Daily Archives: 27 Eylül 2023

TARİHTEN GÜÇLÜ KADIN ÖRNEKLERİ; KLEOPATRA ve OSMANLI SULTANLARI HİÇ DE BİZİM FİLENİN SULTANLARI GİBİ DEĞİLDİ

Kleopatra’nın adını bilmeyen yoktur, tarihteki en güçlü kadın figürlerinden biridir, güçlü Mısır ülkesini yöneten son firavundur. Onun ölümünden sonra binyıllar boyunca süren ve o zamanki dünyanın en zengin ülkesi olan Mısır’ın egemenliği resmen Roma İmparatorluğuna geçmiştir. Onun, sadece Mısır’da değil, o çağda dünyanın merkezi konumunda olan Akdeniz’i saran bütün ülkelerde etkisi o denli güçlü ve unutulmaz oldu ki, bu günün dünyasında bile onun adı bir marka oluşturmaktadır. Mesela sırf burada yüzdüğü iddia edilerek bizim Akdeniz koylarından kaçının adı Kleopatra plajı olarak isimlendirilmiştir, sayan var mı?Halen modern dünyada tiyatro eserlerinde, filmlerde, dizilerde onun hayatı konu edilir ve bu konu eskimez. Bütün bu eserlerin senaristine bağlı olarak değişen ağırlıklarda, Kleopatra’nın cinselliği, seyahatleri, entrikaları, siyaset yapma şekli de konu edilir.

Şimdi, bu kadar güçlü bir kadın figür olarak sunulan Kleopatra’nın  bir de benim bulunduğum noktadan nasıl göründüğüne bakalım.  Kleopatra,  bütün o saray entrikaları içinden sağ salim çıkmayı başarmış, çok akıllı ve elindeki gücü kimselere kaptırmamak için her şeyi yapabilecek çok acımasız bir kadın olarak gözüme çarpıyor.  Çok entrikacı, çok zalim (kardeşlerini öldürmekten çekinmedi), aşırı hırslı (sırf o zamanın 2 büyük gücü Roma İmparatorluğu ve Mısır İmparatorluğuna ortak varis yapmak için Sezar’dan çocuk yaptı), çok seksi, çok zengin, çaresiz kalınca kendi hayatına son verecek kadar da gözü kara bir kadın. Bir sosyolog kadar siyaset bilimine, bir psikolog kadar insan ruhunun zayıflıklarına ve herhangi bir adamı cennetten kovduracak kadar da bütün karanlık kadınlık sırlarına hâkim bir kadın.

Gerçekçi bir taraftan bakılınca, bu görkemli kadının, aslında tuhaf geleneklerin (her 2 erkek kardeşi ile evlenmek zorunda kaldı)  ve erkek egemen bir dünyada sözünü geçirememenin ama aynı zamanda hükmetmek zorunda olmanın, bütün çelişkisini, çaresizliğini yaşayarak, trajik bir hayat sürdüğünü anlıyorsunuz. Bir kadın olarak sözünün geçmeyeceğini bildiği için hiçbir zaman kendisi köze elini değdirmemiş, hep bir maşa olarak erkekleri kullanmış; Mısır tahtına oturabilmek için kardeşleriyle evlenmiş, siyasi gücü elinde tutabilmek için Roma İmparatoru Sezar’la ve güçlü komutanı Markus Antonius’la ilişki yaşamış (bütün çocukları Romalılardan).

Yani güçlü mü yoksa sadece kurnaz ve entrikacı mı tartışılır, çoğu zaman parasını (bolca rüşvet dağıtıyor) yada  erkekler üzerinde cinselliğini kullanıyor ve bu erkeklerin gücünü kullanıyor. Önce babası, sonra kardeşleri ve Romalı sevgilileri olmasa geriye hiçbir şey kalmıyor (bunu bilecek kadar aklı var, bana sorarsanız Antonius öldürülünce aşkından intihar etmedi).

Osmanlı sarayında da bu türden, insanları yönlendirmeyi iyi bilen ve gizlice neredeyse bütün ülkeyi yöneten sultan örnekleri var. Bütün bu güçlü kadınların ortak noktası hepsinin gücünü, hayatındaki siyaseten güçlü konumdaki erkeklerden alıyor olması. Mahidevran, Hürrem örneğinde olduğu gibi gücü elinde tutan erkeği elinde tutan kadın oluyor. Hayatından güçlü erkek figürü çıkınca kadında da hiçbir şey kalmıyor, padişahın annesi bile olsan, oğlun ölünce öyle dımdızlak ortada kalıyorsun.

Bir de gerçekten güçlü kadın örnekleri var dünyada mesela Cahide Sonku, Afife Jale  ya da Rosalind Elise Franklin gibi kadınlar. Bu kadınlar sadece kendi güçlerini kullanarak sanatta ya da bilimde öncülük yapmış kadınlar. Ama bu durumda da erkek egemen toplumun gelenekleri, kurumları ve toplumsal hiyerarşisi nedeniyle dışlanmış ve değerleri anlaşılamamış. Cahide Sonku, Afife Jale Türk sanatçıları olduğu için pek çok kişi isimlerini bilecektir, bir de hayatlarını okuyun, sadece kendi tutku ve yeteneklerinin peşinden gitmek istedikleri için başlarına gelmeyen kalmamış. Sonrası ‘nereden sevdim o zalim kadını, bana zehretti hayatın tadını’, ama ya Afife’nin hayatını zehirleyenler?

Rosalind Elise Franklin adını ise ilk kez duymuş olabilirsiniz. DNA molekülünü ilk tanımlayan bilim adamları Watson ve Crick adlarını ise herkes duymuştur. Oysa bu iki bilim adamından önce Franklin DNA molekülünün resmini çekmişti. Şimdi çok net söylüyorum, eğer erkek olsaydı şu anda Nobel ödülü sahibiydi, ama kadındı, bilim dünyasında herhangi bir yeri olamazdı;  netice olarak şimdi adını bilen çok az kişi var.

Franklin o zamanların bağnaz Avrupa’sında değil de yeni kurulmuş Atatürk Türkiye’sinde aynı şeyi yapmış olsaydı, bu gün bütün dünya adını biliyor olurdu. Çünkü modern dünyada ilk defa kadınları insan kabul eden, savaş pilotluğu bile yapabileceklerini örneği vererek gösteren lider oydu.

Şimdi bu ülkede de dünyada da kadınların yeri hâlâ çok çelişkili, bir yanda gerçek gücünün farkında olarak, çalışan, üreten, kendine güvenen kadınlar, diğer yanda taciz edilen, dayak yiyen, öldürülen kadınlar. Zaten bütün sene deprem, yangın, ekonomik kriz, kuraklık derken çok sıkıntılı geçiyor, bu sene ile ilgili hatırlanmaya değer tek güzel şey kadın milli voleybol takımının kazandığı başarılar olabilir. Gerçekten de başarıdan başarıya koşarak bize gerçekten büyük mutluluk yaşattılar, içimiz açıldı. Filenin sultanları lakabı altında cumhuriyetin özgür ruhlu, güçlü kadınları olarak takdir edildiler. Gerçi onlardan nefret eden de çok, ama normaldir, çünkü mutluluğa karşı olan çok insan var bu ülkede.

Bu kadınlar hakkında pek çok şey konuşuldu, ama ben bir örnek üzerinden öz güven hakkında birkaç kelime etmek istiyorum. Ebrar, bu yaz inanılmaz bir öz güven gösterdi.  Çünkü kendisi de dünyanın hatırı sayılı oyuncularından biri olduğu halde onun pozisyonuna, atletik gücü daha üstün olan bir başka oyuncu getirildi, kendi pozisyonu ise değiştirildi. Sıradan bir kişilik bu durumda yeni geleni iter, kuyusunu kazar, en azından aralarında ego savaşları çıkartırdı. Oysa hiç de beklenen olmadı, bütün takım yeni geleni kucakladı ve inanılmaz bir takım oyununa imza attılar.

Hatta geçen gün Ebrar’ın artık ligde de sırf milli takımdaki pozisyonuna iyice adapte olabilmek için, bu yeni pozisyonda çalışabileceğini (şimdi değil, Ruslarla eski pozisyon için imza atmış) söylediği bir röportaja denk geldim. Buradan anladığım bu kız kendi değerinin o kadar farkında ki, tek rakibi dünkü kendisi, kimseyi kıskanmak aklına bile gelmiyor.

Bütün meslek hayatım boyunca kendinden sonra gelenlerin kendi önüne geçmemeleri için ellerinden geleni ardına koymayan nice meslektaş tanıdım. Oysa gençlerin, yeni gelenlerin senin önünde koşması gerekmez mi? Eğer bir hoca olarak kendine güvenmiyorsan senden sonra geleni budamaya çalışırsın, doçentliğini geciktirirsin, aletini almazsın, yayınını engellersin. Kendine güvenirsen kendi yetiştirdiğin çocuğu, ya da yeni gelen başarılı kişiyi kıskanmaz, onunla iş birliğine girersin ve bu sinerjiden çok daha iyi işler çıkar.

Güç işte böyle bir şey; kimsenin ardına saklanmadan, kimseyi ezmeden, kendi emeğin ve donanımına güvenir ve kazanırsın; belki Kleopatra olmazsın, ama kendin olursun. Eminim çok daha iyidir.

Show Buttons
Hide Buttons