Her zaman söylediğim bir lafım vardı; ne zaman ölürsem öleyim arkamda yarım bıraktığım birkaç elişi ve birkaç kitap olacak. Çünkü her daim elimde birkaç farklı elişi ve okumakta olduğum birkaç kitap vardı. Son yıllarda ise bazen elişi yapmaya meraklı oluyorum, bazen de kitap okumaya; yani artık arkamda bırakacağım yarım şeyler ne zaman öleceğime bağlı.
Okuma şeklim oldum olası şu şekildedir; eskiden elimde mutlaka tıbbi bir konu ya da konular olurdu, yani her an mesleki birkaç adet makale, kitaplar, kafam şişmesin diye de yanında mutlaka roman, şiir ya da o sıralarda merak duyduğum bir konuya ait kitaplar okurdum. Evdeki ve hastanedeki çalışma masalarım, yatağımın komodininin üzeri, TV izlediğim koltuğun kenar sehpası, hatta mutfak masam her zaman kitaplarla dolu olurdu.
Merak ettiğim bir konu varsa o konu ile ilgili birçok kitabı peş peşe okumayı, böylece konu hakkında daha geniş bir bakış açısından fikir sahibi olmayı severim. Bir de güzelleme (yıkama yağlama) maksadıyla yazılmamış biyografileri veya anıları çok severim, hele de anılarını yazan kişiler belli bir dönemi, coğrafyayı, olayı güzel yansıtmışlarsa, hele ki bu anlattığı konular da benim ilgi alanımdaysa artık tadından yenmez. Bu nedenle Amin Malouf’un kitaplarını çok severim, bütün söylediklerimi içeriyorlar, en son fütüristik bir romanını okudum, arkadaşlarım bayıldı, ben ikrah ettim.
İlginçtir kitap okumayı böyle sevdiğim için olacak, ‘Son İmparator’ filmi hariç, kitabını okuduğum bir filmi asla kitabı kadar sevemedim (kitap film izledikten sonra okunsa bile, filmini izleyip de bir türlü okuyamadığım kitap ise ‘Yüzüklerin Efendisi’, ama onu günün birinde okuyacağıma inanıyorum).
Casusluk, macera, cinayet romanlarını ve filmlerini de özellikle severim. Bazen acaba içimde gizli kalmış, rasyonalize ettiğim bir seri katil mi saklıyorum diye düşünmüyor değilim. Bu tür kitapları okumaya başladım mı uykuyu filan unutup kitabı bitirmeden bırakamazdım, ne zaman ki yakın gözlüğü takmaya başladım, yatarken gözlük sapları kulaklarımı rahatsız etmeye başladı, yatarak kitap okuma keyfim eksildi, şimdi o tür kitapları da birkaç günde bitiriyorum. Bu türden yazan bazı yazarların okumadığım kitabı kalmamıştır diye düşünüyorum.
İlgi duyduğum ve etraflıca okuduğum birkaç ‘çerçeve dışı’ konum da vardır. Yeri geldikçe bunları da paylaşırım.
Şu sıralar etrafımda oldukça yeterli kütüphaneleri olan ve kitap değiş tokuşu yaptığım birkaç arkadaşım var.
Okuduğum konulardan biri az bilinen bazı dinlerin tarihçeleri ve bir de çok çeşitli savaşlarda, dünyanın birçok ülkesinde esir hayatı yaşamış Türkler. Her iki konuda da insanoğlunun inanılmaz vahşetini iliklerine kadar hissediyorsun.
Tam bu konuları okurken gece yatmadan önce içimde inanılmaz bir sıkıntı vardı, nereye koyacağımı, nasıl anlatacağımı bilmediğim bir duygu vardı, gece inşallah bu soğukta deprem olmaz diye dua ederek uyudum. Sabah deprem haberi ile uyandık, ilk andan itibaren bunun Gölcük depreminden daha büyük bir deprem olduğunu anladım, meğer şu ana kadar ülkemizde bilinen en karmaşık deprem sağanağı imiş.
Gene insanoğlu devrede; kimine bakıyorsun yardım için çırpınıyor, kimine bakıyorsun hemen fırsat bu fırsat demiş. Bu gibi durumlar insanoğlunun fıtratını gözlemek için eşsiz zamanlar. Gene marketleri yağmalayan, battaniye fiyatlarını artıran insanlar ifşa edildiler, beddua aldılar da büyük sorumlular hiç akla gelmedi. Bir türlü akıl sır erdiremedim; ülkenin toprakları fay hatlarının üzerinde, kıta sahanlarının çarpıştığı yerde; nasıl olur da inşaatlar yapılırken bu gerçek hiç göz önüne alınmaz? Nasıl olur da bu kadar tedbirsiz olunur?
Bu arada depremin ABD’nin elinde olan Haars teknolojisi ile yapıldığına dair bir sürü komplo teorisi var. ABD’ye ait savaş gemileri Türkiye’ye gelmiş (99 depreminde de gelmişler), son zamanlarda birçok ülkeden Türkiye’deki vatandaşlarına dikkatli olmaları hatta ülkeyi terk etmeleri çağrıları gelmiş. Öte yandan bilim insanları bu kadar güzü ortaya çıkartacak tabiatın kendinden başka kimse olamaz diyor.
Bir de aklımda deli dolu sorular; acaba dünyada depremleri önceden fark edebilen teknoloji var da bizlerden mi gizleniyor? Eğer böyleyse bu da çok büyük bir zalimlik değil midir?
Bu dünya hayatının en zor kısmı çok değişik nefis seviyesinde varlıklarla eş zamanlı, eş mekanlı yaşamaktır. Nokta.
Dünya gezegeni kendi yaşam sürecinde kabuğunda oluşması gereken değişimleri yaşıyor, biz üzerinde yer tutan yaratıklarız sadece.