Daily Archives: 21 Haziran 2023

ÇOCUKLUĞUMUN UNUTULMAZ DİLENCİSİ;  HERKES KENDİ SINIRLARININ ÖZGÜRÜ / MAHKÛMU.

Çocukluğum, Trabzon’da, Kunduracılar Caddesindeki bir taş evde geçti. Bizim sokağın, hatta bizim evin hemen çaprazındaki kaldırımın kadrolu bir dilencisi vardı. Bu adamın her iki bacağı da kalçadan itibaren yoktu. Sabah erkenden yerine yerleşir, semer gibi deriden yapıldığını sandığım bir şeyin üzerinde kaldırımda gün boyu oturur ve mesaisinin sonuna kadar dilenirdi. Semer diye tarif ettiğim şey vücuduna bir şekilde bağlı olmalıydı ki; arada bir zabıtalar bu adamcağızı kovalarlar, adam iki elinin üzerinde maraton koşucusu gibi onlardan kaçmayı başarırdı, bu koşu sırasında semeri katiyen bedeninden ayrılmazdı. Muhtemelen bu semer hem bedenini soğuktan korumasına, hem konforlu bir şekilde taşta oturmasına,  hem de gün boyu kazandığı paraları saklamasına yarayan, adeta eksik bacakların, koltuğun, çantanın, pantolon ceplerinin yerine geçen çok amaçlı (organ) vasıta gibiydi. Aslında onun bacakları çok ustalıkla kullandığı kollarıydı.

Bu dilenci bizim sokağın vaz geçilmez bir karakteriydi, arada bir birkaç gün ortalıktan kaybolur, hepimizi merakta bırakırdı. Sonra bir sabah yine her zamanki yerinde oturduğunu görürdük, zamanla bu yoklama kaçağı günlerinin nezarette geçtiğini anlamıştım. Yani hastalık izni filan kullanmıyordu. Yerine de çok sadıktı, değil başka bir sokakta dilenmek, kaldırım bile değiştirmiyordu, sadece polis gözetimindeyken işine ve iş yerine gitmezdi. Her yakalandığında da yanında bulunan para şaşırtıcıydı; her seferinde en iyi memurun maaşının birkaç katı para yakalatırdı.  

Sonunda bu adamcağız bir gün sokakta yanında bir sürü parayla ölü bulundu.

Daha sonra duyduğuma göre meğer adam evliymiş, çocukları varmış ve daha da ilginci koca bir apartmanı, dükkânları, kiracıları varmış. Yani adam dilenerek bir eli balda bir eli yağda yaşayabilecek kadar dünyalık edinmiş, istese son yıllarında bütün zamanını sıcak evinde geçirebilir, kira geliriyle gül gibi geçinir giderdi. Oysa hayatı bir kaldırımın soğuk taşları üzerinde, semerciğinin üzerinde dilenerek sona erdi, ömrünün son gününde bile her an peşinden zabıtanın kovalayabileceği, nezarete atılabileceği, üzerinden araba geçebilecek (o zaman sokak araç trafiğine açıktı, at arabaları da vardı), hasta olabileceği, sinirli bir adamdan dayak yiyebileceği, hakaret işitebileceği, bin bir  tehlike dolu vahşi ormanından vaz geçemedi .

Bu hadise o zaman çok dikkat çekmişti, hatta ben sırf bu adam yüzünden dilencilere para vermemeye özen gösterdim.

Dünden beri bu adamın tuhaf ölümü aklıma düştü. Daha doğrusu neden bu adamın neden rahatça evinde oturmadığını/ oturamadığını düşündüm.

Sonra bu hayattaki çerçevelerimiz geldi aklıma. Artık bu çerçevelere ‘güvenlik alanları’ mı, ‘alışkanlıkların vaz geçilmez hafifliği’ mi, ‘mecburiyet çıkmazları’ mı yoksa ‘ihtiyaç hapishaneleri’ mi, ne derseniz deyin, aslında her birimiz kendi ‘varoluş kısıtlarımızın’ içinde sürdürüyoruz hayatlarımızı.

Dilenci örneğimize dönelim; çünkü insanın başkasını gözleyip, onda olanı fark etmesi, kendini kısıtlılıklarını gözlemlemesinden çok daha kolay yapılabilen bir şey. Adamın rahatça geçineceği parası varken neden son gününe kadar sokaklarda dilenerek yaşamaya devam etti?

  1. Başka insan varlıklarına zor görünen sokaklar; adamın her işvesini, cilvesini bildiği yani aslında kendini ‘güvenlik alanında’ hissettiği  yerdi.
  2. Adam bu hayata tamamen alışmıştı, hayatta başka ne yapabileceğini bilmediği için günlük hayatı kendisi için son derece tanıdık olan bir şekilde geçirmeye devam etti. Alışkanlığından vazgeçemedi.
  3. Beden kısıtlılığı nedeniyle başka insanlarla iletişim biçimini ‘güçsüzlüğün gücü’ ilkesi üzerine kurmuştu, başka bir ilişki şekli bilmediği için sosyalleşmek (sürüye dâhil olabilmek) için bu şekilde devam etmek zorundaydı.Belki de ailesinin onu kabul etmesi eve sürekli para akıtması sayesinde mümkündü, aile reisliği rolünden vaz geçemedi, bu duygusal ihtiyacını tatmin edebilmek için dilenciliğe devam etmesi gerekliydi. Kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu şekilde yaşamaya devam etti.
  4. Benim şu anda tahmin bile edemediğim başka bir şey vardı. Hiç düşünmedim ama mesela haraç vermesi gereken kişiler vb…

Aslında bu dünyadaki her varlık kendi kısıtlılıkları tarafından çerçevelenen bir özgürlük alanında yaşamak zorunda. En özgür olduğunu düşündüğümüz göçmen kuşlar bile içgüdülerinin, iklimin, mevsimlerin,  göç yolu coğrafyasının ve kim bilir daha ne şartların mahkûmu değil mi?

Her insanın, içine doğduğu coğrafyanın, toplumun, ailenin, kendi hayat şartlarının ve hayal gücünün çerçevelediği bir ‘yaşam odası’ var. Alışkanlıklar, ihtiyaçların karşılanması, aidiyet duygusunun tatmini, eğitimi herkesin kendini içinde rahat hissettiği bir ‘güvenlik alanı’ meydana getiriyor. Bu alan gündelik hayatı çok kolaylaştıran ve kendini tehlikelerden koruyan bir alan olsa da, giderek kısıtlarsanız, her geçen gün daha dar alanda yaşamak durumunda kalıyorsunuz, hayat hapishanesinin duvarları her gün birbirine daha da yakınlaşıyor. Soğuk suyun içine atılan kurbağanın suyun giderek ısınmakta olduğunu anlayamaması gibi giderek daha küçük bir hücrede yaşamaya başlıyorsunuz.

Dünya Sağlık Teşkilatı son yıllarda yaşlılık tanımındaki yaş sınırını çok esnetti, buna karşılık yaşlılığı ‘güvenlik alanlından’ çıkmamak, yani, yeni şeyler öğrenmeye, denemeye, yapmaya karşı direnç geliştirmek olarak tanımlamaya başladı. Yani kaç yaşında olursanız olun, yeni insanlar tanımak, yeni şeyler öğrenmek ve yapmak için istekli olmak gerekiyor, yoksa kimse sizden alışkanlıklarınızdan güvenli alanınızdan çıkmanızı beklemiyor, ancak bu alanı genişletme gayreti içinde olmak gerekiyor. Mesela bu yaşımda ve bu bedenimle aslan avına çıkmak geçekçi olmaz elbette, ama mesela kedigillerle ilgili okuyup, belgeseller seyredip, akademik bilgi düzeyimi, ekolojik farkındalığımı geliştirebilirim.

Muhtemelen bu konuda en doğru yaklaşım, özellikle hayal etme, merak etme konusundaki kısıtlılıklarımızı önce fark etmeye odaklanmak, daha sonra da kendine yeni ilgi alanları, öğrenme sınıfları, deneme atölyeleri geliştirmeye çalışmak, her gün mutlaka sürdürülebilir bir beden faaliyeti gerçekleştirmek.

Bir taraftan özgürlük alanları yaratıp bir yandan da alışkanlıkların rahat battaniyesine sarınarak çok güvenli bir yerde ama çok daha özgür bir beden ve zihinle yaşamak güzeldir.

Show Buttons
Hide Buttons