Geçen hafta sonu yerel gezi guruplarından biriyle Kaz Dağına geziye gittim. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’da da üzerine efsaneler, masallar anlatılan, kutsallık atfedilen birçok dağ mevcuttur. Bazı dağların efsaneleri ise nesillerdir anlatılan hikâyelerden çok daha fazlasıdır, örneğin din kitaplarında Hz Nuh’un gemisinin tufan sonrasında bir dağa oturduğu anlatıldığı için Ağrı Dağında, Cudi Dağında çeşitli arkeolojik araştırmalar yapılmış, ya da yapılmak istenmiştir. Özellikle ağrı Dağının efsanesi neredeyse bütün dünya tarafından bilinmektedir, buna karşılık Anadolu’da bir sürü dağın yerel hikâyeleri yerel halk arasında oldukça iyi bilinir. Kaz Dağının, namı diğer İda Dağının efsanelerinin pek çoğu da Yunan mitolojisinde anlatıldığı için batı dünyası tarafından oldukça iyi bilinmektedir.
Ancak Kaz Dağlarının yerel efsaneleri de oldukça fazladır. Buraya yerleştiğimden beri, yerel halk arasında; değişik şekilli kayaların, gizli mağaraların, bazıları Yunan mitolojisindeki efsaneleri andırır şekilde efsaneleri olduğunu dinlemeye başladım. Bu efsaneler arasından iki tanesinin Yunan mitolojisinden kaynaklanmadığı çok net olarak ayırt edilmektedir.
Bunlardan biri yani ‘Hasan Boğuldu’ efsanesi, gerçekten Hasan isimli bir gencin boğulduğu doğal bir göletin isminin, bölgede bir süre yaşamış ünlü yazar Sebahattin Ali’ye ilham vermesi üzerine yazdığı bir edebi eserden köken almaktadır. Sebahattin Ali’nin eserinde bölgenin kültürel özelliklerinin ve gündelik yaşamının da ustaca anlatılması, öykü dinleyende gerçeklik duygusu uyandırmaktadır. Bu öykünün göletlerin ve şelalelerin olduğu bu bölgeye turistik bir değer katması, zamanla öyküyü resmi söylem haline getirmiş, giderek gerçekte balık tutmaya çalışırken boğulan Hasan’ı adeta bir modern zaman Mecnun’una döndürmüştür. Hasan Boğuldu göleti ve çevresi Milli Park alanıdır. Gerçekten, çok güzel bir vadideki bir dere, çağlayanlar ve gölcüklerle çok çok güzel bir dağda, çok özel bir alan oluşturur. Bu güzel dere, halen içme suyu olarak da kullanılmaktadır.
Gelelim asıl hikayemize, bu hikayenin zeminine ve güncel etkilerine.
Kaz Dağlarında ve eteklerinde yaşayan nüfus; aslen bu bölgeye Orta Asya’dan gelen önce konargöçer yaşayıp daha sonra yerleşik hayata geçen şimdilerde Türkmenler ve Yörükler olarak adlandırılan Türklerdir. Türkmen ve Yörük sözcükleri köyün etnik kökenini değil, Alevi ya da Sünni olduğunu gösteren terimlerdir. İslamiyetin değişik yorumlarına inanmakla birlikte Orta Asya’dan beri getirdikleri gelenekleri ortak olan bu insanlar, kim bilir nasıl bir gerçek hikayeyi eğip bükerek, kutsallaştırarak, üzerinde yaşadıkları bu dağa kendi öz benliklerinden bir anlam katarak ortaya Yunan mitolojisinden bağımsız bir büyük efsane çıkartmıştır.
Sarı Kız efsanesi, kısaca önce kışın köyde (kışlak) yaşayan ve yazın hayvanlarını dağa çıkaran bir ailenin annesinin ölmesi üzerine baba ve kızın başka bir kışlağa göçmeleri, ancak yazları aynı yaylayı kullanmaları üzerine kurulu bir öyküdür. Bu yeni gelenlerin köyde pek de hoş karşılanmadıkları anlaşılmaktadır. Köylüler güzelliğini bahane ederek Sarı Kızı önce taciz edip, daha sonra da iftira atmışlardır. Kızını köyde bırakıp hacca giden babası geri döndüğünde ondan köyün namusunun kurtulması için kızını öldürmesi istenir. Baba kızını fiilen öldürmese de, birkaç kaz ile birlikte dağın tepesinde ölüme terk eder. Bu süreç içerisinde hem babada hem de kızda bir takım kerametler de görünmüştür ama bu belirtiler bile köylünün Sarı Kıza kumpas kurmasını engellemez. Baba da artık nasıl bir erense kızının arkasında durmaz.
Sarı Kız, beklentinin aksine, dağda ölmediği gibi kazları da gittikçe daha büyük bir sürü halini alır, kazlar sağa sola uçarak çevre köylerin tarlalarını, ambarlarını yağmalar. Sarı Kız burada da kazları bahane edilerek taciz edilir ve yaşam alanının etrafına kocaman kayalardan devasa bir duvar örmek zorunda kalır. Bundan sonra kazlar artık kimseye zarar vermezler. Dağda tek başına yaşamak zorunda bırakılan, bunca haksızlığa göğüs germek zorunda kalan Sarı Kız artık erenlere karışmış, bir melek gibi dağda her dara düşeni kurtarmaya başlamıştır. Bu gezginlerin tariflerinden babası kızını tanır ve hayretle kızının yaşadığını öğrenir. Artık kızı toplum tarafından bağışlandığı için, kendisinin de barışmasının uygun olacağını düşünür.
Ancak artık seyri sülük sürecini tamamlayan Sarı Kızın ise dünyevi hayattan bir beklentisi kalmamıştır. Geri dönmez. Öykünün devamında çeşitli söylentiler var, ama ortak nokta babanın ölüsünün bir zirvede, kızın ölüsünün diğer zirvede bulunmasıdır. Babanın türbesi şimdi askeri alan içerisinde kalan ‘Baba Tepe’dedir. Sarı Kız için türbe yapılmamıştır, ancak onun tepesi bu gün bir ziyaret ve sunak alanıdır. Bu tepeye istediğin zaman ziyaret yayıp adak adayabilirsin, özellikle de çocuğu olmayanlar Sarı Kızdan yardım istemeye gelir, dua eder, mum yakar, çaput bağlar. Dağdan bir taş alıp, dileği yerine gelince taşı dağa iade eder. Ağustos ayının üçüncü Pazar günü ise özel bir etkinlik yapılır. Türkmenler tepenin bir yamacından, Yörükler diğer yamacından yaklaşarak çadır kurar ve cumartesi gecesini burada geçirirler, Pazar günü de ziyaretlerini yaparlar. Özellikle Türkmenlerde her ailenin çadır alanı ve ocağı belirlidir, biri öldüğü zaman ocağı tüttürmek onun oğluna geçer, kimse kimsenin ocağını kullanmaz, yakmaz, söndürmez.
İzlenimlerim şöyle; Sarı Kızın ördüğü söylenen duvar bir insan elinden çıkmış olamaz, ama ilginç bir teknonik oluşum olduğu ve alanı sınırladığı gerçek. Sarı Kızın ziyaret alanı Orta Asya’da gördüğüm sunak alanlarının neredeyse bire bir kopyası, hatta insan kendini Budist bir sunak alanında bile sanabilir. Artık konargöçer hayattan kopulup, yerleşik hayata geçilmesine karşılık, hem Sarı Kız tepesinde, hem de hep birlikte yapılan ritüalistik toplanma töreninde, nesilden, nesile taşınmış geleneklerdeki kadim bellek, Orta Asya’ya kadar uzanıyor.
Sarı Kız artık yerel halk tarafından çok saygı gören, Anadolu erenlerinden biridir. Ancak, Sarı Kız efsanesi sadece Anadolu’nun ezoterik zeminini anlatan bir efsane değil, öyküde çok karanlık motifler var. Mesela hikâyede ağır bir cinsiyet ayrımcılığı var. Sarı Kızın tek suçu kendini taciz eden gençleri istememekti, ama sırf bu nedenle iftiraya uğradı, toplumdan dışlandı ve ölümüne karar verildi. Üstelik kendi babası bile kendi adını temize çıkartmak adına kızını dağda yalnızlığa ve ölüme terk etti. Öyküde, çok ciddi, hatta zamanımıza göre suç teşkil eden, erkek egemen gelenekler örüntüsü çok belirgindir.
Öyküde tek hoşuma giden şey babanın artık kız temize çıktı diye özür dilemesine karşılık, kızın tam da geçen yazımda bahsettiğim şekilde babayı ve toplumu af etmesi, yani artık kimsenin sözünden incinmemesi, kimseden acı yüklenmemesi, dahası ve kendi ayakları üzerinde durmayı seçmesi ve bu çifte standartlı topluma yeniden katılmayı ret etmesidir, diyebilirim.
Şimdi gördüğü hürmete karşın gerçek hayatında bu toplumdan çok çekmişti ve bu gün bile Anadolu’nun hemen her yerinde sayısız kadın onun kaderini paylaşmaktadır.