Burada hayatın akışı Karadeniz’den çok farklı, insanlar toplumsal yaşamdan çok keyif alıyorlar. Bizde köylerde en yakın komşuna haber vermek için silaha sarılırsın, çünkü evlerin arasındaki mesafe bağırarak sesini duyuramayacağın kadar uzaktır. Benim bildiğim kadarıyla, düğün, cenaze gibi evrensel toplu hareket gerektiren olaylar dışında toplum olarak yapılan tek şenlik, yayla şenlikleridir, hepsi bu kadar. Burada ise evler birbirine çok yakın, sosyal hayat da öyle.
Bazı köylerde mesela ramazan ayında hiçbir iftar tek başına yapılmıyor, mutlaka toplu halde birisinin verdiği ortak yemek yeniliyor.
Köylerde en büyük toplumsal olay ‘hayır yemekleri’, hangi köyde bir hayır varsa, neredeyse bütün şehir o köyde toplanıyor, uzun uzadıya dualar, gazeller okunuyor, toplu yemek yeniliyor. Köyün delikanlıları derhal organize olup, köpük tabaklar içerisinde yemek dağıtımı yapıyorlar. Asla geride yemek bırakılmıyor, eğer artan yemek olursa tabaklara doldurulup evlere götürülüyor. Anladığım kadarı ile tavuklu nohutlu pilav hayır yemeklerinin olmazsa olmazı. Yemeği verenin gücüne göre yanında meşrubat, ayran, lokma ya da başka bir tatlı oluyor. Bu yemeklere genellikle normal kıyafetlerle gidiliyor, oysa düğünlere (sünnet, evlilik) kadınlar çok daha süslü geliyorlar, düğünde hayır yemeğinden farklı olarak dua ve mevlit değil, müzik, halk oyunları filan oluyor. Bu tür organizasyonlar için her köyün bilinen bir alanı var, kötü havalarda çadır kuruluyor, ama zannedersem her köyün bu işler için plastik sandalye, masa stokları var.
Davetler çok zaman camiden anons ediliyor, kapı dolaşması, ya da kulaktan kulağa yapılıyor, davetiye olsa bile köyün adı yeterli, ayrıca yer belirtilmesine gerek yok, herkes hangi alana gideceğini biliyor. Müzik gurupları ise çoğu Roman gurubu, gayet kaliteli müzik yapıyorlar. Bu organizasyonlar gayet eğlenceli oluyor.Deve güreşleri de benzer şekilde, çok daha büyük topluluğun katılımı ile gerçekleşiyor. Farklı olarak çok daha fazla seyyar satıcı geliyor, ayaküstü yemek yenecek arabalar, parıltılı, pullu kumaşlar, tarım aletleri satılıyor, bazen meyve sebze, ev yapımı ürün tezgâhları da oluyor.
Bir de festivaller oluyor. Mesela bu yıl 60. Troya festivali yapıldı. Bu festival sanırım şehirde gerçekleşen en kapsamlı festival, 3-4 gün sürüyor, konserler, tiyatro oyunları, söyleşiler, sergiler oluyor. Bu etkinliklerin çoğu açık havada yapılıyor, herkesin rejisör koltuğu ve katlanır masası var, bir anda park yeri oturma alanına dönüşüyor. Zaten herkesin sahilde bu koltuklarda saatlerce oturup sohbet etme alışkanlığı var.
Hemen her kasabada kiraz festivali, caz festivali, yağlı güreş gibi toplu etkinlikler yapılıyor. Sadece kasabalar da değil köylerde de festival yapılmaya başlandı. Geçen ay 3 ayrı köy şenliğine katıldım.
Bizim köyde orman yangınından sonra, zaten muharrem ayı idi, köyde ortak bir aşure hayırı yapmaya karar vermişler. Ortak hayır olunca herkesten para toplanıyor, minimum kaç TL verileceği belirleniyor, katılmak istersen daha az veremezsin ama tabii daha çok vermek istersen veriyorsun. Hayır yemeği köyde pişirilmiyor, bu işi yapan kurum ya da insanlar var. Herkes istediği kişiye haber veriyor, ne kadar çok kişi katılırsa o kadar makbul oluyor. Bizim köyde bu işin zamanı genellikle akşam namazı ile gece namazı arası, bu sırada dualar okunuyor, yemekler yeniliyor. Aşure hayırında benim de misafirlerim vardı; Gamze’nin anne babası Çanakkale’de olduğu için onlara bir değişiklik olur diye çağırdım. Tabii gene köy arabalarla doldu taştı, ( bu tür yemeklerde İstanbul, İzmir, Ankara plakalı araba bolluğu da olur, park yeri sorun olmaz çünkü sırf bu günlerde ev bahçeleri de açılır, herkes nereye park edeceğini de biliyor galiba). Her hayırda olduğu gibi; köyün meydanında, okulun bahçesinde, kahvenin, bakkalın önünde masalar, sandalyeler vardı. Bizim yemekte aşurenin yanında pilav değil keşkek vardı ( keşkek aslında düğün yemeği). Allı pullu kumaş satan bir tezgah bile vardı. Yangından sonra hala ormancılar ve itfaiyeciler nöbette oldukları için resmi araç bolluğu da vardı. Gençlerin ellerinde uçuşan tepsiler, koşturan çocuklar, başıboş köpekler, köylüler, şehirden gelen misafirler, kavga eden kadınlar, hatta kısa bir yağmur duası bile vardı. Bu duayı Sermin, muhtardan istemiş, nedense pek kısa tuttular, ama hayatımda ilk kez bir yağmur duasına karışmış oldum. Herkes yüzünü kıbleye döndü, çoğu kişi elleri dua pozisyonunda değil, eller göğüs hizasında, parmaklarını ise aşağı doğru tuttu. Aslen Karadeniz’li olan misafirlerim oldukça etkilendiler.
Bundan birkaç gün sonra Güzelyalı köyünde mini bir festival oldu. Bu köy Osmanlı döneminde İstanbul’a gelen gemilerin bekletildiği, o dönemin ilk karantina alanı olduğu için eski adı ‘karantina’, dolayısıyla festivalin adı da karantina festivali idi. Gamze’nin kızı (Ceylin) okuldan arkadaşlarıyla birlikte Gurup Feveran adıyla bir müzik gurubu kurdular, Ceylin de basgitar çalıyor. Gurubu kurdukları yıl liseler arası müzik yarışmasında ikinci olmuşlardı, buna hırs yapıp bu yıl birinci oldular. Böylece bu festivalde Moğollar gurubunun önünde çalmaya hak kazandılar. Ancak Moğollar ilk gece çalmış, bizimkiler ertesi gece başka bir gurubun önünde çaldılar. Bence çok başarılı idiler. Önce Moğollardan önce çalmadıkları için üzülmüşlerdi ama şanslarına o gece büyük bir trafo patlaması yaşandı ve konserde hayli zor anlar yaşandı. Bizimkilerin çıktığı gece ise hiçbir sorun yaşanmadı. Bu köy eskiden karantina olmasına karşılık çok güzel sahili olan, bölge halkının sayfiye olarak kullandıkları, oldukça güzel bir köydür. Sahneyi iskelede kurmuşlardı, bizler de sahile rejisör koltukları atarak kumsalı seyir alanı haline çevirdik. Mesela bu olay bile bana çok acayip geliyor. Trabzon’da böyle bir şey istesen de yapamazsın, bir dalga gelir seni alıp götürür, kendini denizin ortasında bulursun. Buranın denizi de insanları gibi sakin.
Son olarak da Gelibolu yarımadasında bulunan, Yalova köyünün festivaline gittim. Zafer’in doğum gününe denk geldiği için ona bir program yaptım, değişiklik olur diye köy festivaline gittik. Çok değişik bir gün yaşadık. Kadınlar yöresel kıyafetlerini giymiştiler, şalvarları, bellerine bağladıkları bez, baş bağları, her şey oldukça farklı, en etkileyici tarafları da sırtlarından kalçalarına kadar uzanan 40 örgü saçları idi. Belli ki Balkan göçmeni bu köy. Yöresel yemek tezgahları vardı (göceli patlıcan, bunu mutlaka deneyip tarif de paylaşacağım, tarçınlı çörekler vs yedik). Geçen sene gene festival yapmışlar, sebze satışı falan da olmuş ama bu sene onlar yoktu. Köylerinde kına gecesi yerine, hediyelerin verildiği bir tören yapılıyormuş, temsili olarak onu gösterdiler, halk oyunları ekibi vardı, kadınlar zeybek, erkekler harmandalı oynadılar. Bu oyun faslı bizimkilere göre çok yavaş ama, halk oyunlarının ruhu her yerde aynı. Oyunu bilen profesyonel ekibe katılıyor ve en az onlar kadar hatta daha iyi oynuyor. Ben de sahneye atılıp birkaç göbek attım, oyunları roman oyunu değil, erik dalına daha çok benziyor.
Bu şehirde yaşayan 86 millet var desem yanılmış olmam, Yalova köyü ile bizim köy arasında kuş uçuşu 25 km yoktur, ama tamamen farklı insanlar, ne adetleri benziyor ne de fizyonomileri, adetleri, yemekleri her şeyleri farklı. Ben de kalktım, buraları Karadeniz bölgesi ile kıyaslıyorum, bendeki de akıl işte.