Daily Archives: 19 Nisan 2023

TROAS TOPRAKLARINDA HOMEROS İZİNDE GEZMEK, PARİSTEN GÜNÜMÜZE SİNİR OLDUĞUM TİPLEMELER

Çanakkale il sınırları içerisinde gezmek, dinlemeyi bilene Homeros’un destanında gezmek gibi; bir köye gidiyorsunuz bir kaya, bir mağara, bir dere, bir tepenin (bir çoğunu bu destanla ilişkilendirebileceğiniz) bir hikayesi olduğunu fark ediyorsunuz. Troya Destanının en önemli kahramanlarından biri kuşkusuz Paris’tir. Bu güne kadar duyup da Paris’le bağdaştırdığım, iki farklı köydeki, iki farklı efsaneden söz edeceğim.

Bunlardan ilki Çanakkale ili merkez ilçesine bağlı Akçalı köyüne giderken, yolda gördüğümüz tuhaf şekilli üç kayanın hikayesi idi. Köyde doğup büyümüş olan arkadaşım bu kayaları üç kız kardeş kayaları olarak tanımlamıştı ve bu efsane bana kuşkusuz; Paris’in hakemlik yaptığı üç tanrıçayı çağrıştırmıştı. Geçen hafta sonu ise Bayramiç ilçesi, Elmalı köyünde, Güvercinkaya şelalesi ve mağarasının Paris ile ilişkilendirilen hikayesini öğrendim ve Kaz Dağlarında zorlu bir yürüyüş ile 1000 metre yükseklikteki mağaraya ve mağaradan fışkıran şelaleye kadar gittim.

Paris; Troya kralı Priamos ile kraliçe Hekabe’nin oğludur, ancak annesi bu çocuğu doğurmadan korkunç bir rüya görmüş ve kahinlerden, bu çocuğun Troya şehrinin sonu olacağının bilgisini almıştır. Bunun üzerine çocuğu İda Dağında bırakırlar, onu bulan çoban geçen gün gittiğim mağara çevresinde onu kendi oğlu olarak büyütür. Ancak Yunan tanrılar konseyinin planları henüz bitmemiştir. Bir şekilde yolu Zeus’un nifak tanrısının Athena, Hera ve Afrodit arasında soktuğu anlaşmazlığın ara buluculuğu Paris’e düşer. Paris de kendine sunulan rüşvetler arasından dünyanın en güzel kadınını seçer. Böylece Akha’lı Menelaos’un karısı olan Heleni kaçırıp Troya’ya getirir (geçen sürede Paris yaşlı anne babası tarafından tanınıp çoktan affedilmiştir). Troya savaşını başlatan bahane de işte bu gayri meşru aşk hikayesi olur. Zamanın bütün Akha kralları Menelaos’un abisi Agamemnon komutasında Troya kuşatmasına başlarlar. On yıl süren ve birçok tanrı ve tanrıçanın da taraf tuttuğu bu savaşın sonunda Paris Herakles’in oku ile yaralanır, ama onu asıl öldüren Hera’nın kanı olarak bilinen kan zehirlenmesidir.

Paris’in bu savaştaki en önemli rollerinden biri de savaşı sona erdirebilecek tek hamlenin onun tarafından yapılmış olmasıdır; yani Aşil’i Paris öldürmüştür. Bu savaş; ardında insanlık tarihine dünyanın en ünlü efsanelerini bırakmış olmasına karşın aslında galibi olmayan bir savaştır; çünkü her iki taraf da yenilmiş, hatta bozguna uğramıştır. Troya şehri yerle bir olmuş, her iki taraf da neredeyse bütün kahramanlarını kaybetmiştir. Sonuç hüsran ve yenilgi ile geri çekilmek, en büyük kazanım olarak savaş öncesi hayatlarına geri dönebilmek ihtimali ile yollara düşmektir (Odysseia efsanesinin konusu).

Efsanede Paris; dünyanın en ünlü savaşını başlatan ve bitiren kişi olarak sunulmuş olmasına karşılık asıl mesela akçeli hırslardır. Her savaşın sebebi kazanç sağlamaktır (Troya o sırada bilinen bütün denizlerin ticareti yollarını elinde bulunduruyordu), büyük bir savaşı başlatmak için ufak bir kıvılcım çıkarmak yeterlidir(kimse dürtmese Paris’in evli olan Helen’i tanıması bile imkansızdı).  Savaşların hiç birinde galip diye bir şey yoktur, savaşın bütün tarafları sonunda zararlı çıkarlar. Ve aslında savaşı başlatmak da bitirmek de aynı kaynağın (gücün, ihtiyacın) marifetidir.

Bize de; Troas topraklarında halen devam ettirilen efsanelerin izini sürmek kalıyor. Hemen her kasabada bazı izler var: mesela Troya müzesinde sergilenen en önemli eserlerden biri; Biga’da ‘Kız öldün’ tepesinden çıkartılmış, kral Priamosun kızlarından birine ait olduğu anlaşılan lahittir.

Gelelim hafta sonu gezisine; hafta sonlarında Çanakkale’nin köylerini gezen bir guruba dahil oldum, çok sık birlikte olamasam da bazı gezilerine katılıyorum. Bu hafta da bir otobüs ile Kaz Dağında bir çeşme başına kadar otobüs ile gidip, son 4-5 kilometreyi yürüdük. Yolun son aşamasında ise 500 metrelik bir patika tırmanışı, dere geçişleri filan vardı. Parkur böyle zorlanınca gurubun bir kısmı geri kalıyor, ben ise eski trekking tecrübeme güvenip sonuna kadar gidiyorum.  Bin metre irtifada, içinden çok gür bir ırmak akan ufak bir mağara ve bu mağaradan çıkarak kayadan dökülen bir çağlayan gördük. Bu mağarada Troya antik kentini ilk bulan ve anlaşıldığı kadarıyla Homeros Destanlarının izini sürmeye oldukça kararlı olan Calvert ailesinin çocuklarının isimlerinin yazılı olduğu bir duvar varmış, ancak yanımızda ışık kaynağı olmadığı için göremedik. Mağaranın çok küçük bir kısmını gördük, ama bu güne kadar bunca mağara gördüm, içinden bu denli gür dere akanı ilk defa görüyorum, galiba suyun en bol olduğu mevsime denk geldik. Mağarayı gezebilmek için derenin aktığı daracık yarıktan ilerlemek lazım ki, bunun alet edevat gerektirdiği çok açık. Bu dere, yeryüzüne çıktığı anda en az 10 metre yükseklikteki bir kayadan dökülen tek kırımlı, iki kollu bir çağlayana dönüşüyor. Bölgede bu derenin yanı sıra oldukça zengin ve kompleks bir derecikler ağı var, hepsi birleşip kayalardan düşe kalka, güzel görüntüler sunan çağlayanlar silsilesi oluşturarak; At çukuru denen mevkide büyükçe bir dereye dönüşüyor.  Bütün bu manzaranın Kaz Dağlarının görkemli karaçam ormanlarının arasında olduğunu da ekleyin, manzara güzel ötesi.

Elbette Kaz Dağlarının bu muhteşem ortamında bir de piknik yapıldı, güzel resimler çekildi, oyunlar oynandı. Bu arada kendi yaşımda bir kadın ve onun 44 yaşındaki oğlu ile tanıştım, hatta önce ben mağaraya çıkıp çocuğa yol gösterdim, çocuk benim yaşımı öğrendikten sonra anasını zorla mağaraya çıkardı. Benden Doğu Karadeniz Dağları ile Kaz Dağlarının güzelliğini kıyaslamamı istedi. Her ikisi de kendi klasmanında dünya güzelidir dedim.

Bu arada gezide hiç haz etmediğim adam tiplemeleri ile de karşılaştım tabii. Birincisi rehberden gıcık kaptım; hani hiçbir şey bilmeyip de her bir şeyi bilen birileri vardır ya; işte rehber onlardan biriydi. Nasıl rehber ise söyleyeceği hikayeyi bile tam öğrenmemiş, ona sorarsan Paris savaştan kaçıp bu mağaraya sığınmıştı. Bunu duyunca hemen mimledim tabii adamı. Üstüne üstlük bir de yolu çok iyi bildiğini iddia edip düz yolda iki kez yolu şaşırdı, doğru yolda olduğumuzdan emin misiniz diye sorunca da ( bizi yanlış yolda sokmuşken)ben CPS gibi adamın dünyanın neresinde olursam olayım yolu bulurum diye cevap verdi. Bu andan itibaren adamın gönlümdeki adı ‘cipiesim rehberim’ kaldı ve ikrah duygumu hakkıyla kazandı.

Bundan sonra da, gezideki bazı adamlardan gıcık kaptım. Bunlar yaşları ve kondüsyonları nedeniyle yürüyüşte oldukça zorlandılar, buraya kadar tamam. Ama bu adamlar, dönüş yolunda otobüste alabildiğine yüksek sesle ve uzunca bir süre profesyonel futbolcuları eleştirdiler, eğer futbolu oynayan ‘kendileri olsaymış ne yaparlarmış’ hayallerini anlata anlata, sporcuları söve söve bitiremediler. Ulan siz az önce düz orman yolunda şişen adamlar değil misiniz? Yüksek sesle erkek milletinden işte bu ‘odun kırıcının ıh deyicisi olma’ hastalığından ötürü hiç hoşlanmadığımı söyledim. Neyse ki deli deliyi görünce çomağını saklarmış, çomaklar saklandı, böylece sessizce ve rahatça geri döndük.

Show Buttons
Hide Buttons