Geçen hafta sonu, Gamze ve Ali Çan ile, Berfin’in düğünü için İstanbul’a gittik. Berfin’in dedesi Nafiz Uluutku hocayı çok severim, babası Haluk ve annesi Özen de sevdiğim arkadaşlarım, Berfin’in hem bebeklik doktoru, hem de hocasıyım. Hal böyle olunca de bir günlüğüne de olsa düğüne gitmek şart oldu. Bu arada hayatımda ilk kez vejetaryen bir düğün menüsüyle karşılaştım, nikah şekeri yerine de eğitim yardım yapmışlar, çok hoş bir düğündü.
Anlatmadan geçemeyeceğim, Cumartesi günü otobüs ile gidip, hemen o gece geri döndük. Düğünde seferiydik; yol giysilerimizi, düğün giysileriyle değiştirmemiz kadınlar tuvaletini en sakin bulduğumuz bir anda, zavallı bir kadıncağızın şaşkın bakışları altında gerçekleşti. Dönerken seyircimizin olmaması bizde bir eksiklik duygusu bile yarattı. Yorucuydu, ama 24 saat bile dolmadan tekrar evlerimizdeydik.
Nafiz hocamı gayet sağlıklı görmek beni çok mutlu etti. Son bir ay içinde bebeklik doktoru olduğum 2 genç hanımın artık meslektaşım olduğunu görmek kendi yaşım konusunda düşünmeme sebep oldu. Ne kadar yaşayacaksam sağlıklı yaşamak dileğimi yeniden yüce makamlara ilettim.
Düğünden 3 gün sonra ise müzisyen arkadaşım Filiz Kaya’nın klasik kemençe kampı için yola koyuldum. Filiz, benim piyano hocamın eşi; geçen sene oldukça ilginç bir olay yaşadı; klasik kemençe çalmaya başladığı ilk yıllarda, borç harç çok iyi bir ustaya, kendine özel bir kemençe yaptırmış. Yıllar içerisinde bir şekilde kemençesini kaybetmiş, daha sonra aynı kemençeden bir tane daha yaptırmış, aradaki tek fark ilk kemençe üzerinde sedeften minik bir F harfinin olmasıymış. Geçen yıl online ders verdiği öğrencilerinden biri İstanbul’a giderken, Filiz’e kendine bir klasik kemençe yaptırmak ya da iyi bir tane bulursa almak niyeti olduğundan söz ederek, dükkan ve usta ismi sormuş. Filiz adama; eğer kendi kemençesini yaptıracaksa (yukarıda anlattığım olayı anlatarak) kemençenin bir yerine böyle bir harf yaptırmasını önermiş. Aradan daha 2 gün geçmeden öğrencisinden telefon almış, ‘bir antikacıda sizin kemençenizi buldum’ deyip, resim göndermiş, Filiz kendi kemençesini resimden hemen tanımış. Anlaşılan, kemençe yıllarca kutusundan hiç çıkmadan, yani hiç çalınmadan bir yerde beklemiş, bundan sadece 1,2 ay önce ise antikacıya satılmış. Filiz büyük bir heyecanla gidip eski kemençesine kavuştu, kutunun içerisinden hala kendi saç tokası, resimleri çıktı. Antikacı da dürüst adam çıktı ve aleti, kendi aldığı fiyattan Filiz’e sattı. Şimdi birinde sedeften bir F harfi olan tam tamına birbirinin aynısı 2 klasik kemençe sahibi, ikisini birbirinden ayıramıyor.
Oldukça verimli bir sanatçıdır, geçen yıl önce CD çıkardı, sonra da aklına birkaç gün sürecek bir klasik kemençe kampı yapma fikri düştü. Ben de, onun hevesine ortak olmuş, Silivri koyunda yapılacak kemençe kampının son gününde, konser öncesinde guruba meditasyon yaptırmayı kabul etmiştim. Gurup oldukça heterojen idi, 8, 13 yaşında çocuklar, gençler, müzisyenlerin anne babaları yani orta yaşta insanlar vardı. Üstelik hiç kimsenin meditasyon deneyimi yoktu ama oldukça büyük bir merak ve beklenti içerisindeydiler. Ortam çok güzeldi ve gurup meditasyon için çok istekliydi, ben de güzel hazırlanmıştım; inanılır gibi değil ama çocuklar dahil bütün gurup neredeyse 1,5 saat boyunca meditasyon yaptılar. İlk niyetim 1 saatlik bir programdı, önce nefes çalışması arkasından da yoga nidra yaptıracaktım. Hocanın köpeğinin aniden havlaması üzerine, ellinci dakikada herkesin konsantrasyonu bozuldu, ben de çalışmayı erken kesmek zorunda kaldım. Fakat hiç kimsenin yerinden ayrılmaya niyetli olmadığını görünce meditasyonu bu kez sadece müzik eşliğinde yeniden başlattım. Midilli adasının karşısında, denizin üzerindeki bir platformda, güneş batarken, altından gelen dalga seslerini dinlerken hem nefes çalışması hem de meditasyon çok güzel oldu. Daha önce bu kadar yüksek bir gurup sinerjisine oldukça nadir rastlamıştım.
Bana kendi çıkardığı CD’nin yanı sıra özel olarak boyadıkları bir seramik içerisinde kaktüs ve üzerinde adımın yazdığı bir kitap ayracı hediye ettiler. Çok güzel duygularla oradan Marmaris istikametine doğru yola çıktım. Biraz yol almıştım ki arkamdan telefon ettiler, otelin anahtarını bırakmayı unutmuşum. Hemen yakındaki benzin istasyonuna bıraktım, meğer her gün birkaç kişi benim gibi oraya anahtar bırakırmış, adamlar otellerden komisyon alacağız diye dalga geçti. Burası böyle bir memleket, buna benzer bir şey için Karadeniz’de kavga çıkar, insanların bu rahatlığı beni benden alıyor.
Yolda 2 gece Sığacık’ta kaldım. Sığacık’ta gene yoga camiasından tanıdığım bir arkadaşımla buluştum, gece rüzgarlı yerlerde çay içtik saatlerce dolaştık, rüzgarda üşüttüm, ertesi gün bütün gün motelde hasta yattım. Bir gün sonra kalktığımda hala hastaydım, Marmaris yakınlarında bir köyde gerçekleşecek olan yoga kampına gitmemeyi bile düşündüm, ancak eve dönüş yolum daha uzun olduğu için kampa gitmeye karar verdim.
Bu gurup Trabzon’daki yoga ekibim. Ancak kampta hiç keyfim yoktu, hastalıktan sabah derslerine katılamadım, denize gidemedim, uyku uyuyamadım. Keyfimi bozan başka bir olay daha vardı, ama bunu yeri gelirse sonradan yazarım, ama bir daha böyle ıssız bir yerde tatil yapmaya tövbe ettim. Kamptaki en büyük macera Gökhan’ın hastalanması ve bizim gece vakti bir eczane aramak için yollara düşmemiz oldu. Yirmi dakika sonra kapalı bir eczane bulduk (aslında yan yana 2 eczane, ana oğul eczacıymış), eczanelerden bir nöbetçiydi. Nöbetler icapçı gibi evde tutuluyor, camda yazan numarayı arıyorsun, görevli evden geliyor. Burada usul böyle imiş, gene Karadeniz insanı geldi aklıma, insanların rahatlığına, toleransına şaşırdım.
Yıl boyunca online derslerden tanıdığım insanları yüz yüze tanımak (bana kitap bile hediye ettiler), yıllardır görmediğim arkadaşları görmek, yeni insanlarla tanışmak güzeldi. İnsanların birbirinden ne kadar farklı oldukları, olaylara ne kadar faklı tepki verdikleriyle ilgili kayda değer bir gözlem; Aslı çocuğu ve köpeğiyle geldi ve ikisini de yanından neredeyse ayırmadı diyebilirim, bir başka arkadaş, köpeği var diye onu düşüncesizlikle hatta korkutucu olmakla suçladı. Bir de otelin sırnaşık kedisi iki kız kardeşin yattığı odaya girmiş, kızlardan birinin üzerine çıkmış kız çığlık, çığlığa uyanmış. Her iki kardeş de hayvanlardan korkuyorlar, komik olan kız kardeş ertesi gün bize kediyi nasıl kovduğunu anlatıyor. Kediyi kaçırmak için kışt diyormuş, kedi aldırmıyormuş, kediye ‘ kışt da kışt, sana git desem anlamazsın, kışt diyorum, kışt da kışt, yürü git’ diyormuş. Bundan sonra bir kedi edinirsem adını kıştdakışt koyacağım. Bu kızcağız Aslının köpeğine de ‘bak Deyzi seninle arkadaşız, az önce seni ben gezdirdim, sevdim, beni niye korkutuyorsun’ diyordu.
Ben aşırı keyifsiz olunca 2 gün önceden dönme kararı aldım.
Bir de gene bir meslektaşımızı ve sekreterini işbaşında öldürdüklerini duydum, iyice moralim sıfırlandı. Nasıl bir şeyse, konuya yayın yasağı geldi, doktorların iş bırakma eylemleri neredeyse vatan hainliği olarak lanse ediliyor. Aklım işe bu tavrı bir türlü almıyor.
‘Önce Allah, sonra siz’ yalakalığından, ‘Öldürmek de neymiş, döv yeter’ nankörlüğüne hangi ara gelindi?
Bu konuda yazacak çok şey var, ama hiç içimden gelmiyor. Bu memlekette kurtarma önceliğini neye vermeli şaşırdık, ormanları mı, akarsuları mı, denizleri mi, çocukları mı, hayvanları mı, kadınları mı, doktorları mı, avukatları mı? Nasıl bir toplumsal cinnet halidir bu anlayamıyorum.
Bir yandan da Tunç Fındık, 14X8000 projesinin son ayağını bitirmeye hazırlanıyor. Bütün iyi dileklerim onunla, kazanılmadık kupa bırakmaya kadın voleybolcularla ve dünyayı daha güzel hale getiren organik çiftçilerle. İnsanlardan umudumu kesmemek için onların varlığına ihtiyacım var.
Yoksa bütün hayatım boyunca gönüllü şekilde insana ve insanlığa hizmet için yaşadığım, ruh, zihin ve beden yorgunluğumun artık hiçbir anlamı kalmayacak. Büyüyünce gitsin, değerli bir insanı, bir kadını öldürsün, çocuklara, hayvanlara tecavüz etsin, ormanları yaksın diye mi tedavi ettim bu çocukları diye düşünürken yakalıyorum kendimi.
hediyelerim
paylaşımların sayesinde seninle gezmiş gibi oluyorum…