Bu yıl ülkenin hemen her bölgesinde, hatta komşu köyde seller yaşanırken, bizim köye damla yağmur düşmüyor. Karadeniz bebesi olduğumuz için yağmurun gelişini ta iliklerimizden anlarız, ama bu yıl tam tepemize kapkara yağmur bulutları geliyor, nemden boğulup, tamam artık şimdi kesin yağacak der demez kısacık bir anda bütün bulutlar sihir gibi yok oluyor, güneş bütün haşmetiyle beliriyor. Ancak böyle anlarda başka bir memlekette olduğumu en derin varlık noktalarımda idrak ediyorum. Bu yıl kış mevsimi uzun uzun sürünerek, ne bir türlü gelmek bildi ne de bir türlü bitmek bildi. Yaz mevsimi neredeyse bir günde geldi, Haziran ortasına kadar yorganla yatıp, bir gecede pike bile fazla gelmeye başladı, şimdi ise çok etkili sıcaklıklar yaşıyoruz.
İklim krizi aniden bastırdı ve bu durum atalık tohumların önemini daha da artırdı. Çünkü yüzleşmek zorunda olduğumuz bu yeni gerçeklik, bitkilerin de henüz alışık olmadıkları bir durum. On binlerce yıldan beri yöresel olarak seçile, seçile, bölgenin çevre koşullarına en iyi uyum sağlayan atalık tohumların, yani hayata tutunma kapasitesi yüksek olan tohumların, genetiği değiştirilmiş tohumlara nazaran yeni iklim koşullarına uyum sağlaması da daha olası görünüyor.
Şu sıralarda kışlık sebzelerden tohum alma sürecindeyim. Şimdiye kadar hep fide olarak aldığımız lahana cinslerini bu yıl tohumdan üretmeye çalışacağım.
İnsan, benim gibi 60 yaşından sonra bir kaç sebze yetiştirmeye kalkınca buldumcuk gibi bir şey oluyor, aslında ne kadar tanıdık şeyler hakkında hiç düşünmemiş, adeta bakar kör gibi yaşamış olduğunu fark ediyorsun. Yeni bir konuya merak salınca, bir tür farkındalık gelişiyor, beyin hücrelerinin birbirleri ile bağlantıları artıyor ve yepyeni bir algı geliştiriyorsun. Galiba komşulara sorarak, kendim gözleyerek, biraz da internetten araştırarak, yavaşça da olsa aslında bin yıllardan beri insanların toplu bilincinde var olan ve ne yazık ki giderek kaybolmaya başlayan ‘köylü bilgeliği’ kazanmaya başlıyorum.
Tohum almakla ilgili, bu zamana kadar hiç bilincime getirmediğim önemli şeyler öğreniyorum.
Şimdilik 3 çeşit tohumlaşma şekli fark ettim. Birincisi sebzenin içerisinde çekirdek şeklinde olan tohumlar; bunlar da birkaç şekilde oluyor.
Patlıcan, dolmalık kabak gibi sebzelerde çekirdekler sebzenin içinde yaygın olarak bulunuyor. Böyle sebzelerden bir kaçını (ilk çıkanlardan değil, sona kalanlardan hiç değil, nedense ikinci çıkanlardan seçiliyor) tohumluk olarak bırakmak gerekiyor (yanlışlıkla kopartılmaması için bir işaret bağlamak lazım). Bu tohumluklar artık dalında iyice olgunlaşana hatta suyu iyice çekilene kadar bekleniyor. Bunları toprağa çok yakın yerlerden seçmemekte fayda var, (geçen yıl mevsimsiz bir yağmurda toprağa değenler çürüdü). Sonra tohumlar sebzenin içinden (patlıcan gibi bazıları küçük parçalar halinde doğranıp, yıkanarak, bazıları çok daha kolay bir şekilde) alınıyor, güneş altında bir süre daha iyice kurması bekleniyor.
Bal kabağı, domates gibi bitkilerin çekirdekleri toplu halde bulunuyor. Böyle çekirdekler; sebzenin en olgun ve en güzel olanı kesilince alınıyor ve gene bir kurutma sürecinden geçiriliyor. Kavun, karpuz gibi kabukluların çekirdeklerini kendi kabukları içinde kurutmamızı salık verdiler, sanırım suları çekilmeden kopartıldıkları için bir süre daha kendi özünden beslenmesi daha uygun oluyor.
Marul, havuç, soğan gibi çiçeklenerek tohuma duranlar var. Bunlar için biraz daha uzmanlaşmam gerekli, şimdilik deneme için renkli marulları tohuma bıraktım, her gün çiçeklerini kontrol ediyorum, çiçekler şimdilik pamuk gibi görünmeye başladı, nihayet altındaki tohumları görebildim, onların renkleri koyulaşınca alacağım. Bu tür tohumları görmem bile 2 yıl aldı. Bu tür tohumlaşma örnekleri içerisinde en kolayı pazı tohumu acemi gözlerle bile görünecek kadar büyük ve anlaşılabilir, sadece dalında olgunlaşmasını beklemek gerekiyor.
Fasulye, bezelye, bakla, börülce, nohut cinslerinin kendileri zaten tohum bunlardan bütün bir kökü tohumluk bırakmakta fayda var, yemeklik ayırdıklarınızı topladıkça yeni fasulye çıkıyor, tohuma bıraktıklarınızı ise toplamayınca artık yenisi çıkmıyor, tohumu olgunlaştırmaya gayet ediyor. Turp, lahana gibi sebzeler ise minicik fasulye benzeri tohum keseciği yapıyor. Bu minik fasulyeciklerin dalında iyice kurmasını beklemezsen tohum haline gelmiyor.
Zaten hiç bir tohum iyice olgunlaşmadan tohum haline gelmiyor. Bu sene bahçeden sultani bezelye tohumu aldım, çünkü bu bölgede çok az biliniyor, tohumlarını Rize’den getirtmiştim. Zaten ilk başından beri bazı bitkileri tohumluk bırakmıştım, artık mevsimi bitince de bütün bitkileri 1 hafta kurumaya bıraktım, bezelyeleri açtığım zaman bazıları tamamen kurumuştu, bir kısmı ise henüz tam kurumamıştı. Güneş altında hepsi aynı şekilde kurur diye düşünerek serdim, ama henüz yaşken kopardıklarım büzüştüler, atmak zorunda kaldım.
Lozan’dan getirdiğim tohumların hiç biri ölü tohum olmuyor. Renkli turplar artık bahçenin kendi ürünü halini aldı, bu yıl arkadaşlara da tohum dağıtacağım. Kale lahananın göbeklisinin tohumunu getirdim, düz yapraklısı bizde de olmaya başladı, ama göbeklisini hiç görmedim. Bu ürünleri de tohuma bırakacağım. Ayrıca patates Avrupa’ya gelmeden önce en çok kullanılan bir kök sebze buldum, şimdilik o da iyi gidiyor, bakalım tohum alabilecek miyim? Hem kök bitki hem de yaprakları havuca benzediği için bu yıl kendi havuçlarımdan da sırf deneyim olsun diye tohum almaya çalışacağım.
Ardeşen’den getirttiğim tohumları da bio çeşitlilik adına diktim, verimli olanlardan tohum yapacağım, olmayanlar üzerinde hiç ısrar etmeyeceğim.
Tohum için son söyleyeceğim şey de mutlaka birkaç yıl yetecek kadar tohum yapmanız, çünkü mesela bu yıl bizim bahçede geçen yıldan tohum yaptığım büyük patlıcanları böcekler yedi, yenisini dikmek için de geç kaldık. Seneye tohumumuz var. Zaten galiba son günlerde kalan patlıcanlar kendilerini kurtardı, birinin üzerinde tek bir adet patlıcan gelişmeye başladı.
Toprakla uğraşmak sadece beyinde yeni bağlantılar oluşturmuyor, zamana ve iklime karşı teslimiyet geliştiriyor. Zaten ne demişler kurda, kuşa, aşa. Bütün tohum bana değil yani.