Mayıs ayında İzmir’de bir Alaçatı ot festivali, bir de Urla enginar festivali adı altında iki panayır düzenleniyor, başkaları da vardır muhtemelen ama bu ikisi buraya taşındığımdan beri ilgimi çekiyor ve gitmek istiyorum. Çünkü Ege yemek kültürünün olmazsa olmazı kendi deyimleri ile keçinin yediği her ottan yemekler mezeler yapmaları. Bölgenin eşsiz zeytinyağını da bin bir çeşit ota ekleyince sonuç ‘ yeme de yanında yat’ mertebesine ulaşıyor.
Meğer buraya gelmeden ne kadar az yenebilir ot çeşidi biliyormuşum, şimdilik denediğim otlar arasında cibes, şevketi bostan, turp otu ve gelincik favorim.
Alaçatı zaten deniz mevsiminde kalabalıktır, ot festivali zamanında iğne atsan yere düşmez bir hale geldiğini biliyordum, ben de bir tur şirketinin düzenlediği tura katılmayı daha uygun buldum, iyi ki öyle yapmışım, kendi aracımla gitsem muhtemelen 2 gün geri dönemezdim. Çünkü dönüş yolunda İzmir’de Cumhurbaşkanının miting saatine denk geldik. Birçok ana arter kapatıldığı için, trafik inanılmaz yoğundu ve aracımızı çok garip şehir içi yollara yönelttiler. İzmir’den geçmek 3 saate yakın sürdü, bu arada İzmir’in ne kadar mahalle arası varsa içinden geçtik, bütün gecekondu mahallelerini dolandık, öyle ki otobüsümüz bazı yerlerde her iki yönde de 10-15 santimle kurtardı, balkonlarda asılı ne kadar çamaşır varsa otobüsü sildi, derelerden, tepelerden aştık, mahalle aralarında seçim bürolarının, pankartların arasından dolandık, ters yöne yönlendirilen kavşaklardan, yol inşaatlarından, direklerin aralarından, kaldırımlardan, 45 derecelik yol ayrımlarından, otobüsün boyundan kısa dönemeçlerden geçtik. Bir ara daha merkezi kısımlara daldık ki, meğer her bir meydancıkta farklı bir partinin mitingi varmış, koca otobüsle, o miting alanı senin öteki benim dolaşırken, ağaç dalları aracımızı çizdi, önümüzden kaçmayı son anda beceren bisikletli vatandaşlar hayatlarının korkularını yaşadı, trafik direkleri zor zahmet sıyırıldı. Uzun sözün kısası İzmir’de Allah tarafından çok becerikli bir şoför bizi, önce ip cambazı oradan oraya, sonunda şükür sağ salim İzmir’den dışarı attı.
Bu geziden aklımda ot festivali değil de bu karmaşa(ğorğola) kaldı.
Ot festivali biraz şekil değiştirmiş, eskiden sadece kuru şifalı otlar ve mevsimlik yenilebilir otlar sergilenir ve satılırken, bu gün ürün standına rastlamak mümkün. Beni en çok deprem bölgesinden gelen stantlar sevindirdi, kuruluk dolmasından, Maraş tarhanasına kadar pek çok ürün vardı. Küçük üreticinin yaptığı; reçel, peynir, zeytin, salça gibi butik ürünler yanı sıra ev kadınlarının yaptıkları sarmalar, dolmalar, börekler, ekmekler, gözlemeler de oldukça göz dolduruyordu. Ayrıca normal Alaçatı kalabalığı da başlamış, bin bir çeşit el marifeti tezgahı, takılar, Ege tatlıları, dondurmalar arasında seç beğen al.
Güya ot festivaline gittik ama, benim aklımda otlar kadar İzmir’in hamur işleri de kaldı. Fırınların hepsine bayıldım, çeşit çeşit ekmekler, sandviçler, boyozlar, tatlılar, İzmir bombaları, gerçekten hamur işi dükkanlarının tezgahları çok göz alıcıydı.
Taze ot tezgahlarına gelince mevsim itibarıyla en çok enginar, kuşkonmaz ve Ege’ye özgü yabani otlar vardı. Beni en çok etkileyen tezgahlar ise bir kaç yabani otun temizlenip, belli kalınlıkta kesilmiş, harmanlanmış halde satılmasıydı. Bu harmanların alıcısı da bir hayli fazla, hatta birinde içindeki otları da yazmıştı; şevketi bostan, taze soğan, cibes, kara lahana, radika vb.. Demek ki insanlar bu karışım otları da tüketiyorlar. Tezgahtarlara sorunca en çok yumurtalı ot kavurması önerdiler. İçkiciler belli oluyordu, onların tarifleri otun haşlanıp, sarımsak, tuz ve zeytinyağından oluşan bir sosla yenmesiydi. Şavketi bostan köklerini kuzu etli yemek yapıyorlar. Enginar ise ya bakla ile zeytinyağlı yapılıyor, ya da tercihan dolma şeklinde.
Bu arada çok güzel turistik bir köy olan Germiyan köyüne gittik. İnandım, iman ettim ki, bir köyü turistik hale getirmek istiyorsan duvarları renkli resimler çizeceksin, kapıları rengarenk boyayacaksın, eh bir de begonvil sardın mı duvara, dekor tamam, artık iş bir köy kahvesinin önüne atılmış birkaç sandalyeye kaldı. Ege’deysen mutlaka ve mutlaka dut suyu da olacak. Tarihçe desen ondan bol ne var? (Günü birliğine Troas’tan İyonya’ya gidip döndüm.)
Çeşme Kalesini gezdik, Sakız Adasını seyrettik, Çaka Bey’den Çariçe Katerina’ya tarih bilgisi yeniledik, renkli kapıların, hoş sokakların resimlerini çektik, bir top dondurmaya 35 Tl verdik, tabana kuvvet yürüdük, tur rehberleriyle atıştık, uygunsuz yerlerde yemek yedik, rehberden bir türlü duyulamayan açıklamalar dinledik, çoğumuz buluşma yerine saatinde gelemeyip gurubu bekletti, sonra da guruba çıngar çıkardı, yeni insanlarla tanıştık, görüşmeyeceğimiz kişilerden telefon numaraları aldık, İzmir’de labirentte peynir arayan fare gibi dolanırken olur olmaz espriler patlattık, sinirler bozuldu, gülündü, hasılı kelam bir turda yaşanacak ne varsa yaşandı (şükür ki tek eksik otobüste göbek atılmasıydı).
Böyle festivallere bir kereden fazla gidilmez; sadece İzmir’deki olağan üstü trafikten değil, Alaçatı’daki kalabalıktan da çok yorulduk. Sokaklar adeta birinci lig şampiyonluk maçı sonrası stadyum boşalıyor gibiydi, yollarda yürürken, kendinizi insan kalabalığına soktunuz mu, artık kalabalıkla bütünleşip, topluluğun ilerleme hızına göre yürüyebiliyorsunuz, kendi bilinçli çabanızla adım atıp da bir sonuç ummak mümkün değil.
Salgın sırasında insan kalabalıklarından uzak yaşadık, hatta insan yüzü görmeye hasret kalmıştık, fakat geçen zamanda bir çeşit gulyabaniye dönmüşüz, herkes kalabalıktan şikayet etti. Kimse artık gereğinden fazla insana tahammül edemiyor. Vallahi ne az, ne çok her şey kararında güzel.
Ot güzel de, et de ihmal edilmemeli değil mi?