Bu yıl kocakarı soğukları ya da berdelacuz denilen soğuklar, kışın pek çok zamanından daha soğuk geçti, ancak artık karşı konulamaz bir şekilde bahar geldi. Sokağa çıkma kısıtlamalarının benim üzerimdeki en önemli etkilerinden biri bahçe işlerini tamamen üstlenmem oldu. Daha önceleri sadece hasat ürünlerinin işlenip saklanması benim görevim iken, bu yıl ırgatlık yapmaya başladım, yabani otlarla mücadele ve bahçenin temizliği ile bizzat ilgilendim.
Şimdi gene bahçe zamanı geldi. Bu ay fidanları budama, ilaçlama ve toprağı kazarak havalandırma gibi bir hayli iş var. Bir bahçıvanla da anlaştım, yapamadığım işleri o yapıyor, geçen hafta başında gelip bahçedeki asmaları ve diğer ağaçları budadı.
Bizim asmalar budandıktan iki gün sonra, bahçeye çıktığımda komşumuzun oğlunun, kendi bahçesindeki ceviz ağacının bizim bahçeye geçen ve evin çatısına doğru uzanan dallarını budadığını gördüm. Annesi de aşağıdan oğluna talimat veriyordu.
Bu komşu kadın için kolaylıkla kadim zaman bilgelerinden biri diyebilirim, çünkü köyde hangi tarladan su çıkıyor, hava durumu ne olacak, hangi tohum ne zaman ekilir hepsini bilir, üstelik bütün yerel tohumları saklar. Komşu kadın ve annesi bizim köyün atalık tohum bankası gibiler, köyün kendine ait kışlık yazlık kavun, karpuz, patlayan mısır tohumu, ne istersen bu kadınlarda var.
Evinin önünden geçerken mesela ekmek pişiriyorsa hemen bir somunu zorla eline tutuşturur, meyve toplayınca çuvalla getirir. Tam masallardaki gibi bir köy kadınıdır. Üstüne bir de zifiri Çanakkale köy şivesiyle konuşur. Başlangıçta söylediklerinin yüzde doksanını anlamıyordum, şimdi büyük kısmını anlayabiliyorum.
Bu kadını dinlemek bayağı ilgimi çeker, çünkü ilaç gibi bir laf eder, bütün derdini tasanı unutursun, mesela ‘yağmurun iki hırsızı varmış, biri dağmış biri denizmiş’ lafını ondan duymuştum.
Ana oğul, birlikte ağacı budarlarken, ben de bahçeye çıkmış oldum ve konuşmaya başladık. Kadın bana ‘ağaçlara su yürümüş bak nasıl ağlıyor, sizin asmalar ağlamadı mı, asmalar da çok ağlar’ diyerek ağacın kesik kısmını gösterdi. Gözlerime inanamadım kesik daldan resmen açık bir musluk gibi su akıyordu. O kadar biyoloji okudum, ilk baharda ağaçlara sifon gibi su yürümesini, yaprakların yeşerme mekanizmasını bildiğimi sanıyordum, meğer hiçbir şey bilmiyormuşum. Öğrenmenin büyük bir yüzdesini okuyarak değil, görerek edinirmişiz, gerçekten de ağaca su yürümesi ne demekmiş gözümle görene kadar hiçbir şey anlamamışım.
Oysa iki gün önce bizim asmalar budanmıştı tek bir damla bile gözyaşı akıtmamışlardı. Bizim asmalarla bu ceviz arası en çok 15 metre filandır, bu kadar mesafenin yer altı suları üzerinde bir etkisi olamayacağına göre, demek ki aradaki o 2 günde ağaçların su çekmeleri için biyolojik saatlerinin alarmları çaldı ve ağaçlara su yürüdü. Şimdi çok daha dikkatle izliyorum, gerçekten de son birkaç günden beri yaprak döken ağaçlarda canlanma belirtileri var, sabah alt dalları yeşil görüyorsun, akşam daha üst dallar da yeşermiş oluyor. Ya da ağacın biri yaprak çıkartmaya başlamış, tam yanındakinde henüz bir belirti yokken ertesi sabah onda da yeşerme başlıyor. Trabzon’dayken daha doğrusu Boztepe’ye taşındıktan sonra evden işe giderken fındık tarlalarından geçerdim, tam fındıkların yeşerme zamanında sabah giderken bir gün önceye göre, akşam dönerken sabaha göre yapraklar büyümüş olurdu.
Şimdi tam da o mevsimdeyiz, önce denize daha yakın olan ağaçlar, birkaç gün içinde bizimkiler yeşerecekler, zaten şimdiden birçok ağaç çiçeklenmeye başladı.
Sokağa çıkma yasaklarının bir diğer getirisi olarak, köyün çevresindeki ormanda ve çevre köylerde doğa yürüyüşlerine başladım. Evin önünde kocaman ve oldukça derin bir vadisi olan ufak bir dere var, bu dere yaz aylarında tamamen kurur, sonbahar yağmurlarıyla yeniden akmaya başlar. Bu yıl, havalar garipti, uzun süre kurak gitti, sonra da birkaç saat içerisinde ayların yağmuru yağdı. Kaç yıldan beri buradayız, hiç bilmediğimiz sel yatakları ortaya çıktı, bizim köyün dere sisteminin ne kadar girift olduğunu ancak bu yıl anlayabildim. Evin önündeki derenin nasıl olup da bu denli derin vadisi olduğunu da ancak bu yıl anladım.
Bahçe işleri yeni edindiğim görev. Doğa gezileri eskiden beri sevdiğim ve yaptığım, ancak ilk kez bu kadar kişiselleştirdiğim bir şey.
Bir yandan da ömür boyu sürdürdüğüm görevlerime tam gaz devam ediyorum. Bütün hayatım boyunca (sadece meslek hayatımda değil, özel hayatımda da), ister istemez, ölmekte olan insanlara eşlik etmek gibi bir misyonum oldu.
Şimdi de bir yandan her taraftan yaşam fışkırıyor, tohum gübre toprak telaşındayım. Diğer yandan ağır hasta bir arkadaşıma son zamanlarında destek olma gayretindeyim. Sabah bostan için malç naylonu araştırıyorum, öğlen soluğu hastanede alıyorum.
Bütün hayatım boyunca (çok erken yaşlardan beri), özel hayatımda da meslek icabı olarak da ölüme yaklaşan insanlara son dönemlerinde eşlik ettim. Bu görev, bütün hayatım boyunca sürmüş bile olsa, kişi bazında, bazen dakikalar, bazen saatler, günler, hatta yıllar aldı.
Son iki yıldan beri, gene ya hastalığını inkar ettiği, ya da her şeye rağmen hayata asıldığı için, sadece irade gücüyle hayata tutunan bir yolcunun eşlikçisiyim.
Yani çok meşgulüm.