Category Archives: Genel

ASIL BEN SANA NELER YAPARIM

Bizim okuduğumuz yıllarda şehirlerde inanılmaz bir terör sarmalı vardı. Her gün  sokaklarda  insanlar öldürülüyordu. Artık bu cinayetler, o kadar alışıldık bir hal almıştı ki, haber değerini bile kaybetmişti. Öldürülen insanların sayıları günde 20-35 arasında  değişmeye başlamıştı.  Hal böyle iken, insanlar iş çıkışı yel yepelek yelken kürek otobüs duraklarına koşar ve alelacele evlerine kapanır, kapılarını da sıkı sıkıya kilitlerdi. Akşam 5.30-6.00’ dan sonra sokaklarda değil herhangi bir insan, bir taksi, hatta sokak hayvanı bile görmek mümkün olmazdı.

Bu şartlarda 12/eylül/1980  ihtilali olmuştu. Evet bu dönemde bir çok demokrasi ihlalleri oldu, ama şurası da bir gerçek ki,  sokak cinayetleri de birden bire son buldu.

Sanırım 1981 yılının mayıs ya da haziran ayı idi.  Bir gurup arkadaş toplanıp sinemaya mı gittik ne yaptık tam hatırlamıyorum, ama akşam saat 9.00-9.30 civarında yurda dönüyorum, yanımda da bana eşlik etmek üzere bir erkek arkadaşım var.

İhtilalin üzerinden aylar geçmiş ve erken sayılabilecek bir saatte, üstelik de Kızılay’ın göbeğinde yürüyor olmamıza rağmen sokaklar  bomboştu. Hala insanlar geç saatlere kadar dışarıda kalmayı göre alamıyordu. Ben de bir an önce yurda gitmek istiyorum, arkadaşıma hadi geç oldu,  hızlıca yürüyelim, üstelik sen bir de beni bıraktıktan sonra bomboş sokaklarda yalnız kalacaksın  diyorum.  Ama arkadaşım nedense hiç acele etmiyor, belki de bana inat gittikçe daha yavaş yürüyor, konuştukça konuşuyor. Halısı kelam, bir türlü yol alamıyoruz. Hiç sabırlı bir insan değilimdir, normalde 3 adım atacağım sürede 1 adım yürüyoruz, ben de bunaldıkça bunalıyorum. Koca cadde sadece insanlardan ıssız değil, arabalar bile tek tük geçiyor. Açıkçası ürküyorum.

Derken bir anda,  o bomboş caddede yanımızdan ölümcül bir hızla ilerleyen bir taksi belirdi ve  bizim sadece 3-4 metre  önümüzde, lastiklerini yaka yaka ani bir fren yaptı.  Arabanın durmasıyla, arka sağ kapının menteşelerinden koparcasına sonuna kadar  açılması bir oldu.

Bundan sonra olanlar ise şu anda bile, film şeridi gibi gözlerimin  önündedir.

Arabadan önce, ön kısmı tek bir banttan ibaret, bilekten incecik bir bantla bağlı, son derece  yüksek topuklu, beyaz ve içinde muhtemelen 45 numara bir ayak olan bir ayakkabı çıktı. Ve sertçe asfalta bastı.  Arkasından upuzun kaslı bir bacak çıktı. Son olarak da en az 1.80 boyunda, geniş omuzlu, sarı kısa peruklu,  beyaz elbise giymiş bir kadın/ adam çıktı. Adamın giydiği elbise ve ayakkabısı Marlyn Monreo’ nun meşhur boyundan bağlı, uçuşan etekli elbise ve ayakkabısının aynısı.

O sıralar henüz Ankara sokaklarında travestilere  pek alışık değiliz. Biz daha ne olduğunu anlayamadan,  arabadan inen adam, o ince topukları üzerinde doğruldu ve eteklerinin ön kısmını  kaldırıp, mevcutları şoförün gördüğünden iyice emin oldu. Ardından da bas bariton bir sesle sıkı bir tehdit savurdu. Söylediklerinden  anladığım kadarı ile şoför ona uygunsuz bir teklifte bulunmuştu, bizimki de sinirlenip,  şoförü kendisi ve bütün sülalesi  dahil olmak üzere aynı teklifle onurlandırmıştı(!). Sözü bitince de kapıyı gene kırarcasına çarparak kapattı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi, küçük çantasını koltuğunun altına sıkıştırıp, o ince topuklar üzerinde, çevik adımlarla, ama güzelce kırıtmayı da ihmal etmeden, önümüzden hızla uzaklaştı.

Bu olay nedense yanımdaki arkadaşımı pek utandırdı, o andan itibaren o  şen sesi kesildi, koşar adım, bir nefeste beni yurda bıraktı. O günden sonra da bir daha yüzüme bakamadı.

Bütün bu etek sahnesi muhtemelen en çok 1-2 dakika sürmüştür, ama hiç unutamam, aklıma geldikçe gülerim.

 

images
Elbise ve ayakkabı buydu, tek fark içindeki idi

KİMİN VAR BÖYLE BİR ŞEYİ

Hayat boyu unutulmaz ve sizden başka hiç kimsede olamayacak bir hediye aldınız mı hiç? Ben aldım.  KTÜ Halk Sağlığı Profesörü Dr Gamze Çan ( Tam benlik bir kız, hem Çayeli kızı, hem Çanakkale gelini, hem üretken, hem komik, hem de açık zihinli, olabilecek en iyi kombinasyonda bir bütünlük yani) bir gün düşünmüş ve Prof Dr Yavuz Özoran Hocamıza emekli olunca verilirse hocanın aşırı duygulanacağını tahmin ettiği için emeklilik öncesinde değerli bir hediye yapmak istemiş. Sonra da arkadaş çevresinde ‘’çok gizli bir proje’’  diye mailler atarak herkesi olaya dahil etmek istemiş,  ama hiç kimseden cevap alamamış. Sonradan anlaşıldığına göre o sıralar ‘Ergenekon Davası’ ön planda, her gün gazeteler, televizyonlar,  gece baskınları,   gözaltına almalar filan yazıyor, hatta bizim fakülteden bile  bir arkadaş alındı, bir hafta filan sorgulandıktan sonra bırakıldı, yok cep telefonları dinleniyor, yok insanlara sanal tuzaklar kuruluyor söylenceleri ayyuka çıkmış, işte böyle bir ortamda bizim Gamze Yavuz Hocaya sürpriz hazırlamaya çalışıyor, ancak  ‘’gizli proje’’ açıklamasını gören herkes oyuna geldiğini düşünüp maili açmadan siliyor. Gamze niye mailime cevap yazmadınız diye telefonla insanlara ulaşınca iş meydana çıkıyor. Her neyse işte Gamzenin o projesinin adı ‘Su gibi’ idi. Herkes Yavuz hoca ile ilgili bir anısını yazdı, daha sonra bunları kitap halinde bastırdılar. Sonra patolojinin salonunda hazırlanan bir törenle (hatta törene Yavuz Hocanın oğlu Emre de İstanbul’dan gelmişti) kitabı hocaya sunduk. Güya olacakları hocaya söylemeyip sürpriz yapacaktık, ama duydu bir şekilde, o da bize ikramlarda bulundu, hatta yıl başı olduğu için ufak hediyeler verdi. Bütün töreni Ali Çan (Gamzenin eşi, anatomide hoca) videoya çekerek CD yaptı.

İşte bu projelerden ikincisini bana yaptılar. Gamzenin aklına bu sefer ‘Benim İçin Donat’’ projesi gelmiş. Ali limon kasalarından küçük ve muhteşem şeyler yapar. Hatta limon sandıklarından yaptığı minyatür eşyalarla sergi bile açmışlığı vardır.  Benim için donat projesine de  20 adet tahta minyatür sandalye yaptı. Sadece bu sandalyeler bile görülmeye değer, inanılmaz bir emek ve zerafet var üzerlerinde. Sonra bu sandalyeleri tek tek  arkadaşlarıma dağıttılar ve  beni düşünerek o sandalyeleri donatmalarını istediler. Bu sefer ben kendim de projeyi bildiğimden bir sandalye de kendime donattım.

Sonra yine Yavuz hocanınkine benzer bir törenle sandalyeleri bana verdiler. Törende anlaşıldığı kadarı ile herkes birbirinden habersiz ancak hepsinin de ciddi ciddi beni düşünerek donattığı çok açık oldu. Çünkü hemen herkes benzer özelliklerimi vurgulamış; özgürlük, gezme isteği, doğa sevgisi, kahve keyfi, spritüellik, bilgiye açlık, şifacılık, liderlik, aile değerleri, hobilerde çeşitlilik vb. Üstelik de inanılmaz güzellikte döşenmiş her biri. Aşağıda bana söylenenleri kişilerin ağzından özetledim.

Ali bu töreni de kayda alarak CD’sini yaptı. Bir de sandalyeleri muhafaza edecek dolap yaparak bana hediye ettiler. Daha sonra bu dolabı tekrar gözden geçirmek ve kopan yerlerini yapıştırmak için Ali ve Gamze benim evime geldiler. Evimde biblo olarak seramik bir Nuhun gemisi var. Bundan yola çıkarak Prof Dr Sevgi Bahadır için ‘’Sevginin Gemisi’’ni yaptık. Benzer töreni ona da düzenledik.

Kimin var böyle bir hediyesi? Kendimi böyle yaratıcı arkadaşlara sahip olduğum ve bu arkadaşlara böyle ilham verebilmiş olduğum için kutsanmış hissediyorum.

1
Dolabımın genel görüntüsü
2
Kendim donattım; Dünyanın bütün yükü omuzlarımda, artık bu ağırlığın altında eziliyorum. Herkes beni yük hayvanı olarak görüyor, yorgunum, artık benden bir şey istemeyin.
4
Bunu döşeyen arkadaşım o günlerin modası Muhteşem Yüzyıl dizisinden de esinlenerek , benim takı merakıma vurgu yapmak için bunu döşemiş. Benim ilk okulda 23 nisanda Hürrem Sultan olduğumu bilmiyordu. Çay tiryakiliğimi vurgulamak için de sandalyeyi bir çay tabağına oturtmuş.
5
Bunu döşeyen liseden sınıf arkadaşımdı. Kendime ördüğüm hırkayı çok beğenince aynısını ona da örmüştüm. İkimiz bir örnek giyerdik. İsim ve soy isimlerimizin baş harflerinde GÖKAN yazısını oluşturup sıramızın arkasına yazmıştık. Sanırım Gökan’ın kim olduğuna dair epeyce soru işareti yaratmıştık.
6
Bu Yavuz hocanın donatısı. Sanırım ben ona sayfalar dolusu yazınca o da hem sandalyeyi bol bol donattı, hızını alamayıp bir de defter dolusu hakkımda yazdı.
7
Bu renkli kişiliğimmiş, pek çok ilgi alanımın olmasını temsil ediyormuş , arkadaşım nazikçe her boyayı boyadık bir fıstıki yeşil kaldı diyor.
8
Bu romantik döşemeyi Gamze kızı ile birlikte yaptı, şemsiye insanları birleştirme, çiçekler sevgi, uzun kuyruklar uzun etki alanımı vurguluyormuş
9
Uzak kaldığım bir arkadaşım özlem belirtisi olarak döşemiş
10
Özgür ruhumu vurgulamak istemiş, nazar almamamı istemiş
11
Bu da asistanlarımdan, melek hocalarının ( bu arada o ben oluyorum), deniz sevgisini vurgulamışlar, yetmemiş bir de beni denize benzeten ve deniz olmanın zor olduğunu anlatan bir de şiir yazmışlar.
12
Mukaddes yöresel değerlerden etkilendiğimi vurgulamak üzere yöresel bir sandalye döşemiş, her gün birlikte kahve içmemizi vurgulamak üzere kahve çekirdekleri ve yanına da kahvenin özelliklerinden söz eden bir bilgi kartı eklemiş.
13
Takip ettiğim çocuklarının benim de çocuklarım olduğunu yazmış, sandalyeye kahve fincanı ve tabağı eklemiş.
14
Bu da çocuklarını takip ettiğim bir çift, sandalyede steteskop, çalışkan arı ve melek ay ışığı var.
15
Asistanlarımdan sandalyeyi tarih sevdiğim için eskitmişler, melek hocaları imişim, çok bilgili ve iyi bir doktormuşum, bilgi ağacımın altında gölgeleniyorlarmış.
16
Bu çocukları sevdiğimi, yemek yemeyi sevdiğimi, doğayı denizi sevdiğimi, arkeolojiden hoşlandığımı ve de feminist olduğumu anlatıyormuş.
17
Bu da yine arkadaşım ama aynı zamanda çocuğunun doktoruyum, yani o yağlar boşa değil. Sandalyenin renkliliği gene renkli kişilik anlatıyormuş.
18
Ali bana bunu proje kapsamı dışında hediye etti kola kutularından yapmış
19
Sandalyelerden biri gezginliğime, diğeri doğa sevgime vurgu yapmak istemiş
20
Bu sandalye olduğum gibi görünen biri olduğumu anlatıyormuş, bana nazar değmemesi için de mavi boncuk takmış.
21
En derin anlamı olanlardan biri, beyaz renk ruhsal olgunluğu, saflığı temsil ediyormuş, tepedeki göz ise bazen ona arkamda da gözüm olduğunu hissettirdiğim içinmiş. Galiba sezgilerin güçlü demek istedi.
s
Beyaz mendil saflığı, ruhsal olgunluğu, mavi bordo kuşaklar ise futboldan haz etmediğimi anlatıyormuş.
22
Bu da Sevginin gemisi

3

BİLİYORSUNUZ BİZİM İŞLER YORGUNLUK

Elazığ’a gideli daha bir ay olmuş ya da olmamıştı, Hikmet Ceren Elazığ’a askere geldi. Hikmet hem bütün tıp fakültesi hem de asistanlık boyunca birlikte çalıştığım bir arkadaşımdır, aslında aynı gün mecburi hizmet kurası çekmiştik ve ben Fırat Üniversitesi’ni (Elazığ) çekerken o da Bingöl ya da Bitlis gibi bir yeri çekmişti.  Bu kuradan sonra da önce askere gitmeye karar vermiş, acemiliğini geçirdikten sonra Elazığ’a tayin olmuştu.  Onun gelmesi bana inanılmaz bir güven duygusu aşıladı. Tabii ki hemen askeri hastanede işe başladı. Ben büyük bir sevinçle arkadaşımın askeri hastaneye geldiğini hastanedeki diğer arkadaşlara anlatınca, bir başka mecburi arkadaşımız da orada çalışan bir sınıf arkadaşı olduğunu anlattı. Hepimiz kendimizi çok gariban ve yalnız hissettiğimiz için bir öğlen vakti askeri hastaneye gidip oradaki doktorlarla tanışmaya karar verdik. Fazla da zaman kaybetmeden bir gün, öğlen tatilinde, arabalarımıza doluşup askeri hastaneye gittik. Önceden haber verdiğimiz için bizi bahçede karşıladılar, biz 8-10 kişi idik, onlar belki biraz daha kalabalık idiler. Bahçedeki çardakta çay içip çok güzel bir yarım saat geçirdik, buluşmaya devam kararı alıp işimize döndük. Bu buluşma askeri hastanede bir heyecan dalgası yarattı, her kes bizi görmek için bahçeye geldi, hemşireler, doktorlar, çalışanlar belki 50 kişi ile tanıştık.

Bu kalabalıkta en çok aklımızda kalan Avni adında bir teğmen oldu. Son derece sempatik, konuşkan, esprili bir insandı, bizi gülmekten kırdı geçirdi. Toplantıya birkaç dakika geç kalmıştı ve bize yetişmek için araba ile gelmişti, arabasını da hemen yanımıza park etmişti. Bu nedenle 06 plakalı, beyaz renkli bir Renault 9 kullandığını biliyorum. Aslında araba modellerini hiç tanımam, hele hele plakadan kimin arabası olduğunu anlamak bana göre hiç değildir. Bu konuda hiçbir zaman başarılı olamadım, ama çok yakın bir zamanda araba almaya niyetli olduğumdan o sıralarda araba modellerine bakıyordum.

Ben Elazığ’a ilk gittiğim zamanlar renkli kıyafetlerim ve modern makyajım ile son derece dikkat çekiyordum. Bu rengarenk halimle bir de Elazığ caddelerinde tabana kuvvet yürürdüm, mümkün olduğu kadar servise binmezdim. Bir gün gene evden çıktım, hızlı hızlı şehre doğru yürüyorum. Evden çıkalı daha 20 metre bile olmamıştı ki önümden 06 plakalı beyaz bir Renault 9 geçti. Acaba Avni mi diye arkasından baktım, Avni de beni fark etmiş olmalı ki 4-5 metre önümde zınk diye durdu ve dikiz aynasından o da beni tanımak için dikkatle baktı. Avni askeri kıyafeti ile şoför koltuğunda oturuyor, yanında da başka bir adam var. Geri geri gelmeye başladılar, ben de ona zahmet olmasın diye hızlıca hatta adeta koşarak arabaya yetiştim ve arka koltuğa atladım. Büyük bir samimiyetle konuşmaya başladık. Şoför koltuğunun baş desteği olduğu için ben Avni’nin sadece askeri kıyafetinin yakasını ve asker traşlı başını profille ense tıraşı arası bir açıdan görüyorum, aslında gördüğüm en net şey asker traşlı bir kafa ve gözlük sapı. Yolcu koltuğundaki adamdan ise hiç ses çıkmıyor, hatta vücut dilinden oldukça utandığını anlıyorum. Elazığ’da erkekler tanımadığı kadınlarla pek de konuşmaya hevesli olmadıklarından adamın halinden hiç şüphelenmedim.

O sıralar henüz Elazığ’ı da tam olarak bilmiyorum, ama işe gidiyorum dedikten sonra kabaca hastane tarafına doğru gidiyoruz, bu kadarından eminim. Hastane yönünde epeyce yol aldıktan sonra, ana yoldan başka bir yola saptık,  Avni ‘’buradan da gidebiliriz’’ dediği için hala hiç şüphelenmiyorum. Gittiğimiz yol bir müddet sonra bozulmaya başladı, tam bu sırada Avni sandığım adam kafasını bana doğru çevirip ‘’artık tanışmamızın vakti geldi’’ demesin mi? Aaa baktım yüz başka bir yüz, gözlük başka bir gözlük, kısaca adam Avni değil. Aklımdan bin bir düşünce geçti, hiç bilmediğim bir yerde hiç bilmediğim iki adamla bir arabanın içindeyim, üstelik arabaya koşa koşa atlamışım, bir de adam işler nasıl diye sorduğunda ona ‘’biliyorsun işte bizim işler yorgunluk’’ diye cevap vermişim. Zınk diye dondum. Çığlık atsam, arabaya koşa koşa kendim bindim, histerik kahkahalar atsam, durumum hiç de gülünecek bir hal değil. Adama ‘’ben sizi tanıdığımı düşünmüştüm’’ diye zavallı bir açıklama yaptım. Artık yüz ifadem ne hal aldı ise adam Elazığ’da bol bol bulunan pavyonlarda çalışıp da gündüz gözü ile iş tutmak isteyen bir hayat kadını olmadığımı anında anladı. Üstelik Avni’yi de tanıyordu. Beni hemen bırakmak istediler, ama bulunduğumuz yeri bilmiyordum, böylece beni hastanemi kolayca bulabileceğim bir noktaya getirdiler ‘’tamam burası’’ diyerek kendimi sokağa attım. Ama yolun karşısına geçip de kendi hastaneme ulaştığımda, artık histerik şekilde gülüyordum. Şimdi geri dönüp baktığımda ne büyük bir tehlike atlatmış olduğumu anlıyorum. Hala o dama ‘’BİZİM İŞLER YORGUNLUK’’  dediğime yanarım.

ŞAHMERAN EFSANESİ, LOKMAN HEKİM, UÇUŞAN DÜŞÜNCELER

Şahmeran güney, orta ve doğu Anadolu‘da çok bilinen, bir çok versiyonu olan bir efsanedir. Şahmeran, meran yılanlarının başı olan belden aşağısı yılan, belden yukarısı kadın olan hibrit bir yaratıktır. Şahmeran efsanesi, belki de bazı versiyonlarında Lokman hekimle de ilişkilendirildiği için, beni çok etkiler, içinden bir çok ders çıkarırım.

Halk efsaneleri mutlaka içlerinde bir takım sembollerle gizlenmiş bilgiler taşırlar. Böyle bir bilgi taşımasalar zaten unutulur giderler, yüz yıllar boyunca hatırlanmazlar. Efsane geniş halk kitleleri tarafından söylenegeldikçe, anlatanın anladığına göre ayrıntılarda eklentiler, çıkartılar oluşur. Böylece zamanla, daha keyifli olan ayrıntılar ön plana çıkmaya başlar, efsanenin içindeki ezoterik (batıni, gizli) bilgiler giderek daha da simgelere gömülü hale gelir, üzerinde dikkatle düşünmedikçe gerçek dışı gibi görünen bir masala dönüşür.

Continue reading… →

GÖĞE BAKAN KOCAKARI, 2016 ŞUBAT

Bu yıl Şubat 29 gün sürüyor. Rumi takvime göre 1431 yılı içerisindeyiz. Rumi takvim 13 gün geriden gittiği için ayın 14’ü Rumi takvime göre şubat ayının başlangıcı oluyor.

Hicri takvime göre ise 1-9 Şubat Rebiülahir, 9-29 şubat Cemaziyelevvel ayı içerisindedir. Bu arada 1437 yılında olduğumuzu da hatırlatmak isterim.

İlk cemre havaya 20 şubatta, ikinci cemre suya 27 şubatta düşecek. Yani iklimin ısınma hareketliliği şubat ayında başlıyor.

Şubat ayının 5. gecesi ay  balsamik fazda ve yay burcunda. Bu günü iyi dilekler, arınma, meditasyon, içe dönüş ve ibadetle mini bir inziva günü  geçirmek uygun olur.

Şubat ayının 8.  günü yeni ay, yani biz gökyüzüne baktığımızda  ayı göremeyeceğiz. Yeni ay 10 derece kova burcunda gerçekleşiyor. Bu gün elektronik bir cihaz almak, yenilikçi yada sizin için yeni bir şeyle uğraşmak, arkadaş toplulukları içine girmek, sosyal sorumluluk projelerine başlamak için uygun bir gün.

Şubat dolunayı ise ayın 22’ünde ve 22 derece aslanda.  Belki de o Pazar günü kendimizi hem bedenen hem de ruhen iyice şımartmak için uygun bir zaman olabilir.

Jüpiterin akrepteki retrosu bütün ay boyunca devam ediyor. Derin araştırmalara, düşüncelere, savaşlara girmemekte fayda var. İşler umulandan yavaş ilerleyebilir ya da beklendiği kadar iyi sonuç vermeyebilir.

 

BLACK MAGİC, SANTANA, HACETTEPE FİZYOLOJİ

Biz öğrenci iken Hacettepe kampüsünde  sürüler halinde dolaşan köpekler vardı. Bu köpeklerin yıl başında toplanıp  fizyoloji laboratuvarlarında kullanıldığına dair söylenceler de vardı.  Gerçekten bize fizyoloji laboratuvarında civciv, köpek, kurbağa deneyleri yaptırırlardı, artık hayvanları nereden bulduklarını bilemeyeceğim. O zamanlar şimdiki gibi hayvan yaşamına saygı, hayvan hakları gibi kavramlar yoktu.

Continue reading… →

KALANDAR ANA

Kalandar, Doğu Karadeniz bölgesinde Rumi takvime göre yıl başı olan 14 Ocak gününü hatta ocak ayını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kalandar adetleri köyden köye kasabadan kasabaya değişir. Kalandar  yada ‘’asıl yılbaşı’’ denilen gün, ocak ayının on üçünü on dördüne bağlayan gecedir.  Bu gece yarısından sonra sabahın erken saatlerine kadar, komşular, akrabalar kapıları çalar. Kapı önüne şapka, torba ya da çuval gibi bir şey bırakıp kendisi gizlenir. Kapıyı açan bunların içine şeker, un, yumurta gibi bir şeyler koyar. Pencereler kapılar rızık melekleri içeri girsin diye açık bırakılır. Eve un ekmek gibi kumanya alınır. Türlü kıyafetler giyilip insanlar korkutulur. Bazen erkekler kadın kıyafeti giyerek herkesi güldürür. Elbette şehir hayatında bu gelenek de, ne yazık ki diğer gelenekler gibi gün geçtikçe unutulmaya yüz tutuyor.

Continue reading… →

BASA KUZENLER, BİRAZ AİLE TARİHİ, GERİSİ GENÇLİK.

Evvel zaman içinde annemin halalarından biri (Zeynep Hala) Basa sülalesinden  Ali Rıza Bey’e gelin gitmiş. Evlendiğinde  Ali Rıza bey çocukları olan dul bir adam imiş. Büyük haladan da iki oğlu olmuş, isimleri Suat ve Korkmaz koymuşlar. Bu iki erkek kardeş Melek ve Feraye isimli iki kız kardeş ile evlenmişler. Suat ve Melek’in Tülin ve Zeynep isimli iki kızı, Korkmaz ve Feraye’nin Sönmez isimli bir kızları olmuş. Daha sonra Korkmaz dayı İstiklal Marşını tamamlama gayretine girerek bir sürü erkek çocuk sahibi olmuş, onlara da Sancak, Mustafa Kemal, İstiklal ve Barış isimlerini uygun görmüş. Bu kuzenler aslen genetik olarak kardeş olduklarından (4 büyük ebeynleri de aynı) Ardeşen’de aynı evde kardeş gibi büyümüşler.

Continue reading… →

SOKAK ZEKASI

Sokağımızın köpeği yavruladı. Beş tane şirin mi şirin yavru bütün mahallenin yavuklusu haline geldi. Tam karşımdaki inşaatı bir türlü bitmeyen, ama içinde oturulan bir apartmanın bodrumunda yaşıyorlar. Apartmanı tek bir usta, tek başına yaptığı için 6,5 yıl önce buraya taşındığımda neredeyse tamamlanmış bir halde idi, ancak hala tamamlanamadı.  Taşındığımda  lahana tarlası olan yan arsada ise bir apartman başladı ve bitti.

Muhtemelen yaptığı apartmanın arsası da bu amcaya aittir. Yıllar önce apartmana önce  gelinini ve akrabalarını oturttu, şimdi hemen bütün apartman dolu, ama inşaatı henüz bitmedi. Onun için önünde sürekli inşaat malzemeleri duruyor. Köpeklerin yaşayabilecekleri, elverişli bir bodrumu da var.

İşte bu apartman sakinleri köpekleri de annelerini de sahiplendi, onlara nasıl bakıyorlar anlatamam. Ayrıca bütün mahalle de bu yaramazları çok sevdik, gece yarısı gelip onlara yiyecek getirenler bile oluyor.

Bu yavrular insanlardan hiç korkmuyorlar, ayrıca inanılmaz da zekiler. Bir kez gördükleri bir kişiyi bir daha unutmuyorlar. İlk kez yanlarına resim çekmek için gitmiştim. Yemek filan vermemiş olduğum halde ertesi gün derhal yanıma koşup, ayakkabımın üzerine çıktılar. Sanırım ayakkabıya çıkarak, bir şekilde bana karşı üstünlük, belki de bir çeşit ‘’eşit arkadaşlık’’ sağlıyorlar.

Bu yavruları ilk gördüğüm gün miniciktiler, henüz tamamen anne sütü alıyorlardı, ancak anneleri iyi beslensin diye anneye verilen, üzeri etli bir kemik parçası için bir kapıştılar ki görmeye mahsus. Anneleri ancak onlardan artanı yiyebildi. Bir gün onların anne memesi emerken resimlerini yayınladım, arkadaşlardan biri bunlara yarı katı mama da lazım diye yazmış. Bilemez tabii, bu yaramazlar sokak çocuğu, kemik yiyorlar, ne maması?

Bir gün arabama binecekken beşi birden ayağımın etrafını sardılar, birden dengemi kaybettim ve birinin hafifçe üzerine bastım. Bir ciyak kaçtılar, bir daha da yanıma yaklaşmadılar. Bunları herkes beslediği ve su verdiği için ben hiç yemek vermedim, uzaktan baktım.

Aradan bir hayli zaman geçti yavrular epeyce büyüdüler. Hatta memeden kesilince ikisini birileri aldı, üç yavru kaldı. Sahiplenilen iki yavru da siyahtı, şimdikilerden uzun olana çok benziyorlardı. Kalan yavrular benzemez yavrular, ikisi siyah ama biri çok tüylü ve kısa, diğeri uzun boylu kısa tüylü, sonuncusu ise boz renkli. Uzun boylu yavru bir ayda ufak tefek bir hanım olan annesinin boyuna yetişti neredeyse.

Bu arada oldukça yoğun bir kar yağdı, mahallemiz kar altında kaldı. Bizim ufaklıklar kardan filan hiç korkmadılar, çok güzel oynadılar. Kar yağınca babaları da geldi. Evlerine yerleşti.  Tabii sıcak yuvada kalıyor, bol bol yiyor, bir türlü gitmiyor. Yavrular önce çok sevindiler, babaları ile oynamaya çok hevesli idiler. Fakat babaları annenin yeniden çiftleşmeye hazır olduğunu düşündüğü için hayvanı rahat bırakmıyor, yavruları da başlarından savmak için onları korkutuyor. Yavrulara cidden kötü davranıyor, yavrular nihayet ona çok da yaklaşmamaları gerektiğini anladılar. Resmen babalarından kaçıyorlar, oda bunları giderek daha uzağa doğru sürüyor. Yavrular babalarından görüp, sadece 2 günde birbirleri ile de daha vahşi, bayağı hırlayarak dalaşmaya başladılar.

Bu gün karlar altında kalan arabamı temizlemek için elimde bir vileda çubuğu ile sokağa çıktım.

Erkek köpek, üç yavruya bayağı eziyet ediyordu, hatta yavrulardan uzun olanı ile burun buruna itişiyorlardı. Benim ufaklık hiç şansı olmamasına karşılık babası ile bayağı cebelleşiyordu. Diğerleri yardıma koştular ama babaları hepsi ile başa çıkıyor. Kim bilir belki de onlara kendini savunma dersleri veriyordur. Ancak bizim yavrular hallerinden hiç memnun değil, çünkü özellikle anneleri ile yavrular arasına giriyor. Anne ortada olunca yavrulara daha da kötü davranıyor.

Tam babaları ile dalaşırken benim dışarı çıktığımı gören yavrular, günlerdir hiç yanıma gelmemişken aniden babalarından kurtulup, bana doğru koşmaya başladılar, klasik hale gelen ayağımın üzerine çıkma numaraları ile beni kendilerine müttefik ettiler.

Meğer baba köpek tasmalı, sahipli bir köpekmiş ve yabancı insanlardan korkuyormuş, beni görünce geriye kaçtı. Ufaklıklar beni yanlarına çekince, babalarına dönüp, hırlayarak onu iyice uzaklaştırmayı başardılar.

Böyle bir sokak zekası gördünüz mü? Bu köpeklere kimse eğitim filan vermiyor, sadece kendi akılları ile zalim babayı uzaklaştırdılar. Nereden onun çocukları olduğunu biliyorsun diye sorarsanız 5 yavrudan 3’ü hık demiş burnundan düşmüş, sadece bol tüylü, ile boz olan biraz değişik. DNA analizi yapmaya gerek yok yani.

Dün gece bütün mahalleyi korudukları(!) için bu gün pek yorgun düştüler.

1559638_1065602990130786_6155221230507914352_n 10262211_1065602966797455_4939380807349277537_n 12311270_1048490581842027_8309977581342679928_n 12316456_1047194698638282_5302631772680544347_n 12400771_1065704733453945_7017369518573273356_n 12418099_1070457876311964_6099233480468635664_n 12507530_1070457906311961_5220844430394508320_n 12565476_1070458029645282_6026624457165251913_n

SUNUCULUĞU SARE HANIMDAN ÖĞRENDİM

Doksanların ikinci yarısıydı, o zamanlar Hatice Saraç ‘’Türk Kadınlar Birliği’’nin Trabzon Şube başkanı idi. Galiba genel kongre gibi bir şey yapılacaktı. Bütün şubelerin başkanları Trabzon’a gelecek ve birkaç gün süren bir toplantı olacaktı.

Hatice hanım elbette çok heyecanlı idi, Hamiyet Özen ile bana da belli bir tarih vererek, siz bu gecenin sunuculuğunu yapacaksınız diye görev verdi. Bizim olurdu olmazdı, nasıl yapalım dememize bırakmadı, siz yapamayacaksınız da kim yapacak diye kestirip attı.

Continue reading… →

Show Buttons
Hide Buttons