Malatya’da geçen yıl büyük depremde sanırım hasar aldığı için tedbir amaçlı yıkılan bir binanın altından umulmadık bir ceset bulunmuş. Umulmadık, çünkü anladığım kadarı ile o binada depremde ölen kimse yok, olsaydı bu ceset muhtemelen kalabalığa karışır hiç fark edilmezdi. Meğer yıkılan bina 10 yıl önce kayıp olan bir şahsın eski eşinin evi imiş, böylece ortaya çıkan sonuca göre (nedense ölünün erkek olduğunu düşündüm) adamcağızı öldürüp evin bodrumuna gömmüşler. Bir bakıma akıllıca bir ceset ortadan kaldırma yöntemi gibi düşünülebilir, öyle ya koca cesedi oradan oraya sürükleyerek birilerinin görmesi engellenmiş oluyor. Ayrıca hani olur da arada rahmet vermek istersen bodruma inip bir Fatiha okuyorsun, işlem tamam, mezarlığa kadar zahmet çekmeye gerek yok. Ama Allah’ın işi işte depremi hesaba katmamışlar belli ki.
Ben bir sürü suç dizisi ve belgeseli izlerim, galiba içimde potansiyel bir cani var, canlı adama zarar vereceğime, bari hali hazırda zarar verenleri izleyeyim diyorum. İşte böyle bir belgeselde, USA’da bir adam eski bir ev alıyor, (onlar da evleri tahtadan yapıp, sonra bol bol tadilat yapıyorlar, onları da izlerim), evi alan adam böyle büyük bir tadilat sırasında bodrum tabanında yükseltilmiş bir kısım fark edip, oradan bir metal bir fıçı çıkardı. Elbet bu fıçıdan 40 yıl önce öldürülmüş, evde kaçak olarak çalıştırılan ve evin beyinden hamile kalan Meksika’lı bir kadıncağızın cesedi çıkıyor. Karnındaki bebeğin babası halen yaşadığı için DNA analizi de yapılıyor, adam bu çifte cinayet işleyip 40 yıl rahatça uyuduktan sonra ( artık cesedin varlığını bile unutup evi satmış) yakalanınca bir vicdan abidesi kesilip intihar ediyor. Bence hapis yatmayı gözü yemiyor.
Elazığ’da mecburi hizmet yaparken bizim hastanede tedavi edilen bir onkoloji hastası Çemişkezek’ten feribotla karşıya geçerken, baraj gölüne atlayıp intihar etmişti. Şahsı suyun altında günlerce arayıp bulamamışlar, buna karşılık bacakları, kolları zincirle betona bağlanmış bir ceset bulmuşlardı.
Yani kaşığına ne zaman ne çıkar hiç belli olmaz, bu suçu işledim, oh rahat ettim demeyeceksin.
Beni etkileyen bir diğer haber de Peru’da, Amazon Ormanının içinde daha önce dünyada hiç kimse ile karşılaşmamış yeni bir kabile daha bulundu. Muhtemelen bu bulunan kabile şu anda yeryüzünde bilinen en kalabalık ‘bağlantısız’ kabile. Nedense bu tür haberler beni çok etkiler. Çünkü Anadolu topraklarında gezerken karşımıza çıkan bir sürü kale görüyoruz, nedense bu kaleler bana Karanlık Çağlardan kalma ve düzenli ordulardan ziyade yerli vahşi kabilelerden korunmak üzere yapılmış gibi hissettirir. Öyle ya şimdi şu anda bile hale dünyadan tamamen kopuk bir şekilde yaşayan insanlar varsa ve onlar avcı toplayıcı olarak yaşıyorlarsa, mesela Göbeklitepe ve çevresinde muazzam binaları yapan insanların etraflarında böyle ilkel kabilelerin olması şaşırtıcı mıdır? Mesela Çatalhöyük’te sıkışık bir şekilde yaşayan insanların gerçekten düzenli bir düşmanları (medeniyet seviyesi kendilerine yakın) var mıydı, yoksa vahşilerin talanından mı korkarlardı? Hep böyle tuhaf düşünceler aklımdan geçer durur.
Bu son kabilenin nehir kenarındaki bir kumsalda dinlenirken uzaktan çekilmiş resimleri var. Sanırım hastalık filan bulaşmasın diye yakınlaşılmayacak. Ancak tarım arazileri bu gariplerin yaşadıkları bölgeye o kadar yaklaşmış ki, çok yakında en azından onlar tarlalara girip talan etmeye başlar, eğer bu önlenmez ise de basit bulaşıcı hastalıklar kaparak telef olurlar. İkinci tespitim de resimlerde görülen onlarca delikanlı olduğuna göre sayıca hayli kalabalıklar. Ya avcı toplayıcı yaşadıkları için bu gençler avda ya da yüzerek eğleniyorlar. Her iki durumda da kabile içerisinde cinsiyete yönelik iş ayırımı var sanki. Her genç çok fit görünüyor, incecikler ve gayet atletikler. Henüz bizim gibi beslenmedikleri çok açık. Son olarak da gerçekten insanoğlu cennetten kovulurken edep yerlerini kapatmış olmalı ki, kabilede herkesin üzerinde sadece dona benzer bir giysi var.
Sanırım 25 sene kadar önce bir Peru/Bolivya gezisine katılmıştım, o gezide 3 günlük bir Amazon Ormanları molası vardı. Bütün gezi hayatım boyunca en çok etkilendiğim gezilerden biri olmuştu, ama Amazon faslı Dünya’ya bakışıma, bambaşka bir pencere açmıştı. Biz Rize’de yağmur ormanları nedir, akarsu nedir iyi biliriz, ama Amazon’u görünce Rize’deki sular, ormanlar minyatür parkı gibi kalıyor. Bir kere orman evet Rize’dekiler gibi katman, katman, boy, boy bitki barındırıyor, ancak burada sarmaşıklar apartman boyunda, ağaç kalınlığında, ağaçların ucu bucağı görünmüyor, yer bitkileri dev gibi, hayvan içeriği de elbette çok, ama çok farklı. Bizi ormanın gizemini artırmak üzere alaca karanlıkta tek sıra halinde orman içindeki bir patikada yürütmüşlerdi. Ben en sona kalmak isteyince, sondaki kız nereyse beni öpecekti, o kadar korkmuş. Ben ise sona kalıp, benden öncekiyle arama 2-3 metre mesafe koydum, bu kadarcık mesafede bile orman herkesi kapattı ve yoğun bir tek başınalık duygusu ile ormanı çok daha derinden hissedebilmiştim.
Biz tabii turistik bir komplekse kaldık, ama nehir kollarından birinin yanındaydık ve kısa bir nehir turu da yapmıştık. Orada çok ilkel şartlarda yaşayan insanlar var. Tek ulaşım yolları nedir, devlet onlara evlerini yapabilecekleri ve belli bir yere kadar avlanabilecekleri bir alan vermiş, hem doğal yemişleri, otları, hem de kendi ürettiklerini yiyor, avlandıklarını, ürün fazlalarını nehirden giderek ortak pazarlarda satarak pekâlâ yaşıyorlardı.
Sonuç olarak bu yeni bulunana kabilenin de pek kıtlık bilinci olduğunu sanmıyorum. Umarım en azından bu nesil onları rahat bırakırlar.
Aktüel olan ile olmayanı ne güzel harmanlanmış.