüne girdim. Fakat hem konular ilgimi çekmedi, hem de sınavlar hep benim yurt dışında kongrede olduğum zamanlara denk geldi. Ben sınavlara girmeyince sonunda beni okuldan attılar.
O zamanlar yanılmıyorsam sadece Anadolu Üniversitesinde açık öğrenim vardı, şimdi birkaç üniversitenin daha açık öğrenim bölümleri var. Üstelik bir üniversite okuyan bu bölümlere sınavsız giriyor. İkinci üniversite için, arkeoloji ve sanata meraklı olduğum için, Anadolu Üniversitesinin, 2 yıl süren, Kültürel Miras ve Turizm bölümüne kayıt yaptırdım. Üniversiteden, yurttan ömürlük arkadaşım Olcay ise, fotoğraf bölümüne kayıt yaptırdı.
Çok doğru bir karar almışım, derslerin birçoğu benim oldukça ilgimi çeken konulardı. En güzel tarafı da kış sabahlarında yapacak bir işim oldu. Zaten, sabah erken kalkarım, biraz uyusam bütün gün başım ağrır; izolasyon sürecinde uykum iyice kaçtı, sabah beş, beş buçuk gibi uyanmaya başladım. Bu memlekette özellikle Aralık ayında sabah dokuzda hava aydınlanıyor. Bu karanlık sabah saatlerinde ders kitaplarım ilaç gibi geldi. Üstelik daha önce bilgisayar ekranından okuduğum hiçbir şeyi anlayamazdım, inatla ekrandan okudum, böylece ekrandan okuma kısıtlılığımı da biraz kırmış oldum.
Aslında Türkçe, İngilizce, Cumhuriyet Tarihi gibi derslerimiz de vardı. Benim ana amacım zaman geçirmek olduğu için bu dersleri de almak istedim, fakat sistem ilk sınava bir hafta kala beni zorla muaf tuttu. Sonuç olarak her yarıyılda dörder dersim vardı. İlk sene sınavlar da online yapıldı. Yaz okulunda, 5 dersi aşmamak koşuluyla, ikmale kaldığın dersler dışında önündeki yıldan da ders alabiliyorsun. Yaz okulunda son senenin her iki yarıyılından birer ders aldım. Çünkü ikinci yıl artık hastalıkla ilgili bilgiler çok artmıştı, nasıl korunacağımızı öğrenmiştik, aşılarımızı da olmuştuk, yavaş yavaş da olsa mekanlar açılmıştı, arkadaşlarla yüz yüze sosyalleşmeye başlamıştık. Böylece, ikinci yıl her yarıyılda sadece 3 ders çalıştım.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden 3,65 not ortalaması ile mezun olan ben, bu okuldan 2,79 ile mezun oldum. Olsun, azmettim bitirdim ya ona bakarım. Bu diploma hiçbir işime yaramayacak, ama istesem resmen profesyonel turist rehberi olabilirim.
AYŞE NUR ÖKTEN
DİPLOMA TARİHİ 23.05.2022
DİPLOMA NOTU 2,79
Mezuniyet Türü
ÖNLİSANS
Fakülte
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
Bölüm
KÜLTÜREL MİRAS VE TURİZM
Fakülte Giriş Türü
SINAVSIZ İKİNCİ ÜNİVERSİTE
Yabancı Dil
İNGİLİZCE
Kayıt Tarihi
01.09.2020
Büro
ÇANAKKALE
Sınav Merkezi
ÇANAKKALE