Yıllardan beri gelecek diye uyarıldığımız, ama ne yalan söyleyeyim, daha en az önümüzde on yıllar var sandığım iklim krizi artık iyice kendini belli etmeye başladı. Korkarım ki bu sadece özsöz; henüz başımıza neler geleceğini tam olarak kavrayabilmiş değiliz, hatırlamak için son iki üç yıldan beri köyde fark ettiğim bazı tuhaf halleri özetlemek istiyorum, böylece durumun ciddiyetini belki biraz daha net algılarız.
İki yıl önce günlük hava sıcaklığında henüz önemli bir farklılık hissetmemişken, denizden bir uyarı geldi, daha önce varlığından bile haberdar olmadığımız, deniz sümüğü diyebileceğim bir musibet aylarca deniz yüzeyini kapladı, arkasında iğrenç kokular ve umutsuzluk bırakarak denizin dibine doğru çöktü; bu olayın denizdeki yaşama ne kadar büyük zarar verdiğine dair henüz net bir bilgimiz yok. Müsilajı oluşturan ana sebep Marmara Denizine dökülen ve kirliliğe sebep olan şehir ve sanayi atıklarıdır, ancak çok büyük bir olasılıkla o yıl bu sümüğün bu denli artmasına neden olacak bir mevsimsiz ısı değişikliği de söz konusuydu. Çünkü bu sümüğün canlı bir organizmanın gereksizce artması sonucunda geliştiğini ve deniz ısısının bu garip canlı ile beslenen diğer bir canlının yeterince artmasına engel olacak gibi diğer yıllardan farklı olması, kısaca ekolojik dengenin bozulması sonucunda meydana gelmiş olduğunu biliyoruz. Deniz kirliliği de bu duruma tuz biber oldu tabii.
Geçtiğimiz son iki yılda ise oldukça alışılmadık bazı iklim olayları yaşadık.
Bizim köyde geçen seneden en çok hatırladıklarımı yazacak olursam sonbahar oldukça kurak geçmişti; hatta sadece tarım kullanımına değil aynı zamanda şehre içme suyunun da karşılandığı Atikhisar barajında neredeyse su kalmamıştı. Ama aniden bastıran şiddetli yağmurlarla 1-2 hafta içerisinde doldu, taştı. Yanılmıyorsam Kasım ayından itibaren yaz aylarına kadar inanılmaz yağmur yağdı; bu yağmurlar öyle pek normal yağmur gibi değildi, haftalarca, günlerce damla düşmüyor, sonra da inanılmaz derecede fazla yağmur çok kısa sürede yağıyordu. Hemen her yağış, sele heyelana neden oldu yani felaket gibi yağdı. Kış mevsimi de çok garipti, bir iki hafta ilkbahar havası ardından inanılmaz bir soğuk dalgası oluyordu, her sene Aralık sonundan, Şubat sonuna kadar aralıklarla yağan kar, geçen sene Mart ayında tek bir seferde yağdı.
Bu zamansız kardan sonra geçen ilkbahar ve yaz aylarında tam aylarca yağmur yüzü görmedik, buna karşın tam üzüm hasat edilecek günlerde gen mevsimsiz yağarak bütün hasadı berbat etti. Kış ise neredeyse hiç hissedilmedi, bir kez göstermelik bir kar yağdı, hepsi o kadar. Bizim evin önünde bir dere var, bu dere eylül ayından bir sonraki temmuz ortasına kadar akar, yani topu toplamı bir iki ay kurur. Bu yıl ise tam dokuz ay hiç suyu yoktu, ancak Mart ayında biraz akmaya başladı, geçen yıl çağlayanları olan derenin bu yıl yatağında pek çok yerde görünme olması çok düşündürücü.
Ülke bütün yıl ağır kuraklık tehdidi altındayken, ilk baharda bir miktar yağmur yağdı, ama o da çok dengesiz yağdı; deprem bölgesinde ardı ardına sel oluyor. Arabistan’da bu yıl kar yağışı, yağmurlar, seller dur durak bilmiyor.
Tam da bize tarif edilen iklim krizinin ortasına düştük.
Bundan sonra su israfı yapan vatan hainidir, insanlık düşmanıdır. Bunu yazarken ülke geleceği için tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması gereğini de biliyorum. Artık bu iklim değişikliğine nasıl adapte olup da bu süreç yönetilecek, bilemiyorum.
Köyde yaşayınca doğa olaylarını şehirde yaşadığından çok daha net hissedebiliyorsun. Mesela geçen yıllarda olan bu garip hava durumu, kaç yıllık fidanlarımı soğuktan yaktı, yeni dikilenler ise kurudu; sonuç gerçekten de iklim toprağın bereketini yakından etkiliyor. Bence mutlaka tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması gerekiyor, bu garip havalar devam ettiği sürece geleneksel sistemlere göre daha sürdürülebilir yeni yöntemler geliştirilmesi lazım, su tasarrufu ise hayati öneme sahip.
Bu yıl eğer sarnıç dolmasaydı yazın köyün suyunu harcamamak için sebze dikmemeye karar vermiştim, ama çok şükür son yağışlarda doldu. Ben de şimdiden yazlık fideleri hazırlamaya başladım. Bahçede ise şimdilik yapabildiğim dişe dokunur tek şey zeytinleri ilaçlatmak oldu, çapa işini ise bayramdan sonra yaptıracağım.
Bu yıl denediğim bir ‘yeşil gübre’ ve ‘yeşil kalkan’ dediğim iki yöntemi yazacağım. Yabani otlar ve tohuma bıraktığım turp, marul, havuç, pazı gibi sebzelerle yaptığım bu yöntemler hem toprağı zenginleştiriyor, hem de su tasarrufu sağlıyor.
Benim yeşil kalkan dediğim yöntemi geçen yıl bahçıvanımdan öğrenmiştim. Meyve ağaçlarının altı çapalandıktan sonra bu çapalanan alana yabani ot yığılıyor, böylece bu yabani oy yığını toprağın üzerinde bir kalkan oluşturup, suyun buharlaşmasını engelliyor ve ağaç çok daha az su ile yetiniyor. Bu yöntem buradaki köylüler tarafından bilinip kullanılıyor, yeşil kalkan sözü ise bana ait. Zeytinler meyve verdikten sonra artık kökleri yer altı sularına ulaştığı için sulanması gerekmiyor. Gene de ağacı serin tutmak için altına ot yığıyorlar. Geçen yazdan beri bu yöntemi kullanmaya başladım, gerçekten de işe yarıyor.
Yeşil gübreleme yöntemine gelince; birçok sebzeyi tohumlanana kadar bekleyip, bu tohumlanmış bitkileri bahçenin çeşitli yerlerine seriyorum. Böylece bahçede kendiliğinden çıkan birçok sebze oluyor, ben artık ne turp, ne pazı, ne lahana ne de marul dikmiyorum. Ancak bu yöntemi uygularken dikkat edilmesi gereken bir şey var; bu şekilde dikilen sebzeler küçük bir alanda çok kalabalık olarak çıkıyor, eğer kendi çıktığı gibi bırakırsanız birbirlerini eziyorlar, belli bir boya geldiklerinde seyreltilmeleri şart. Henüz olgunlaşmadan seyreltince çıkardığın sebze yeniden yeşil gübre olmak üzere toprağa atılıyor, geri kalanların hala bir kısmı fide olarak dağıtılabiliyor, en son bıraktıklarınız da bir kısmı kendi tüketimimiz için, bir kısmı da yeni tohumluklar. Geçen yıl toprağa yatırdığım sebzelerden bu yıl pazı ve havuç fidelerinden bir arkadaşıma verdim. Dereotu ise hem bize hem de komşumuza bol bol yetiyor. Bu şekilde toprak birçok bitkiden aldığı çeşitli vitamin ve minerallerle beslenip zenginleşiyor. Sonuç olarak hem toprak kazanıyor hem de biz.
Geçen gün köyümüze su tasarrufunu anlatmak üzere bir öğrenci gurubu geldi. Hocalarını tanıdığım için gurupla buluştum ve onları kendi bahçemde de gezdirdim. Onlara su tasarrufu için yaptığımız yöntemleri gösterdim. Bahçedeki su kanallarını, sarnıcı yani su hasadını anlattım. İkinci olarak damla sulamayı gösterdim. Son olarak da yeşil kalkan yöntemini anlattım.
İkinci konu olarak da toprağı güçlendirmek için kullandığım yöntemleri yani; konvansiyonel hayvan gübresi, yeşil gübre ve su hasadı yapmak için kullandığımız su kanallarında biriken humuslu toprağı solucan gübresi gibi kullandığımızı anlattım. Mutfak artıklarından oluşturduğumuz kompost topraklarını gösterdim.
Sonuç olarak gençlere anlattıkları konunun laboratuvarını göstermiş gibi oldum. Çok heyecanlandılar, yaptıkları köylüleri bilinçlendirme işine daha da çok inandıklarını ifade ettiler, ben de çok mutlu oldum.